8 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Nallıhan–Mihalıççık)


6 Eylül 2023, Çarşamba / Nallıhan - Mihalıççık, 63 km (4. gün)

 

Kalın ağır battaniye ile daha rahat uyuyorum herhalde. Gece uyanmadım. Ama sabah erken uyanıyorum. Oda pek matah değil. Gün ışığı zor giriyor. Dışarıda hava nasıl pek anlaşılmıyor. Rüzgarı görüyorum yaprakların sallanmasından. Kahvaltı da olmadığına göre hazırlanıp yola erken çıkayım. Bugün en heyecanlı rotadayım. 7 sene önce tırsıp çıkmadığım yolu tırmanaca’m.


Sabahın olağan işleri halledilip çantaları sokağa taşıyıp yandaki dükkandan bisikletin alınması ve yüklenmesi. Dün gelmiş olan Fransızların da bisikletleri halen duruyor. Kalkmamışlar anlaşılan. Bisiklet yola hazır. Çekilen foto, yandaki Petek pastanesinden alınan 2 poğaça (18-) ve start. Saat 07.36. 64 km.lik bir yolum var. Bunun 30 km.si tırmanışmış. Ama merdiven gibi değil. Arada düzeliyor sonra gene başlıyormuş. Ancak sağlam olduğu söylendi. 1600 m.de Kartal Geçidi’nden geçiyor. Hava güzel. Hafif puslu ama güneşli. Üzerimde ince yelek ve kolluklar var. Anayola çıkıp yokuş aşağı sürüyorum. Sağda solda park vaziyetinde TIR’lar. Herhalde mola vermiş olan araçlar olsa. 1-2 km sonra sağdan bir ayrım geliyor. Sarıcakaya ve Eskişehir yazmış. Kafa karışıklığı oluyor. Bu kadar yakın değildi sapağım ama yanılıyor muyum? Bekliyorum, gelen geçene sormak için. Değilmiş. Daha ileride, 10 km gibi bir uzaklıkta olduğu söyleniyor. Ama hatırladım şimdi; Sarıcakaya benim kullanmak istediğim yoldu, turu oluştururken. Söğüt üzerinden gelmek için, ama uzundu. Vaz geçmiştim.

 

Sabahın serinliğinde 7 sene önce pedallayıp Beypazarı’na gittiğim yoldayım. İniyor, biraz çıkıyor, hızla yol alıyorum. Ve etrafı izleyerek hafızamı canlandırmaya çalışmaktayım. Hafıza ya da Türkçesiyle bellek; yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücüdür... şeklinde tanımlanmış. Psikolojide ise; bir organizmanın bilgiyi depolama, saklama ve sonrasında ise geri çağırma yeteneği... olarak açıklanıyor ve depolamayı: duygusal, kısa ve uzun süreli olarak üç ana sınıfa ayırıyor. Hafızayla ilgili ilk çalışmalar felsefe alanında yapılmış olup daha çok hafıza geliştirme teknikleri üzerinde yoğunlaşılmış. 19. yüzyılın sonlarında Ebbinghaus kendi üzerinde yaptığı deneyleri irdelemiş olsa da esas olarak 1950'lerden sonra bilişsel psikoloji (cognitive psychology) yaklaşımı içerisinde ele alınmış... Çok derin bir konu, buraya sığmayacak kadar : ))

 

9’uncu km.de sözü edilen ayrım geliyor. Beraberinde bir yol çalışması da. Sağdan Sarıyar Barajı ve Mihalıççık olarak yol devam ediyor. Düz Ankara Beypazarı. Saat 08.04, hava 20,4 °C, 624 m rakımdayım. Şimdilik ortalamam 22,7 km/s. Sapmamla dar, kaba asfalt bir yoldayım. Çevre güzel ama. Tapduk Emre’nin türbesi de bu yol üzerinde olduğundan girişte bir takt üzerine Tapduk Emre Derviş Yolu yazılmış. İki tarafı ağaçlı kısa bir bölümden geçiyoruz. Yolun durumu kaba, rahatsız edici. Sesi çok ve yer yer asfalt dökülmüş. Ama bir inişteyim. %-2-3 bazen eksi 4’le gidiyoruz. Bu durum keyifli tabii. Ama ne kadar inersen o kadar da çok çıkmam gerekir olduğundan, hani yani durumları! (...) Sakarya Vadisi içinden uzunca gidildi. Uzakta dağlar ve coğrafi görünüm çok güzel. Sol tarafım dik, sağ tarafım düzlük. Hıdırlar köyüne soldan giden bir yol. Sağda bir kum ocağı, kamyonlar sıra bekliyor. Yol hakikaten sakat bir durumda. Evsafı çok kötü. Rüzgar da var bugün. 24,8 km/s ortalama ile gide gide 408 m.ye inildi ve 20’inci kilometrede Emremsultan köyü geliyor. Tapduk Emre’nin türbesi burada. Ziyaret edeyim bu kadar gelmişken. Velespiti duvara dayayıp taş merdivenleri zar zor çıkarak, kaslar başka türlü çalıştığından, türbeye ulaşıyorum. Bir aile kahvaltı etmekte. Bana da kurabiye ikram ediyorlar. Ülkemizde Yunus Emre ve Tapduk Emre’nin ne de çok yerde türbeleri bulunur. Hangisi doğrudur, gerçektir bilinmez. Herkes kendinde bilir. Belki de böylesi iyidir. Bilmiyorum bu inanç nasıl bir şeydir?

