15 Eylül 2023

[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri... (Konya II)

 

13 Eylül 2023, Çarşamba / Konya II (11. gün)

 

Rahat bir uyku çektim. Uyanışım 7 buçuk. Bugün yola çıkmadığımdan rahatım. Konya’daki 2. günüm olacak. Biraz tabletten haberlere bakıyorum, sonra bir iki parça çamaşır yıkıyor perdeye mandallıyorum, kurusun diye. Kahvaltıya inişim 8 buçuğu az geçe. Açık büfe, aman aman değil ama. Kendime bir tabak hazırlayıp iyicene doyuruyorum mideyi ki tüm gün idare etsin. Bugün Arkeoloji ve Etnografya müzelerini ile Mevlana’yı ve de Panorama Müzesine bakmak istiyorum. 10’a doğru ÖE’den ayrıldım. Otobüs durağına yürüdüm ama dün pat diye gelen 8A’dan bu sefer ses yok. Bekleyeceğime yürüyeyim. Gerçi yakın değil, öyle yürünecek gibi. Ama en azından beklemekten kurtulurum. Daha 100 m kadar gitmedim, yolda, kesilmiş mi nedir bilemiyorum, çakılı bir direk parçasına ayağımın takılmasıyla kendimi havada, ardından da yerde buluyorum. Uçtum adeta sol tarafıma. Neye uğradığımın şaşkınlığı içinde kendimi yokluyorum. Acaba ne oldu? Yoksa tur sonlandı mı? Çok kızgınım. Sıyrıldı tabii dirsek ve diz. Omzum ağrıyor, üzerine düştüğümden. Yani yuh desem az kalır! Hangi beyinsiz mahlukat bunu bırakmış olabilir ki? Sinirimden kuduruyorum. Hani daha sıcak, sonra sıkıntı verip binişime engel olur endişesi içindeyim.


Gelen 2. durakta beklerken geçen minibüse atlayıp 11 TL’ye MKM’ye gelip ilkin Panorama Müzesi’ne 65’le giriş yapıp gezmekteyim. Ortadaki açık avluda Türkiye’deki ve dünyadaki Mevlevihanelerin maketleri sergilenmekte. Dünya üzerinde 170, Türkiye’de ise 35 kadar Mevlevihane bulunduğunu, bunların en büyüğünün Gelibolu Mevlevihane’si olduğunu öğreniyorum. Bu sene haziran ayındaki bahar turumda gezip görmüştüm. Gerçekten etkileyici bir mekandı. Daha sonra gelen, galeriye inen girişlerin tam ortasında büyükçe bir alanda bulunan pano üzerinde, Selçuklu Devletinin yapılarında kullandığı sembollerin anlamları anlatılmış. Bunlar: sekiz köşeli yıldız, çift başlı kartal, kanatlı insan-melek figürü, insan başlı kuş (tuğrul, siren, simurg, zümrüdü anka), gergedan ve boğa kabartması, 24 kollu yıldız sembolleri mesela. Örneğin; 8 köşeli yıldız, cennetin 8 kapısı ve 8 manevi değeri sembolize ettiği ve bunları: merhamet ve şefkat, sabretmek, doğruluk, sır tutmak, sadakat, fakirliğini ve acizliğini bilmek, cömertlik ve Tanrıya şükretmek olarak sıralanmakta. Aynı zamanda Güneş ışınlarının dünyaya 8 dakikada bir gelmesi bakımından sekiz sayısı kozmik dengenin sayısı olarak da kabul edilmekte-imiş.

 

Galeri bölümünde ise Hz. Mevlana’nın hayatı büyük boy tablolarla anlatılıyor. Çocukluğu, Konya’ya gelişi, Şems-i Tebrizi ile buluşması, Moğol istilası sırasındaki duruşu, hasta yatağındaki son günleri ve cenaze töreni gibi... Ardından girdiğim panorama kısmı, 13. yy.da ki Konya’yı anlatan, hatta adeta yaşatan bölüm. Burada tacirler, sanatkarlar, Anadolu’ya sığınan alimler başta olmak üzere papazlar ve azizler de yer almış, şehrin hem ırk hem de din çeşitliliğine dikkat çekilmekte. Özellikle resmedilmiş tüm kişiler nedense sakallı ve başlarında sarık, kep, şapka var. O dönemde başı açık dolaşılmıyormuş herhalde. Çocukların bile başlarında kep var. Tek bir kişi resmedilmiş başı açık, o da tip itibariyle Gayrimüslim’e benzemekte. 2017 tarihli bu müzenin ardından Şehitler Anıtı ve Müzesi’ni geziyorum. Burada, başta İstiklal Harbi olmak üzere 1. Dünya Savaşı, Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekatı ve iç güvenlik sırasında canını feda eden şehitlerin isimlerinin bulunduğu iç avlu, tarihteki 16 Türk devletinin bayraklarının olduğu havuzlu yol ve Gaziler Lokali yer almakta. Ayriyeten, Çanakkale Harbi Cephesi, 1915 yılı sonrası Konya’nın durumu, İstiklal Harbi hazırlığı, harp ve savaşın kazanılmasından sonraki Konya ve köy hayatını anlatan bir de maketlerin olduğu bölüm var.


