22 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Ulukışla–Bor)

 

20 Eylül 2023, Çarşamba / Ulukışla - Bor, 61 km (18. gün)

 

5 gibi bir gözlerimi açtım ama havanın daha aydınlanmadığını görüp tekrar uykuya dalıyorum. 6 buçuk gibi hareketlenip sabahın rutin işlerini, sırayla yerine getirip çantaları kapı önüne taşıyorum. Acele etmediğimden sabah hazırlığı 1 saatimi almakta. Merdiven kenarından alınan bisikleti de dışarıda yükleyip kahvaltıyı almak üzere yemek salonuna gidiyorum. Hazır tabak içinde zeytin-peynir-yumurta-domates ve reçel. İki şeyi bırakıyorum, yumurta ve reçeli. Bir bardak çayla hızla kahvaltımı yapıp çalışan hanımlara teşekkür ederek ÖE’den ve Ulukışla’dan ayrılışım 08.18.


ÖE’nin önünden inen yolu takiben karayoluna çıkıp hemen güvenlik şeridine geçerek hafif inen yoldan keyifle pedallamaktayım  Bugün yolum Bor’a gidiyor. Fazla uzak değil, 50 km gibi. İki geçit var üzerinde. İlki 1600, ikincisi 1500 m. Ama irtifa 1300’lerde olduğundan fazla tırmanılmayacak. Yani kırıcı bir yol olmayacaktır diye düşünüyorum.

 

Sabah olduğundan TIR trafiği daha yoğunlaşmamış. Akşama doğru tren vagonları gibi peş peşe diziliyorlar. 4 km sonra geldiğim yol ayırımı bana sola dönmemi söylüyor, Niğde-Kayseri-Nevşehir-Kapadokya. Düz Adana olarak devam etmekte. Bir de Çiftehan Kaplıcaları. Niğde aslında fazla uzak değil. 53 km dedi. Yani giderdim ama Bor’u da göreyim diye orada konaklayaca’m bugün. Yarın Çiftlik üzerinden bir yay çizerek, ve de tırmanarak, güzel bir yüksekliğe çıkarak Niğde’ye geçiyorum. Niğde’de de iki gün kalıp gezece’m. İlk defa göreceğim.

 

Sağım solum sapsarı bir ovanın içinden geçmekteyim. 2,5 km sonra yolun 3 şerit olacağını gösteren tırmanma şeridi işareti geldi. 3 km.lik bir yokuş. %6 olarak gösterilmiş. Daha sert değil. Zorlamıyor. Etraf muhteşem, fazla trafik de olmayınca keyifli bir sessizliğin içindeyim. 10’uncu kilometrede geldim 1600 m Çaykavak Geçidine. Durup fotolarımı çekiyor biraz da dinlenmiş oluyorum. Otur otur kaidesi pişiyor adamın.

 

Ardından gelen bir inişle ki %5 olarak göstermişler, 1458 metreye inip düz bir yolda devam etmekteyim. Kalabalık bir keçi sürüsü geçiliyor. Adana-Ankara-Konya otoyol ayırımı sonrası bir lavanta çiftliği yazısı ilgimi çekiyor (daha sonra internette araştırdım, doğru bir yere benziyor; Lavande). Ardından  3 km.lik %6’lık bir tırmanışla da 1490 metrede Kolsuz Geçidiyle bugünkü yolun tepelerini aşmış oluyorum. Artık önümde iniş var. Asfalt düzgün, rahat kayıyor bisiklet. Kapanmıyorum, arada dik durarak biraz rüzgarın frenlemesini sağlıyorum.

 

Adını, Roma Devrinde şehre su taşınmasına yönelik oluşturulan kemerlerden alan Kemerhisar’a geldim. Fotoğraflar görmüştüm, çok etkileyiciydiler. O nedenle bu kemerleri ve bir de Roma Havuzunu görmek istiyorum. Düz bir yoldan giriş yapıp su kemerleri diye sağ tarafı gösteren okla birlikte dalıyorum. Ama devamında yönlendirme yok. Bırakmışlar ki kaybolasın. İlk girdiğim yol çıkmaz çıkıyor, geri dönüp diğer yola sapıyorum ama buradan sonra nereye? Bir vatandaş yardımıma yetişiyor. Laf lafı açıyor, emekli polis memuru, yıllarca İstanbul’da görev yapmış. En son Ümraniye’de. Beykoz, Kadıköy de aralarında var. Önce hemen yakındaki hamamı gör diyor sonra bu yolu takip et, kemerlere varırsın. Dediğini yapıyor Sağlık Ocağı arkasındaki Roma Hamamı’nı görüp fotoluyorum. Hamam hem içerde kalmış, hem de görkemli bir görünümü yok artık, tahribata uğramış.

 

Dediği yoldan içerlere doğru uzunca giriyorum. Bölgeyi 1. Derece Sit Alanı ilan etmişler. Emekli polis de bundan yakınıyordu, tadilat yapamıyorum eski evimi. Çevrede yıkık durumda değişik eski evler görüyorum. Bazıları oturulamayacak durumda ama bazıları iyi. Gri kahve rengi bir sıvayla kaplı hepsi. Sanki çamurdan evler gibi. Tarih öncesine aitmiş gibi ama değiller elbette. Bilemiyorum ne kadar eski.