 

Tapduk Emre Horasanlı olup 1210-1215 yılları arasında doğduğu sanılmakta. Ahmet Yesevi’nin müridi olup Orta Asya’dan, Moğol istilaları sırasında gelerek, 1200 ile 1300’lü yıllar arasında İç Anadolu bölgesinde, Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna ile aynı çağda yaşadığı ve Yunus Emre’nin hocası olduğu söyleniyor. Tapduk sözcüğü, İslamiyet öncesi Türk topluluklarında da var olan bir isim. Araştırdığımda Tapduk, Türk ve Altay mitolojisinde yer alan söylencesel bir kahraman. Tapdık/Taptık/Taptuk da denildiği, kötücül varlıkları temizlemek için gökten yere indiğine inanılan efsane figür. 

 

Saat 08.37. Ayrılıyorum Emremsultan’dan, kayaların arasından açılmış bir yardan geçerek. Hava 24,1 °C. Suyu neredeyse kurumuş olan bir dere, üzerinden Sazak II köprüsüyle geçip 2 km sonra geldiğim yol ayırımında Sarıyar Barajı için soldan devam ediliyor. Mihalıççık ise sağdan, Sakarya Nehri üzerindeki köprüyü geçmemle Eskişehir il sınırına da girmiş oluyorum. Sağda bir büfemsi yer ve mesire alanı, paralı ama. Uzaklarda bir köpek ısrarla kendini bana belli etmeye çalışıyor, havlayarak.

 

Ve Sarıyar köyüne girmeyip sağdan sapılınca rampa görülüyor. Haydi bastır Ankaragücü. 397 m.den başladık, tırmanıyoruz. Yol aynı yol. Tek şerit dar ve pütürlü. Saat 08.45. Hemen %12’yi görüyorum. Dik dönemeçleri dıştan alarak bu bölümü geçmeye çalışmaktayım. Biraz çıktıktan sonra %3’e düşüyor eğim. Tepelerde ahırlar var, küçük mü büyük mü? Yani başı. Hayvan görmüyorum ama! Ve sabırla pedalları döndürerek ufak ufak yükselmekteyim. Kafamdan daha önce yapmış olduğum turlar-tırmanışlar geçmekte. Bazı bölümler eskilere benziyor. Veya bana eskileri hatırlatıyor. Oralara gidiyor aklım. Neresiydi diye hatırlamaya çalışıyorum. Hava 22,3 °C. Saat 09.16, 732 m.ye çıktım ve devam tırmanmaya. 27,81 km geride kalmış. Ortalamam da 19,6 km/saate düştü. Düşer tabii, 7 km hızla tırmanıyorum, 6’ya da indiği oluyor. Yürüme hızı nerdeyse. Havada esinti var, puslu. İyi ama, cayır cayır yakmıyor! Güneybatı doğrultusundayım. Benim yönümde giden-geçen kamyonlar oluyor, karşıdan tek bir araba geldi. Onun dışında trafik yok. Hava tertemiz, mis gibi. Çok güzel buraları. İnanılmaz keyifli bir yer. Sonunda 752 m ilk zirveye ulaşıyorum. Saat 09.22. Hava 22 derece. Ardından iniş geliyor. İniyoruz iniyoruz ve düştüm 667 m.ye. Şimdi tekrar 800 küsurlara çıkılacak, gene inilecek bir miktar ve 1200’ye tırmanılacak. Böyle kademeli bir yükseliş olacak. 