Mevlana Müzesi’ne giriş ücretsiz. Ama çok büyük bir kalabalık var. Özellikle çekik gözlüler gelmiş. Nereli bilemedim. Hepsini birbirine benzetirim (onlar da bizi benzetirlermiş). Aralarından sıyrılıp, nerede az insan orayı seçerek, bazen ters yönde hareket ederek gezmekteyim. Şimdi okuduklarımdan öğrendiklerime göre: Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Bâhaeddin Veled'e hediye edilmiştir. Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 tarihinde vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir. Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir. Sultânü'l-Ulemâ'nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracaat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna: "Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur" diyerek bu isteği reddetmiştir. Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince, Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled, Mevlâna'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir. "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine, 130 bin Selçukî dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştır. Bu tarihten sonra inşaî faaliyetler hiç bitmemiş, 19'uncu yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir... denilmekte ve devamında; Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Asâr-ı Atîka Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başlamıştır. 1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı Mevlâna Müzesi olarak değiştirilmiştir. 

 

Derviş hücrelerini gezip, farklı kişilere ait türbelere de bir göz atıp, Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana binaya geçiyorum. Burada Mevleviliğe ait eserler ile el yazması kitaplar, levhalar, kandiller ve musiki aletleri sergilenmekte. Ve de Mevlana’nın sandukası. Sandukanın yüzeyi geometrik ve bitkisel motifler ile Mesnevi ve Divan-ı Kebirden alınmış beyitlerden oluşan yazı kuşakları ile süslü. Üzerindeki örtü, Sultan II. Abdülhamid tarafından 1895 yılında deri üzerine atlas kumaştan yaptırılmış. Çok etkili bir mekan. Ama çok büyük bir ziyaretçi kalabalığı, ‘selfie’ çekenler, huşu içine girenler... arasından sıyrılıp ayrılıyorum.

 

Mevlana ve Şems-i Tebrizi arasındaki ilişki çoğu kişiyi merakta bırakan bir konudur. Farklı farklı anlatılar var. Kimi bunun eşcinsel bir ilişki olduğunu da öne sürer. Şöyle ki: Şems’i tanıyana kadar Konya’da mütevazı bir din bilgini olan, öğrencileriyle, ailesiyle vakit geçiren Mevlana’nın günlerden bir gün Konya’nın İpekçiler Çarşısı’na gelen tüccar Şems’i görünce dünyası değişmiş. İki erkek sürekli eve kapanıp sohbet etmeye başlamışlar. Mevlana’nın önce kılık kıyafeti değişmiş, abartılı bir giyim tarzını benimsemiş, ardından ailesini, öğrencilerini, ona bağlı müritlerini ihmal etmeye başlamış, öyle ki, müritlerin çoğu Şems’e düşman olmuşlar. Bunun üstüne Şems bir gün gözden kaybolmuş, müritler önce çok sevinmişler ama Mevlana öyle bir yemeden içmeden kesilmiş, öyle bir elden ayaktan düşmüş ki, sonunda müritler Şems’i bulup yeniden Konya’ya getirmeye karar vermişler. Getirmişler ve bu kez Mevlana, Şems yeniden gitmesin diye 68’lik Şems’le 18’lik üvey kızı Kimya Hatun’u evlendirmiş. Ama bu evlilikten hemen sonra Kimya sararıp solmuş ve ölmüş. Şems de temelli Konya’dan ayrılmış. Rivayete göre öldürülüp bir kuyuya atılmış... Yani ne demeli bilemiyorum? Günümüzün zengin işadamlarından Ethem Sancak’ın Erdoğan’ı tanıdıkça

aşık oldum. Doğrusu solculuk dönemlerimde Mevlana ve Şems arasındaki

aşka anlam veremiyordum, sonra gördüm ki, böyle bir aşk iki erkek arasında olabiliyormuş” sözlerini duyduğumda, olabiliyormuş demek ki demek mi lazım?