Biraz da Google yardım ediyor ve kemerler karşıma çıkıyor. Hemen yanı başında da kazı alanı var (*). Telle çevrilmiş, girilemiyor. Ama kemerler muhteşem, MS 2.-3. yüzyıldan kalma. Burası tarih öncesinden Hititlerin yıkılışına değin pek çok uygarlığa mekan olmuş. Hititler döneminde Tuvanuva, Roma’da ise Tyana olarak tanınmakta. Tuvanuva Geç Hitit Şehir Devletlerinden Tabal Krallığı’nın başkenti. Ünlü kral Varpalavas, MÖ 728–764 yıllarında bu kentte hüküm sürmüş. Bugünkü Nevşehir, Kayseri ve Niğde’yi içine alacak şekilde kurulmuş olan Tabal Krallığı Anadolu’daki Geç Hitit Şehir Devletleri’nden en batıda yer alanı. Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Asur kralı III. Salmanassar zamanında (MÖ 858-824) Tabal’da 24 küçük krallık bulunmaktaydı. Bu bilgiden Tabal Krallığı’nın bir çeşit konfederasyon şeklinde yönetildiğini öğreniyoruz. Bu konfederasyonun hangi krallıklardan oluştuğunu tam olarak bilemesek de, Nahita (Niğde) kralı Saruvanas’ın Tabal Konfederasyonu’na dahil olduğu yazılı belgelerde geçmekte.


(*) Bugünkü Kemerhisar, tamamen eski kent kalıntıları üzerine kurulmuştur. Bu bakımdan kenti bütünüyle gün ışığına çıkartabilmek kolay görünmemektedir. Tyana antik kentinde 2001 yılından itibaren İtalyan ekipler araştırma ve kazı çalışmaları yürütmektedirler. Prof. Dr. Rosada başkanlığında yürütülen çalışmalar sırasında şehirde, Roma Hamamı ve 5. yy’a ait olduğu düşünülen eski bir kilise kalıntısının ortaya çıkartıldığı bilinmektedir. Bölgedeki kazılar devam etmektedir.

 

Tyana’nın en parlak dönemi hiç kuşkusuz Roma Çağı. MÖ 30-MS 395 yıllarını kapsayan Roma Dönemi’nde Tyana, saraylarla, tapınaklarla, su kemerleriyle ve yerleşim birimleriyle büyük bir kent konumunda. Bunu, Anadolu’daki ana yolların üzerinde olmasına borçlu. O dönemlerde Anadolu’daki büyük merkezlerden güneye giden yol, Tyana’dan geçerek Gülek Boğazı üzerinden Toros Dağları’nı aşmaktaydı. Daha sonraki yıllarda Hristiyanlığın yayılmasını takiben bu yol, Kudüs’e giden ‘Hacı Yolu’ olarak da ünlenir.

 

Roma döneminde özellikle İmparator Traianus (98-117) ve Hadrianus’un (117-138) iktidar yıllarında bölgede birçok yapı inşa edilmiş. Su kemerleri ile Roma Havuzu bu dönemden kalma. Köşkpınar’dan çıkan ve Roma Havuzu’nda biriktirilen sular yaklaşık 3 km’lik yolun yarısında yeraltından kanallar aracılıyla, diğer yarısında ise yer üstünde su kemerleri aracılıyla Tyana antik kentine aktarılmakta olduğu anlatılıyor. Git git bitmiyorlar. Sonuna kadar gideyim bakalım ne kadar? 1 km en azından var. Sona doğru gittikçe boyları alçalıyor. En sonundan geri dönüyorum. Dönüş yolu %-1 gibi bir eğimde. Bu da suyun o dönemlerde rahat akabileceğini gösteriyor. Gerçi 2 bin yıl önce buraları nasıldı bilemiyorum? Bugünden farklıydı herhalde.

 

Kazı alanı yakınında vatandaşa Roma Havuzu’nu soruyorum. Diyor ki: “Kemerlerin sonunu geç, 2 camiyi de geç, sonra gelecektir.” Hoppala! Keşke önce sormuş olsaydım, gene aynı yolu geri tep şimdi. İlk cami geçildi, devam pedallamaya, 2. cami geçildi, nerede şimdi bu havuz? Resmini görmüştüm, güzele benziyordu, o nedenle illaki görece’m.

 

Oturan vatandaşlar bana tarif veriyorlar: “Düz göbeğe kadar gidip sağa dön.” Aynen yapıyor ama göbek möbek göremiyorum. Geçen vatandaşa soruyorum. O da diyor ki: “Gerideki şu yoldan sola sapman lazım. Dümdüz uzunca gidece’n, asfalta çıktın mı sağa sapaca’n. 500 metre ileride ağaçlık bir bölgede görece’n. Levhalar da var zaten.” Süper. Laf lafı açıyor, nerelisine geliyor. İstanbul deyince, bu vatandaş da İstanbul’u biliyor. Uzun yıllar seyyar satıcılığı yapmış, sebze satmış. Daha da süper.