Başladık gene tırmanmaya. Kıvrılan bir yol. Bazen düzeliyor bazen dikleşiyor… Böyle sürerek 802 metrelik bir tepeye ulaştırıyor beni. 34,9 km.deyim. Burada %10’luk bir iniş gösterilmiş ama öncesinde 2. bataryaya geçiyorum. Saat 09.44. Ortalamam 18,6 km/s, hava 23,9 °C. Ve bıraktım kendimi yer çekimine, iniyoruz iniyoruz gene...  Çıkarken of-pof, inerken vay anam vay... Kaybedilen irtifa sonrası 719 m.deyim. 35’inci kilometredeyim, Gürleyik köyü burası. Zafer Bey mola verirsin demişti. Hatta kahvede Neco vardır, selamımı söyle. Ama iyiyim, şimdi ara verip tempoyu düşürmeyeyim-devam diyorum. Saat 09.52. Hava 27,2 °C. Yolum iniyor, Gürleyik Şelalesi yanından geçiyor. Duruyor bakıyorum. Gör demişti Zafer Bey. Toprak bir patika inmekte. Şelale gözükmüyor. Yakın mı uzak mı? Şimdi kilitli ayakkabılarla bu toprakta inmek bir hayli sıkıntılı olabilir. Dönüşü de var. Boş ver diyorum. Burada ücretli kamp alanları, 5-6 irili ufaklı doğal havuzların olduğu, 3 km üstünde bir ikinci şelalenin (Subaşı) daha bulunduğunu anlatmıştı Zafer Bey. Ve böylece 650 m.ye inmiş oldum gene. Şimdi buradan 1200 m.ye çıkacağız. Sıkı bir tırmanış olacak.


Ve tekrar başladım tırmanmaya. Şarkılar mırıldanıyor, düşüncelere dalıyor, bazen sadece önüme-yere bakarak robot gibi çeviriyor, arada durup eldeki bilgilere bakıp ne kadar kaldı, neresindeyim yolun diye kontrol ediyorum. Hani umutlanayım mı yoksa kaygıya mı kapılayım, bu rampa ne zaman bitecek?! Bazı yerlerde telefon çekmiyor, E harfini gösteriyor. Ve Dinek köyüne kadar çıkan yol orada düzleşiyor. Çeşme çıkmadı bir türlü yol üstünde. Sağda evi önünde oturan, hamur yoğuran köylü kadına çeşme soruyorum. Ne yapacaksın? (Soruya bak!) Su içece’m. Gel, arkada var diyor. Çöp konteynerine dayayıp suyumun eksiğini tamamlıyorum. Ama musluktan aktığından soğuk değil. Yani girdim boş çıkmayayım diye dolduruyorum. Kadın da farkında ve ileride cami altındaki çeşmedeki soğuktur diyor. Fazla uzak değil. Durup doldurmaya çalışıyorum ama öyle cılız akıyor ki zaman alıyor doldurmak. Mevcut suyu dökmüyor, kırmızı mataraya aktarıyorum. Bu arada aklıma geldi. Sahi, kırmızı büyük diye daha küçüğünü almıştım. Unuttum değiştirmeyi gene bunu almışım. Bak şu kafaya : ))