 

Sırada Mevlana Müzesinin yanında yer alan, Selimiye Camii olarak da bilinen, Sultan Selim Camii var. Dıştan foto alıp giriyorum. İçeride temizlik mi var, orta kısımda kurulu bir merdiven, kablolar yerlerde dolanıyor. 1-2 kişi işçi tulumlarıyla dolanmakta. Şöyle tanıtılmış burası da: II. Sultan Selim’in Konya Valiliği sırasında 1558 yılında yapımına başlanmış ve 1567 yılında tamamlanmıştır. Klâsik Osmanlı mimarîsinin Konya’daki en güzel örneklerinden biridir. Plan itibari ile İstanbul’da bulunan Fatih Câmii’ne benzemektedir. Merkezî kubbe ile örtülü mekân tek yönden yarım kubbe ile genişletilmiştir. Yedi kubbeli son cemaat mahalli ile iki minaresi bulunan câminin iç mekânı kalem işi ile tezyin edilmiştir.

 

Camiden çıkıp Arkeoloji ve Etnografya Müzelerini bulmaya doğru, çarşıların içinden geçerek yürüyorum. Ciğerci’nin de Hilal’i mi olurmuş demeyin. Konya’da var. gelirseniz siz de görürsünüz : )) 20 dk.lık bir yürüyüş sonrası, Google yardımıyla geldiğim Arkeoloji Müzesi yakınında bulunan Sahip Ata Camii’yi ilkin ziyaret ediyorum. Girişinde yazanlardan edindiğim bilgiye göre; külliyenin en eski yapısı olduğu, caminin yanında türbe, hankah, hamam, çeşme ve dükkanların bulunduğu, 1871’de geçirdiği yangın sonrası bugünkü düz çatılı beş sahınlı haliyle yananın yerine yapıldığı, yanan camiden kalan ayaklar ve başlıklar caminin ahşap direkli, kirişleme çatı üzerine toprak örtülü olarak inşa edildiğini göstermektedir şeklinde. Tarih: 1258 / Yaptıran: Selçuklu Veziri Sahib Ata Fahreddin Ali / Mimarı: Kelük bin Abdullah.

 

Arkeoloji Müzesinde, Neolitik Çağdan başlamak üzere, Eski Tunç, Orta Tunç (Asur ticaret kolonileri), Demir (Frig, Urartu) Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans Devrine ait eserler sergilenmiş. Müzenin prehistorik eserler salonunda ise, Erbaba, Süberde, Çatalhöyük kazılarında bulunan Neolitik Çağa ait eserler, elde yapılmış pişmiş toprak kaplar, obsidiyen ve çakmak taşından yapılmış ok ve mızrak uçları gibi eserler yer almakta. Ne var ki Konya için çok küçük kalmış bir müze, ancak girişte yer alan Roma Devri lahitleri dikkat çekici. Bahçede ise, Sille ve Konya merkezinden gelen Bizans Devri taş ve mermerden yapılmış mimari parçalar, mezar taşları ile Roma Devri (MS 2., 3. yy.) mezar stelleri sergilenmekte. Devam, ardından 200 m uzağında bulunan Etnografya geliyor. Burası çok hoşuma gitti. Farklı bir sergileme yöntemi seçmişler. Genelde mankenlerle yaşamdan kesitler anlatılır, oda oda, yerde oturup yemek yiyenler, çalışanlar, esnaflar vs. Burası vitrinlerde, o zamana ait objelerin altlarına açıklamalar koyarak sergilemeyi seçmiş. Neler mi var? Kadın kıyafetleri ile değişik işlemeli örtü ve peşkirlerinden oluşan etnografik eserler, iğne oyası, kese ve Türk kumaş örnekleri ile geleneksel Türk el sanatları ve dokumaları, Selçuklu ve Osmanlı anahtar ve kilit örnekleri, dövme tekniğinde yapılmış bakır ve pirinç kazan, tencere, tas, sini, lenger, ibrik, şifa tası gibi madeni mutfak eşyaları; cam ve porselen kaplar, gümüş ve pirinç şamdan, buhurdan ve mumluklar; ahşap ve madeni kahve tavası, fincan zarfları, dibek ve kahve kutuları; koka, akik, kehribar, Oltu taşı, fildişi, sedef tespihler, ağızlık, lüleler ile tabakalar ve tütün keseleri, Osmanlı hat sanatı örnekleri, el yazmalarını tamamlayan mühreler, divitler, kağıt makasları, makta ve kalemtıraşlar, yazı çekmeceleri, sedef kakmalı rahleler, konsol ve aynalar, Osmanlı Dönemi çakmaklı ve kapsüllü tüfek ve tabancalar, barutluklar ve yakın savunma silahları kılıç, kama, hançer ile yay, ok ve sadak örnekleri... Yok yok anlayacağınız. Gerçekten çok sevdim burasını. Çıkışta yetkiliye de bunu aktarıyorum. Burası da Arkeoloji de ücretsiz. Aslında müzeler ücretsiz olmalı. Halkımızın zaten müze gezmek gibi bir alışkanlığı yok, belki böyle kültüre ilişkin bilgi edinebilirler.