 

Dediği gibi yapıp lahana tarlaların arasından süren yolun asfalta çıkmasıyla sağ dönüp biraz gidip solda bekleyen TIR’a bu yolun Bor yolu olup olmadığını soruyorum. Dönüşte tekrar içeri girmek zorunda olmamak için. Bor yoludur diyor. Yönlendirme ile girdiğim alanda bir restoran var. Çok güzel bir ortamda. Sağda solda “alkol içilmesi yasak” gibi uyarılar asılmış. Ama restoranda herhalde içiliyordur. Belki de o astı. Kendisinde içsinler diye : ))


Bahçeli beldesinde Köşk Höyük’ün hemen bitişiğinde bulunan Roma Havuzu, Köşkpınar adı verilen eski ve güçlü bir su kaynağının kenarına yapılmıştır. Köşk Höyük buluntuları, buranın çok eskiden beri önem verilen bir yerleşim alanı olduğunu bize göstermektedir. Beyaz mermerden blok taşlar kullanılarak Roma döneminde yapılmış olan havuz, 21x62 m boyutlarında ve 2,5 m derinliğindedir. Yapıldığı dönemde havuz tabanının mozaiklerle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Bu mozaikler günümüze kadar ulaşmamıştır. Roma havuzunun varlığı 1960 yılında su kaynağının kenarına belediyece bir tesis (lokanta) yapılması sırasında saptanmıştır. Bunun üzerine havuz temizlenerek açığa çıkartılmıştır. Bu çalışmalar sırasında ortaya çıkan bazı taşların lokantanın ve lokantaya ait küçük alabalık üretme havuzunun yapımında kullanıldığı söylenmektedir. Bugün her zaman içinde su bulunan Roma Havuzu’nun hemen önünde ağaçlar arasında güzel bir piknik alanı da yer almaktadır.


Havuz muhteşem. İçinde ördekler de yüzüyor. Suyu bile akmakta. Biraz video ve foto çekip keyfine varıyorum. Su toplamak için yapılmış bu havuzun etrafında kim bilir o günlerde nasıl bir yaşam vardı.

 

Bizans döneminde Tyana: Roma İmparatorluğu döneminde yayılmaya başlayan Hristiyanlığın, imparatorluk kurumlarını tanrılaştıran putperest Roma yönetiminin baskıcı tavırları ile karşılaşması kaçınılmazdı. Bu dönemde Hristiyanlık hem hızlı bir yayılım gösteriyor hem de farklı yorumlarla değişim geçiriyordu. Bu değişime karşı çıkanlar Ortodoks düşüncenin oluşumunu hazırladılar. İlk Hristiyanların oldukça acı çektiği bu yıllarda Kayseri Başpiskoposu Basileos (329-379) Kapadokya’da Ortodoksluğun temellerini atıyordu. Roma İmparatoru Julianus Apostata (361-363) döneminde, Kayseri Başpiskoposu Basileos’un bölgedeki etkinliğini kırabilmek için çeşitli baskı yöntemleri uygulamıştır. Bu yöntemlerden sonuç alınamaması üzerine İmparator Valens, Kapadokya Eyaleti’ni 372 yılında kuzey ve güney olarak ikiye ayırarak Basileos’un Kayseri’deki etki alanını daraltmaya yoluna gitmiştir. Bu ayrımdan sonra Kuzey Kapadokya’nın başkenti Kayseri, Güney Kapadokya’nın başkenti ise Tyana olmuştur. Böylelikle Tyana Başpiskoposluk merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde Aksaray, Nazianzos (Bekarlar Köyü) ve Mokisos (Viranşehir) gibi merkezlerin dini anlamda Tyana’ya bağlandığı bilinmektedir.

 

Osmanlı döneminde Kilisehisar: Anadolu’ya Arap akınlarının başladığı dönemde Tyana, Bizans ve Araplar arasında sürekli bir çekişme konusu olmuş ve sık sık el değiştirmiştir. Bu dönemde önemli oranda zarar gören Tyana 810 yılında Abbasi Halifesi Harun Reşit ve 830 yılında Halife Memun tarafından ele geçirilmiştir. Abbasiler zamanında kente bir cami inşa edilmiştir. Memun’un ölümünden sonra önemini kaybetmeye başlayan Tyana’nın daha sonraki yıllarda Arap akınları ile yıkıldığını biliyoruz. Bu dönemden sonra bölgede Niğde ve Bor daha önem kazanan yerler olarak göze çarpmaktadır. Osmanlı döneminde adının Kilisehisar olduğunu bildiğimiz Tyana, etkileyici su kemerlerinden dolayı Cumhuriyet döneminde Kemerhisar olarak adlandırılmıştır.

Cappadocia


Ayrılıyorum mekandan ve Bor yolunu tutuyorum. Yol artık düz, eğimsiz sürmekte. Bir tren yolu üzerinden geçmekteyim, arkamdan gelen TIR yavaşlamak yerine bana korna çalarak yoldan çekilmemi söylüyor. Beter ol, nereye gideyim? Tren yolu zaten dangıl dungul. Mecburen sağda kenarda durarak geçmesine izin veriyor, arkasından küfrü basıyorum. Umarım duymuştur.