1262 m.ye çıktım. 3’üncü zirvedeyim. Saat 11.11. 47,63 km olmuş Nallıhan’dan çıkalı. Ortalamam 16,4 km/s. Hava 29,3 °C. Şimdi biraz inilecek, sonra 1600’e çıkılacak. Haydi, fazla oyalanma diye tekrar yola çıkıyorum. Kamyonlar geçiyor. Bazıları KGM’ye ait. Başta araç azdı ama sonra arttı. Bana doğru da gelen oluyor artık. Hava az da olsa değişti. Coğrafya da. Mekanik bir şekilde pedalları döndürüyor, etrafı izliyorum. Aklıma, geçenlerde bir belgeselde izlediklerim geliyor; Uçan Hollandalı. Doğunun zenginliğini sömüren Hollanda gemilerinden birinin efsanesi. Şöyle ki: Van Der Decken'in kaptanlığını yaptığı Uçan Hollandalı mola vermek için Ümit Burnu'na yönelir fakat gelen fırtına bulutlarını fark etmezler ve limana doğru ilerlerler. Bölge kayalıktır. Fırtına çıkınca gemi kayalara çarpıp alabora olurken Van Der Decken "Ne pahasına olursa olsun Ümit Burnu'nu geçeceğim" der, ancak gemi batar ve tabii ki bu sözü gerçekleşmez. Fakat bölgedeki insanların bazıları birkaç fırtınada bu gemiyi gördüklerini anlatırlar ve bu efsane dilden dile yayılır. Ardından Uçan Hollandalı bir efsane olarak tarihteki yerini alır. Yazarlar, çizerler, besteciler de bu hikayeye yer veriler eserlerinde. Richard Wagner’in de ilham kaynağı olur ve Der fliegende Holländer adıyla 3 perdelik bir opera besteler (1843). Belgeselimiz de burada biter, pedallamaya devam eder : )) Geldim Sorkun’a. Çömlekçiler köyü. Zaten belli oluyor. Sağda solda ateşler yanıyor dumanlar tütüyor. Yol kenarındaki tezgahlarda çeşit çeşit ürünler satılmakta. Sorkun köylüsünün, en gencinden en yaşlısına kadar 800 yıldan beri çömlekçilik ile uğraştığı, köy halkının tamamının evini “atölye ev“ olarak kullandığı anlatılıyor. Neolitik dönemde uygulanan teknikle çamuru şekillendiriyor, kap kacak yapıyor ve aynı dönemin yöntemiyle çömleklerini açıkta pişiriyorlar. 

 

54,7 km.deyim ve 3. bataryaya geçiyorum. Saat 11.41, rakım 1346 m, hava 29,5 °C, ortalamam 16,1 km/s. Durmuşken poğaçadan da bir ısırık alıyorum. Solumda telle çevrili bir alan, kapısında Namaz Yangın Havuzuyazılı. Bunlar orman yangınlarına müdahale edebilmek için su bulunmayan bölgelere inşa edilenlerden olmalı. Haberlerde duymuştum. Hani namaz bölgenin adı mıdır, ne ilgisi vardır havuzun namazla, burada sorulacak sorular arasında yer almakta. Ve devam tırmanmaya. Ancak hafiften sıkılmaya başladım. 8’den beri pedal çeviriyorum. Ya sabır ya sabır. Bu da çile çekmenin bir yolu. Başka nasıl ereceksin ki :)) Çık babam çık, döndür babam döndür, oflayarak puflayarak… Ha gayret mayret derken uzakta levhası görüldüğünden bir sevinç bir çığlık. Geldim, deldim, becerdim. Sündiken Dağlarının (*) zirvesinde yer alan Kartal Geçidi’ndeyim (1610 m). Haleluya… (**) Sevinçten Firu’yu arıyor becerimi paylaşıyorum. (Saat 12.20, ort. 15,4 km/s, 28,9 °C)

 

(*) Güneyinde Eskişehir Ovası, kuzeyinde Sakarya Nehri bulunan Sündiken Dağları, doğu-batı doğrultusunda uzanıyor ve dağların uzunluğu 120 km, kuzey-güney genişliği 30 km'dir. Karadeniz Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesinin sınırını oluşturur. Kuzeyde Sakarya Nehri kıyılarında 300 m rakımdan başlayan dağlık kütle, 1500–1800 m yüksekliklere ulaşır, güneyde dik yamaçlarla Eskişehir Ovası'na, 800 m'ye iner.

Haberler


(**) Hallelujah kelimesi İbraniceye göre 'hillel' ve 'jah' sözcüklerinden ortaya çıkmıştır. Bu kelimelerden hillel sözcüğü şükür ve övgü demektir. Jah sözcüğü ise Tanrı anlamına gelir. Bundan dolayı iki kelime birleştiği zaman Tanrı'ya şükürler anlamı ortaya çıkar. 