 

Yürümeye devam. Zafer Alanı’ndan Anıt Alanı’na çıkan Atatürk Caddesi’nin kuzey tarafında yer almakta olan Atatürk Evi’ne ulaşıyorum. Mimarı bilinmeyen bina, 1912 yılında inşa edilmiştir. Zemin katı ile birlikte üç katlı alan evin dış duvarlarında kesme ve moloz taş kullanılmıştır. Üst örtüsü çatılı ve kiremitle kaplanmış olan evin her katında dört oda ile mutfak bulunmaktadır. Ev, 1916 yılında Vali Konağı haline getirilmiştir... denilmekte. Atatürk, 1920-1937 yılları arasında on üç defa geldiği Konya’da çoğunlukla bu evde misafir edilmiş.

 

Atatürk Evi ve Müzesi'nin alt ve üst salonlarında, Atatürk'ün Konya'ya gelişleri ve yatına ait fotoğraflar, Atatürk'ün kullandığı eşyalar, elbise, pardösü, pabuç gibi giyimleri, sofra takımları, salonları, dinlendiği şezlong oyun masaları sergileniyor. Ayrıca Atatürk pulları koleksiyonu da bir vitrinde yer almakta. Atatürk'ün sözlerinden bazıları panolara yazılarak duvarlara asılmış. Atatürk'ün bu evde kaldığı günlerde kullanıldığı gibi, Atatürk 'ün yatak odası, çalışma odası, yaverler odası, yemek salonu da belirlenmiş. Çok manidar... Başardığı savaşlar, yarattığı cumhuriyet... Tümüyle, bugün öyle kolaymış gibi bakıyoruz ama öylesine zor ve olmama ihtimali de yüksek bir iş ki. Nasıl her şeyi planlayıp adım adım zafere koşmuş. İnanlısı gibi değil. Büyük bir hayranlık ve sevgi duyuyorum. Bu milletin içinden nasıl böyle biri çıkmış, her seferinde hayretler içinde yaptıklarını izliyorum. Bir de bugüne bakın, bugünküne!

 

Atatürk Evi’nden çıkıp turlamayı sürdürüyorum. Aslında yürü yürü yollar aşınmaz mı derlerdi? Yol üzerinde el arabasında satılan, minik kavunlar, armut büyüklüğünde, dışı pütürlü, ne deniliyor bilemiyorum. Turşu kuruluyor sanırım bunlarla, kelek. Baktım adam yiyor. Nedir bu, yeniliyor mu? Ver bakim. 5 TL. 4’e bölüyor. Kabuğuyla, hıyar gibi, üstelik de yıkamadan yiyorum : (( Fena değil tadı. Ama tamamı çok geldi. Son parçayı artık yiyemiyor bırakıyorum.

 

Devam... Bir hostel görüyor fiyat alıyorum. 1 kişi 400, 2 kişi 600 mı dediydi? Ama WC ortak. Nein, istemem!  (...) Japon bahçesine gitmek istiyorum. Selçuk Üniversitesi tarafındaymış. Oraya giden tramvaya binmem gerekliymiş. Ama öncesinde bir kafede filtre kahve (42-) içiyor, biraz etrafı kesiyorum. Ne çok genç var kafası bağlı. Ama kıyafetler o biçim. Çok süslüler. Neyse şöyle bakmalı; bu da kendi yorumları, kafayı bağla ama bir tarz oluştur. Baskı mıdır, güven midir, nedir arkasında duran? Hoşlanıyor muyum? Hayır!