 

8 km sonra Bor’un yazısı geliyor. Çekilen foto ve ortası ağaçlı bir yoldan ilçeye yaklaşmaktayım. Bir kavşaktan Şehir Merkezi diye bir rampayı çıktım, kısa ama dikti, %12’yi gösterdi. Geldiğim göbekte arabasına binmekte olan vatandaşa ÖE’yi soruyorum. “Düz git, ama rampa çıkarım dersen soldan sap, gelen yoldan sağ yap, yokuşu çıktığında solunda göreceksin.”

 

Dediğini yapıyorum, peşimden gelip bana sağa sapacağım noktayı da gösteriyor. Burası otoyol, araç trafiği var. Güvenlik şeridi nanay, çizgi üzerinde gidiyorum. ÖE gözüktü bile. Kocaman bir bina... derken zank diye batarya bitmesin! Yenileyecektim ama dalgınlığıma geldi, hiç kontrol etmedim. Yokuşta durmak pek de rahat değil. Arka tekeri kaldırıma yaslayıp 2’nciyi takıyor, biraz paralel gidip tekrar hız kazanıp yokuşu çıkmaya devam ediyorum.

 

ÖE merkez dışında anlaşılan. Yeni olduğu belli. İnternette görmüş ve dinlemiştim zaten evveli gün. Ama ne kadar uzak merkeze? Yürünür mü, araç mı lazım? Bir şehir turu atmak üzere sağdan Şehir Merkezi-Otogar diye sapıp uzunca bir yokuştan inmekteyim. Çarşısına geldim. Sağda sanki kötü bir sinema dekoru gibi bir kale duvarı, bir türbemsi yapı dikmişler. Çok komik duruyor. Devam ediyorum, belediye binası yanında bir lokanta, görünümü itibariyle iyiymiş gibi duruyor. Gelir burada yerim diyorum. Bor inişli çıkışlı bir coğrafyaya sahip. Düz yola rastlamadım. Dağlık tepelik demek burası. O nedenle bisikletli de görmüyorum.

 

Namdar Rahmi Karatay’ın adına şiir yazdığı “Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde’ye)” deyimini TDK, “artık iş işten geçti anlamında kullanılan bir söz” olarak tanımlıyor. Peki, nereden çıkmış bu söz? Bor, Niğde’nin merkeze on üç kilometre uzaklıktaki bir ilçesi ve geçmişten beri pazarları pek ünlüymüş. Çevre köylerden herkes de hem malını satabilmek hem de aradığını bulabilmek için Bor pazarlarına gidermiş. Yine bir pazar kurulacağı gün, bir köylü eşeğini yüklemiş, Bor’un yolunu tutmuş. Ancak dinlenmek için mola verdiğinde bir ağacın gölgesinde uyuya kalmış. Uyanınca panikleyip hemen yola çıkmış. Ama ne görsün, herkes pazarını yapmış evine dönüyor. Bizim uykucu köylüye de “Bor’un pazarı geçti; sür eşeğini Niğde’ye. Yarın oranın pazarına anca yetişirsin.” demişler. İşte, bu deyim zamanla kullanıla kullanıla günümüze kadar gelmiş.

 

Fazla uzatmadan ÖE’ye döneyim, ama şu otelden de bir fiyat alarak. ÖE yerine belki merkezde kalmak daha mı iyi olur? 750 deyince vaz geçiyorum bu fikirden. ÖE’nin otoparkında bisiklete gölgelik bir park dayanağı bulamıyorum, yarı gölge bir yere dayayıp, önce bir merkeze gidişi, bisiklete kapalı mekan işini konuşayım, olmadı 750’yi verir merkezde kalırım. Resepsiyonda müdür yardımcısı Fatih Bey de var. Derdimi anlatıyor; merkeze ulaşım var, bisiklete oda var demesiyle rezervasyon yaptırdığım odayı alıyorum, 500- O.K. Çantaları söküp asansöre, bisiklet sistem odasına, ben 403’e. Temiz, doğru dürüst bir oda. Banyosu yatağı falan dağılmamış. Açıl-saçıl-yayıl, biraz ÖE’nin internetini kullan... Yarınki yolu inceliyorum da, 700 m irtifa kazanmam gerekiyor. Sonraki gün de 2 binlere çıkılıyor. Acaba bu kadar tırmanmak yerine Niğde’de 3 gün mü kalsam, yarın 13 km ötedeki Niğde’ye mi gitsem düşünceleri arasında bir Niğde Ö. H. Üniversitesi Konukevi’ni arayıp 3’üncü günü soruyorum. Ama benim oda dolu. Çift kişilik bir oda var, o da 600 TL. Sonra oradan çık diğerine taşın. Boş ver, ilk programa sadık kal diyerek biraz Bor hakkında bilgi topluyorum.