Milliyet


Foto moto, biraz nefeslenmek sonrası saldım çayıra... Ne derler ardından? Mevla’m kayıra. Yani? Yol buradan Mihalıççık’a kadar inecek, aradaki ince tırmanışlar dışında. 7 km.lik yolu kısa sürede alıyor, Şehir Merkezi diye soldan sapmamla yokuş aşağı varıyorum ilçeye. Stil Otel de hemen ortalıkta. Velespite yer arayıp bulup otelin yanındaki kahvede dinleniyor ve Eyüp Beyi arıyorum, otel için görüştüğüm kişi. Telefonla ulaşılamıyor, çalıyor açılmıyor. 2 çay 1 soda sonrası yandaki belediye binasında Yazı İşleri Müdürü Ramazan Beye uğruyor, yer konusunda telefonla kendisiyle konuşmuştum, sade eşliğinde sohbet ediyoruz. Buranın kirazı meşhurmuş. Lezzeti ve kalibresi bakımından dünyanın her yerine ihraç edildiği, her yıl temmuz ayında yapılan festivaline çokça ziyaretçinin geldiği, 5-6 km uzaklıktaki Tabiat Parkı, içinde bir de oteli olan (ama fotolardan anladığım fiyatı yüksek, beni aşar), bilgiler ediniyorum. Belediye başkanı DSP’liymiş. Şaşırdım doğrusu. DSP nasıl çıkarmış? Ama belediyede kişi önemli, o kazanıyor. Ve başkan çok seviliyor ve tutuluyor ilçede diyor. Üstelik de buralı değil. Damat.


Eyüp Bey oteldeymiş. Kayıt yapılıyor, 225 lira çekiliyor ve No 207 bana ait oluyor. Ancak 2 kat, 3 postada eşyaları çıkartmak öldürüyor beni. Açıl saçıl yayıl durumları, duş, biraz uzanmaca, internet var ama modemi görmüyor telefon, ve mideyi rahatlatmak için, 3 buçuk gibi hemen binanın diğer yanındaki lokantada (Eren Pide Salonu) az az nohut, bulgur, yoğurt, onlardan ikram yeşillik ve acı biber ile işi çözüyorum (60-).

 

Bim’den alınan çikolata ile çaycıda içilen sade (15-), masadaki maden işçisiyle sohbet. 7500 lira emekli maaşı alıyormuş. Geçinemediğinden yakınıyor. Ne büyük ayıp değil mi, devletin emeklisini süründürmesi? Bir de sanki 20 yıldır yöneten kendi değilmiş gibi vaatlerde bulunması tam bir güldürü. Biraz sokak aralarına girmece, ama hava sıcak ve yorgunum, odaya dönüyor, uzanıyor, gelen internetten faydalanarak tablette sörf yapıyorum. İlçenin adını söylerken cak-cuk sesleri bazen adamın ağzında birbirine giriyor ve C’miydi Ç’miydi karışıklığını doğuruyor. Mihalıççık isminin Köse Mihal'den veya oğlu Mihalgazi'den geldiği yönünde pek çok rivayet olmakla beraber henüz kesin belge elde edilemediği açıklanmış belediyenin sitesinde.


Havanın serinlemesiyle 6 buçuk gibi dolanmaya çıkıyor, fotolar çekiyorum. Çok köpek var ortalıkta, yavrular da. Bunlar arada kendileriyle kavga da ediyorlar. Havlama sesi kesilmiyor. Dikkatimi çeken, arabalar yeni evler eski. Mimari açıdan çirkin, dökük yapılar. Kötü tabi. Muhtemel içleri de öyledir. İçki içmeyi seviyor olmalılar. Tekel bayileri görüyorum. İçki içebilecekleri bir restoran da var. Bir tek Ziraatbank’a rastladım. Bim dışında bir de aşağıda A101 varmış. 1-2 yeni yapı, birinin altında da Bim var zaten. Ve merkezde Eskişehir’e kalkacak bir belediye otobüsü yolcusunu beklemekte. Turumu tamamlayıp Bim’den alınan kefir ve su ile odaya dönüp rutin işleri hallediyorum. İnternetin olması müzik dinlememe fırsat veriyor ve beni Cuba’nın sıcak müziği ve havasına götürüyor: Havana D'Primera; Alexander Abreu tarafından 4 Ekim 2007'de Havana'daki Hotel Habana Libre'nin Cabaret Turquino'sunda ilk canlı performanslarını sergiledikleri tarihte kurulan Kübalı bir Timba grubudur. Grup, Küba müzik sahnesindeki üst düzey müzisyenlerden oluşan ve toplam 16 üyeli bir ortaklık. Solist ve söz yazarı Alexander Abreu sanatsal kariyeri boyunca birçok ödül aldı: 2000 yılında En İyi Timba Trompetçisi ve 2001 Latin Grammy Ödülleri'nde La Rumba Soy Yo albümü için En İyi Folk Albümü. İşte size sımsıcak bir parça: Siempre Si (Daima Evet)



- Stil Otel 0536 2013626 Eyüp bey

- Mihalıççık Bel. 0222 6312007/6312210 dah. 6, Ramazan bey Yz. İşl. Md.

 




 














Nallıhan-Mihalıççık

Tur tarihi: 6 Eylül 2023

Alınan yol: 63,42 km
Ortalama hız: 16,2 km/s

En yüksek hız: 73,5 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 54 dk, dışarıda geçen süre 5 s 17 dk

En yüksek sıcaklık 31 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 25,4 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1875,4 m, kaybı (iniş) 1178,8 m
En düşük yükselti 386,4 m, en yüksek 1612 m

 

Garmin yol bilgileri Nallıhan–Mihalıççık

 

Relive yol bilgileri Nallıhan–Mihalıççık

 

Dün gelmiş olan Fransızların da bisikletleri

 halen duruyor. Kalkmamışlar anlaşılan.


07.36 hareket saatim.


Anayola çıkıp yokuş aşağı sürüyorum. 


Hava güzel. Hafif puslu ama güneşli.


Sabahın serinliğinde 7 sene önce pedallayıp Beypazarı’na gittiğim 

yoldayım. İniyor, biraz çıkıyor, hızla yol alıyorum….


Ve etrafı izleyerek hafızamı canlandırmaya çalışmaktayım. 


9’uncu km.de sözü edilen ayrım

 geliyor. Beraberinde bir yol çalışması da. 


Sapmamla dar, kaba asfalt bir yoldayım. Tapduk Emre’nin

 türbesi de bu yol üzerinde olduğundan girişte 

bir takt üzerine Tapduk Emre Derviş Yolu yazılmış. 


Yolun durumu kaba, rahatsız edici. Sesi çok ve

 yer yer asfalt dökülmüş. Ama bir inişteyim. 


İki tarafı ağaçlı kısa bir bölümden geçiyoruz. Çevre güzel ama.



%-2-3 bazen eksi 4’le gidiyoruz. Bu durum keyifli tabii. Ama

 ne kadar inersen o kadar da çok çıkmam gerekir

 olduğundan, hani yani durumları!





Sağda bir kum ocağı, kamyonlar sıra bekliyor. 


Yol hakikaten sakat bir durumda. Evsafı çok kötü. Rüzgar da var bugün.




20’inci kilometrede Emremsultan köyü 

geliyor. Tapduk Emre’nin türbesi burada. 




Tapduk Emre Türbesi 



Tapduk Emre Türbesi İçi



Ayrılıyorum Emremsultan’dan...


... kayaların arasından açılmış bir yardan geçerek.



Suyu neredeyse kurumuş olan bir 

dere, üzerinden Sazak II köprüsüyle geçip…



… geldiğim yol ayırımında Sarıyar Barajı için soldan

 devam ediliyor. Mihalıççık ise sağdan…


… Sakarya Nehri üzerindeki köprüyü geçmemle 

Eskişehir il sınırına da girmiş oluyorum. 





Sarıyar köyüne girmeyip sağdan sapılınca rampa görülüyor. 



397 m.den başladık, tırmanıyoruz. Yol aynı

 yol. Tek şerit dar ve pütürlü. 


Sabırla pedalları döndürerek ufak ufak yükselmekteyim.



Havada esinti var, puslu. İyi ama, cayır cayır yakmıyor! 


Güneybatı doğrultusundayım




Geldim Sorkun’a. Çömlekçiler köyü. Zaten belli oluyor. Sağda

 solda ateşler yanıyor dumanlar tütüyor. 



Yol kenarındaki tezgahlarda çeşit çeşit ürünler satılmakta. 







Ve devam tırmanmaya. Ancak hafiften sıkılmaya

 başladım. 8’den beri pedal çeviriyorum. Ya sabır ya sabır. 


Ama çok güzel bir coğrafyadayım.


Kartal Geçidi (1610 m)


12.36, Mihalıççık’tayım.


Şehir Merkezi diye soldan sapmamla yokuş aşağı varıyorum ilçeye. 



Stil Otel





Eren Pide Salonu


Stil Otel






Bir yerden sana para gelecek...


Dikkatimi çeken, arabalar yeni evler eski. 


Mimari açıdan çirkin, dökük yapılar. Kötü

 tabi. Muhtemel içleri de öyledir. 












Çok köpek var ortalıkta, yavrular da. Bunlar

 arada kendileriyle kavga da ediyorlar.




Eskişehir’e kalkacak bir belediye otobüsü yolcusunu beklemekte. 





















5. gün (devamı) Mihalıççık-Sivrihisar - 3. gün (öncesi) Mudurnu-Nallıhan