Bor, halen ticaretin yoğun olduğu bir ilçe ve rivayete göre de Niğdelilerle Borlular birbirlerinden pek haz etmiyor (bir de Nevşehirlilerden). Hatta Borluların “Nerelisin?” sorusuna asla “Niğdeliyim” diye cevap vermediği söyleniyor. Peki adı nereden gelir? Kaymakamlığın sayfasında: Bor; Hititçe ve Frigce’de bulunan Boris kelimesinden alıntıdır. Boris; surlarla çevrili, bölge beyinin konağı anlamına gelir. Bir başka anlamı ise yeşillik ve bolluktur… denilmekte. Ancak Belediye: Araştırmacılar Bor adının Yunanca “Poros” kelimesinden geldiğini ileri sürmektedirler. “Poros”un anlamı ise “Giriş Kapısı, Girek” anlamına gelmektedir. Divan-ü Lûgati’t-Türk ve Derleme Sözlükleri gibi bazı Türk Dili’nin kaynak eserlerinde ise Bor kelimesinin: “şarap, şarap tortusu, kireç, killi toprak, kil ve kireç kalıntısı tebeşir, alçı taşı, tarla, tuzlu” gibi birçok anlamlar taşıdığı görülür... şeklinde açıklamakta. Bir başka kaynakta (BorHaber) ise: Bor ismi, Türk aslı bir oymağın adıdır. Yunanca, yol veya deniz limanı anlamına geldiği söylenen “Poros” kelimesi ile ilgisi yoktur. Ali Haydar Önder’in “Türkiye’nin Etnik Yapısı” isimli eserinde Bor’un Buğu kabilesinin bir oymağı olduğu yazılıdır. Dünyada, özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde bor isimli yerleşim bölgeleri vardır. Bunlar; Niğde’nin ilçesi Bor, Rusya’da eski Türk devleti Kazanların toprağında Volga nehri üstünde Bor, eski Yugoslavya toprağında Bor, Mısır’ın güneyinde Sudan’da Bor, Sibirya’da Lena nehri kenarında Bor, ayrıca Anadolu’da Uluborlu, Keçiborlu (buradaki keçi kelimesi eski Türkçede küçük anlamına gelen kiçi sözcüğünden gelir), Tarakçı Borlu (Safranbolu), Batı Anadolu’da Demirköprü barajı yanında Borlu...deniliyor. Niğde İl Kültür Turizm Müdürlüğü de benzer bir açıklama yapmış ve: Bor kelimesi tamamen özbeöz bize ait olduğu ifade edilmektedir. Türkçe sözlükler incelenirse Bor kelimesinin kireçli-killi toprak, tebeşir, alçı taşı, tarla, boz renk, sulak, yeşillik arazi gibi birçok mana zenginliği taşıdığı görülür... demekte. Bir de bor diye kimyasal bir element yok mu? Simgesi B, atom numarası 5 olan. Buradan bakarsak borizole edildiği mineral olan borakstan, borun kimyasal olarak boraksın karbona benzerliği ile türetilmiştir… ve bilinen en büyük yatakların (dünya rezervinin %73’ü) bizde olduğu, en büyük üreticisi olduğumuz, ayriyeten geleceğin yakıtıdır da denilmekte. Hatta; Türkiye’nin, izin verilmediği, ya da çıkarma yasağı olduğu için bor madenini işleyemediği gibi iddialar da dolaşır sosyal medyada. ABD izin vermiyor diyenler olduğu gibi Lozan Antlaşmasının gizli maddeleri arasında bor madeninin çıkarılamayacağı hükmünün yer aldığı ve Lozan’ın 2023’te sona ermesinden sonra boru çıkarıp işletebileceğimizi öne sürenlere bile rastlarsınız.

BorKaymakamlığı, BorBelediyesi, BorHaber, Vikipedi


3’ü geçe ÖE’den çıkıp karşıya geçip otobüs durağında bekleyen adamla 65’lere biniş nasıl oluyor, kart mı lazım falan diye soruyorum. Kendisi emekli, otobüs şirketindenmiş, hepsini tanıdığından zaten para vermeden biniyormuş. Sen sor bakalım 65 için kimlikle binilir mi diyor. Gelen otobüse biniyor, şoföre durumu soruyor, geç diyor para almıyor. Belediye binası önünde inip zabıtaya 65 meselesini soruyorum. O da doğru dürüst bir cevap veremiyor. Kooperatif araçları para isterler, Halk Otobüsü yazanlara kimlik gösterip ücretsiz binebilirsin diyor. Nasıl memur bunlar anlamak mümkün değil! (...) Yandaki Hilmibey Lokantasında az az yayla çorbası, kuru fasulye, pilav ısmarlıyorum. Onlardan da çoban salata, taze acı biber, kuru soğan geliyor. 85- TL tutuyor. Karnımı doyurduktan sonra çıkıp dolanıyorum.

 

Osmanlı İmparatorluğunun güçlü devlet adamı Sokollu Mehmed Paşa (*), 1574 yılı civarında burada cami, bedesten-arasta ve mektepten oluşan bir külliye inşa ettirmiş. Ancak mektep günümüze gelememiş. İki cadde arasında yer alan Sokollu Camii içten dıştan fotoluyorum. İç mekanda dikkati çeken, mihrap ve minberde görülen bezemeler çok orijinal. Ayrıca yapının iç duvarları ve ahşap tavanı çeşitli şekillerde süslenmiş. Enlemesine yöneliş gösteren dikdörtgen planlı, kırma çatılı ve taş+tuğla gibi malzemeden inşa edilmiş olan caminin (1795 ve 1871’de iki defa onarım görmüş) altında bedesten ve arasta bulunmakta. Sokollu Çarşısı giyimcilerle dolu. Bir iki de tamirci var. Sokollu’nun hazinedarı Tavaşi Hasan Ağa da bu yapıların yanına çifte hamam yaptırarak külliyeye dahil etmiş. Kimdir Tavaşi Hasan Ağa derseniz? "Tavaşi" kelimesi, "hadım" anlamında kullanılan bir tabirdir. Küçük yaşta İstanbul'a getirilmiştir. Ak ağalardan biridir. Daha sonra Sokollu Mehmed Paşa'nın kölesi olmuştur. Sokollu Mehmed Paşa onu azat etmesine rağmen Tavaşi Hasan Ağa ona bağlı kalmıştır. 1579 yılında Sokollu Mehmed Paşa'nın ölümü üzerine onun yaptırmak istediği Niğde'deki Yeni Hamam'ı yaptırmıştır. 1588 yılında ise Üsküdar'da kendi adını taşıyan Tavaşi Hasan Ağa Camiyi yaptırmıştır. Tavaşi Hasan Ağa, 1632 yılında Üsküdar'da ölmüştür. Naaşı, Tavaşi Hasan Ağa Cami'nin mihrap önüne defnedilmiştir.

Vikipedi


(*) Sokollu Mehmed Paşa (1505-1579); Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), II. Selim (1566-1574) ve III. Murad (1574-1594) dönemlerinde sadrazamlık yapmış ünlü devlet adamıdır.

 

Sokak aralarına, biraz içerlere doğru giriyor, yıkık ve sağlam eski evleri, kapıları-pencereleri fotoluyorum. Çamur renginde yapılar. Çoğu oturulmuyor, bazılarında bazı bölümlerinde oturuluyor gibi. Tarihi Eski Hamam’a girmeyip dıştan fotoğrafını alıyorum. Carrefour’dan alınan iki elma ve çikolata ile Sokollu Camii yanındaki çay evinde bir sade (15-) ile dinleniyor, eşe dosta cevap yazıyorum WA’dan. Bor’un tarihçesini okumaktayım: Köşk Höyük’te yapılmakta olan arkeolojik kazıda yerleşimin MÖ 5000 yılına dayandığı anlaşılmıştır. Bölge sırasıyla, Hititlerin, Frigyalıların, Perslerin ve Romalıların eline geçmiştir. Daha sonra uzunca bir süre Bizans yönetiminde kalmasının ardından, Selçukluların önemli idari ve askeri şehirlerinden biri olmuştur. Selçuklulardan sonra bölge XI. yy.da Ertane ve Karamanoğulları arasında paylaşılmıştır. Osmanlı döneminde, 1518 tarihli düzenleme ile Bor Köyü nahiye olarak Niğde Kazasına (Sancağına) bağlanmış, 1584’de yeniden yapılan düzenleme ile Bor Nahiyesi Kaza yapılarak Niğde Sancağına bağlı kalmaya devam etmiştir. Cumhuriyet devrinde idari bölümler yeniden düzenlenince Bor ilçe haline getirilerek Niğde’ye bağlanmıştır. 

 

Bir Kültür Evinin varlığını geç öğreniyorum. Saati geçmiş kapanmıştır deniliyor. Caddenin diğer yakasına girip dolanıyor, kasapların toplandığı halden geçiyor, ne de çok pideci olduğuna şaşırıyor, arabasından şapka satan emekli çavuş ile sohbet ediyor, Şehit Polis Ömer Halisdemir’in (**) mezarını ziyaret etmemi öneriyor, buraya ilişkin bilgiler alıyorum. Asker olmasından dolayı arabada satış yapmasına göz yumuyorlarmış. Emekli olduğundan da vergi mükellefi olmasına gerek görmemişler. Ayrıcalıklı yani. Aslında dinlerken şunu görüyorum, küçük yerlerde yasalar işlemiyor, kişiye göre değişiyor, kişilere göre yorumlanıyor. Ne trafik, ne zabıta, ne polis, ne jandarma.


(**) 1974 yılında Niğde’nin Bor ilçesine bağlı Çukurkuyu beldesinde yedi çocuklu bir aileden gelen Ömer Halisdemir, çocukluğunu Niğde'nin Çukurkuyu beldesinde geçirmiştir. Okul sonralarında Çukurkuyu'da çobanlık yapan Kahraman Şehit Ömer Halisdemir’in Hatice Halisdemir ile olan evliliğinden Elifnur ve Doğan Ertuğrul adlarında iki çocuğu vardır. 15 Temmuz darbe kalkışmasının önlenmesindeki önemli isimlerden biri olan Kahraman Şehit Ömer Halisdemir, 1999 yılında piyade astsubay olarak Türk Silahı Kuvvetlerine katılmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yurt içinde ve yurt dışında görev yapmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milletinin bekasına yönelik yapılan hain kalkışmayı önlemek için canını çekinmeden feda eden Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, Özel Kuvvetler Komutanlığı'na girmeye çalışan darbeci general Semih Terzi'yi, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı'dan aldığı "Vur" emri üzerine alnından vurarak öldürmüştür. Tuğgeneral Semih Terzi’nin yanında bulunan cuntacı askerler tarafından şehit edilen Ömer Halisdemir, büyük bir kahramanlık örneği göstererek 15 Temmuz darbe kalkışmasının seyrini değiştirmiş ve demokrasinin temsili haline gelmiştir.

 

Sokak arasında eski bir bisikletçi görüyor, biraz atölyenin içine bakıyorum. “Baba mesleği” diyor Yavuz Bey ve ekliyor “yokuşlardan dolayı fazla bisiklet yok burada, zaten 7-8 ay iş yapıyoruz. Kışın iş yok.” Dönüşe geçtim. Bir çaycıda çay içip (5-) dönüş otobüslerini soruyorum. Durak karşıda, hepsi Otogardan geçermiş. Beklemedeyim. Parmağıma kimse durmuyor, otostop için. Gelen otobüse atlıyorum, 65 kabul olmuyor, 9 TL’ye ÖE’nin önüne kadar geliyorum. Odada iş yaşamımdan tanıdığım Gülnar Hanımla konuşuyor, dönüşte görüşmek üzere diye sözleşiyoruz. Uzundur görmediğim, bir dönemler sıkça görüştüğüm Urart Galeri yöneticisiyken birlikte bazı foto-röportaj projeleri gerçekleştirdiğim değerli bir dostumdur. Zaman hızla geçiyor, anılar kalıyor. Bazılarını canlandırmak keyifli oluyor. Unutulmuş olanlar tekrar yüzeye çıkınca.


Tarihte Bugün okumaktayım. Çok şey var tabii ki, arasından birsini çekip alıyorum; 1633 yılında Galileo Galilei, Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğünü söylediği için Roma Engizisyon Mahkemesi'nde yargılandı. Engizisyon'un hükmü üç kısımdan oluşmaktadır:


- Galileo'nun ciddi kafirlik şüphesi altında olduğuna ve güneşin hareketsiz olarak evrenin merkezinde durması ve dünyanın hareket etmesi fikrine, İncil'e aykırı bulunmasından sonra bile inanması nedeniyle bu fikrini lanetlemesi ve vazgeçmesi gerektiğine,


- Engizisyon'un istediği gibi hapsedilmesine (bu sonraki gün ev hapsine çevrilmiş ve Galileo hayatı boyunca bu şekilde yaşamıştır),


- Diyalog'un yasaklanmasına ve diğer yapıtlarının (gelecekte yazacakları da dahil) basılmasının yasaklanmasına karar verilmiştir.



- Bor ÖE 0388 3117082 Fatih bey Md. Yrd.

- Saray Otel 0388 3117399

 




 












Ulukışla-Bor

Tur tarihi: 20 Eylül 2023

Alınan yol: 61,74 km
Ortalama hız: 20,2 km/s

En yüksek hız: 54,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 03 dk, dışarıda geçen süre 4 s 02 dk

En yüksek sıcaklık 30 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 22,1 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 568,1 m, kaybı (iniş) 842,9 m
En düşük yükselti 1092 m, en yüksek 1623,1 m

 

Garmin yol bilgileri Ulukışla-Bor

 

Relive yol bilgileri Ulukışla-Bor


08.18 hareket saatim.


ÖE’nin önünden inen yolu takiben karayoluna çıkıp hemen güvenlik
 şeridine geçerek hafif inen yoldan keyifle pedallamaktayım.
 

Sabah olduğundan TIR trafiği daha yoğunlaşmamış. Akşama
 doğru tren vagonları gibi peş peşe diziliyorlar. 


Geldiğim yol ayırımı bana sola dönmemi

 söylüyor, Niğde-Kayseri-Nevşehir-Kapadokya.


Sağım solum sapsarı bir ovanın içinden geçmekteyim. 






Yolun 3 şerit olacağını gösteren tırmanma şeridi işareti geldi. 


3 km.lik bir yokuş. %6 olarak gösterilmiş.


Çaykavak Geçidi (1600 m)


Ardından gelen iniş, ki %5 olarak göstermişler...


 ... 1458 metreye inip düz bir yolda devam etmekteyim.


 Kalabalık bir keçi sürüsü geçiliyor.





Lavanta çiftliği yazısı ilgimi çekiyor (daha sonra internette

 araştırdım, doğru bir yere benziyor; Lavande).


3 km.lik %6’lık bir tırmanışla da geliyor...


 Kolsuz Geçidi (1490 m)


Artık önümde iniş var. 


Asfalt düzgün, rahat kayıyor bisiklet. Kapanmıyorum, arada

 dik durarak biraz rüzgarın frenlemesini sağlıyorum.










Adını, Roma Devrinde şehre su taşınmasına yönelik
 oluşturulan kemerlerden alan Kemerhisar’a geldim.

Renk çok ilgimi çekiyor (sonra her yerde karşıma çıkacak)





 Tyana Roma Hamamı




Bölgeyi 1. Derece Sit Alanı ilan etmişler. 



... ve kemerler karşıma çıkıyor.


Muhteşem, MS 2.-3. yüzyıldan kalma.


Köşkpınar’dan çıkan ve Roma Havuzu’nda biriktirilen
 sular yaklaşık 3 km’lik yolun yarısında yeraltından kanallar
 aracılıyla, diğer yarısında ise yer üstünde su kemerleri
 aracılıyla Tyana antik kentine aktarılmakta olduğu anlatılmış.


Sona doğru gittikçe boyları alçalıyor. En sonundan geri dönüyorum.



Kazı alanı yakınında vatandaşa Roma Havuzu’nu
 soruyorum. Diyor ki: “Kemerlerin sonunu geç, 2 camiyi de
 geç, sonra gelecektir
.” Hoppala! Keşke önce sormuş
 olsaydım, gene aynı yolu geri tep şimdi. 

İlk cami geçildi, devam pedallamaya,
 2. cami geçildi, nerede şimdi bu havuz?



Lahana tarlaların arasından süren yolun...


... asfalta çıkmasıyla levhası karşıma çıkıyor; Roma Havuzu sağ.


Beyaz mermerden blok taşlar kullanılarak Roma döneminde
 yapılmış olan havuz, 21x62 m boyutlarında ve 2,5 m
 derinliğindedir. Yapıldığı dönemde havuz tabanının
 mozaiklerle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Bu mozaikler
 günümüze kadar ulaşmamıştır. 



Havuz muhteşem. İçinde ördekler de yüzüyor... 


... suyu bile akmakta.


Ayrılıyorum mekandan ve Bor yolunu
 tutuyorum. Yol artık düz, eğimsiz sürmekte. 


11.27, Bor’dayım.






Aynı renk, Kemerhisar’daki evlerle.



Bor merkezde sanki kötü bir sinema
 dekoru gibi türbemsi bir yapı dikmişler. 

Bir de kale duvarı var. Çok komik duruyor.



Bugün İstanbul'la birlikte Anadolu'nun birçok şehrinde de

 birbirinden güzel, görünüş bakımından estetik ve

 heybetli saat kuleleri vardır. Saat kulesi yapma geleneği

 Osmanlı'da 16. yüzyılın sonlarında başlasa da

 asıl 18. ve 19. yüzyıllarda yaygınlaşmıştır.



Bor ÖE





Hilmibey Lokantası


Sokullu Çarşısı giyimcilerle dolu. Bir iki de tamirci var.



Sokullu Mehmet Paşa Camii


Çifte Hamam


Sokullu Mehmet Paşa Camii İçi



Orta Anadolu da yer alan Bor'da da iklim ve coğrafya

 özelliklerinden dolayı kendine özgü mimari 

karaktere sahip evler yapılmıştır.









Geleneksel Bor evleri yapıldıkları dönemin kültürünü ve

 sosyal ekonomik yapısını günümüze yansıtmakta, kentin

 görsel, tarihsel ve yaşam değerlerini artırmaktadır. 





Sokak aralarına, biraz içerlere doğru giriyor, yıkık ve sağlam

 eski evleri, kapıları-pencereleri fotoluyorum. Çamur renginde

 yapılar. Çoğu oturulmuyor, bazılarında bazı

 bölümlerinde oturuluyor gibi.
















Arabaya bak eve bak!






Tarihi Eski Hamam’a girmeyip dıştan fotoğrafını alıyorum.



Sokullu Mehmet Paşa Camii


Deve yükü ile eşyan var...






Kültür Evi


Kültür Evi



Ahmet ve Mahmut Bilgin Kültür ve Sanat Evi


Çifte Hamam


Sokak arasında eski bir bisikletçi görüyor, biraz atölyenin içine

 bakıyorum. “Baba mesleği” diyor Yavuz Bey ve 

ekliyor “yokuşlardan dolayı fazla bisiklet yok burada,

 zaten 7-8 ay iş yapıyoruz. Kışın iş yok.”


Çifte Hamam





Şeyh Ahmet Kuddusi Türbesi






19. gün (devamı) Bor–Çiftlik - 17. gün (öncesi) Ereğli-Ulukışla





[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...

 

İstanbul-Bolu


Bolu–Mudurnu, 50 km


Mudurnu-Nallıhan, 50 km


Nallıhan-Mihalıççık, 63 km


Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km


Sivrihisar-Emirdağ, 61 km


Emirdağ-Yunak, 66 km


Yunak-Akşehir, 64 km


Akşehir-Kadınhanı, 76 km


Kadınhanı-Konya, 66 km


Konya II


Konya III


Konya IV


Konya-Çumra, 60 km


Çumra-Karapınar, 77 km


Karapınar-Ereğli, 68 km


Ereğli-Ulukışla, 56 km


Ulukışla-Bor, 61 km


Bor-Çiftlik, 50 km


Çiftlik-Niğde, 42 km


Niğde II


Niğde-Derinkuyu, 60 km


Derinkuyu-Ürgüp, 42 km


Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km


Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km


Kırşehir II


Kırşehir-Kaman, 64 km


Kaman-Keskin, 47 km


Keskin-Kırıkkale, 37 km


Kırıkkale-İstanbul








İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Pergamon ve Sagalassos (Biga–Yanıklar)