Rüzgarlı bir gün. Güneşte yürümeme rağmen serinletiyor. Kara çarşaflı kadınlar da fazlasıyla ortalıkta. Bir de erkekler var, daracık pantolonlar, eşofman tarzı malzemeden. Kimi tepeden tırnağa beyaz, kimi simsiyah. Herkes bir tip : )) Geldiğim Alaeddin Meydanından üniversite tramvayına biniyor ve sonuna kadar gidip üniversite içinde tur atıp döndükten sonra geri dönüşte Japon parkında inip parka doğru yürümekteyim. Adı aslında Kyoto Parkı. Japonya’nın Kyoto şehri ile Konya arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla yapılmış. Hani “Kardeş Şehir” protokolü çerçevesinde. Kamelyalar, seyir terasları, taş ve ahşap köprüler, taş fenerler, küçük adalar, doğal tepeler, bambu su oyunları, kuru bahçe, Japon ağaç ve bitkileri... Güzel bir park, içinde bir küçük gölet bile var. Daha çok kamelyalarda piknik yapanlar, haminnem kılıklı kadınlar ve de sevgililer var ortalıkta. Bir de kafeterya. Bakalım ne var yiyecek? Karnımı noodle’la doyurdum, ardından Americano, kenevir helvası denilmiş, denemek için ısmarladım. Küçük lokmalar, porsiyonlar şeklinde 6 parça bir şeyler geldi. Vakt-i zamanında ayıkladığımız tohumları görmek ilginç oldu. Yediklerim için 150 lira ödeyip tramvay durağına geri yürümekteyim. Fena düşmüşüm ama. Sol taraf, dirsek ve diz sıyrıldı. Bastırınca acıyor. Sol dirseğin de kaderi! Sağa düşseydim kamera da darbe alabilirdi. Sağ cebimde duruyor çünkü. Bu şekilde atlattığıma mı sevineyim diyorsunuz.


Öğrencilerin dağılma saati olmalı ki durak silme gençle dolu, orta ve lise öğrencileri. Tramvay tıka basa doluyor. Ağır bir de ter kokusu var içerde. Durulacak gibi değil. İlk durakta iniyor ve üniversiteye dönen tramvayı bekleyip, tekrar durak başından binip oturacak yer istiyorum. Uzun bir yolu var buranın merkeze, 35-40 dk kadar. Ayakta gidilmez.

 

Dönüş için tekrar tramvaya binip Alaeddin durağına, hafif arada uyuklayarak varıyorum. Yavaş yavaş yön duygum gelişmeye başladı. İplikçi Camii’nin oradaki durakta, yarın Sille köyü için bineceğim 64 nolu otobüs hakkında bilgi toplamaktayım. Buralara da hiç bir yetkili koymamışlar. Tek kart dolum merkezi var, o da cama “Danışma değil” diye yazmış. Anlaşılan herkes ona soruyor olmalı. Ben de sordum (mecburen). Az cevap verdi “Gogıla sor”, az durağa yolladı. Ama bir uygulama mı yoksa sayfa mıdır, orada saatleri konusunda bilgi bulabildim.

 

Şems’in türbesi de buralarda. Malumunuz güneş demek, şemsiye de buradan gelir, Arabistan’da yağmur ne gezer-güneşten korunmak için düşünmüşler. Şimdi burada konuyu dağıtmayayım, sonra konuşuruz (*) Hazır gelmişim bir bakayım diye levhayı takip ediyorum. Biraz içerlek. Küçük, mütevazı, adeta saklanmış. Mevlana’nın o ihtişamlı türbesinin yanında çok sade duruyor. Hem türbe hem cami. Girip foto alıyorum, bu sırada da ezan okunuyor, cemaat namaza gelmekte. Tam zamanında girmişim, yoksa dağılmalarını beklemem gerekecekti.

 

Sadece burada değil, başka yerlerde de Sems’e ait mezar olduğu iddia edilmekte; Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz şehrinde "Geçil" denilen mezarlıkta, aynı bölgede Hoy’da, Pakistan’ın Multan şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya'dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, Hoy şehrine hareket etmiş ve orada yerleşmiştir. Rivayete göre Şems-i Tebrizi Hoy’da vefat eder ve orada gömülür. Mezarı, Unesco Dünya Kültür Mirası'na aday gösterilir. Bir başka rivayete göre, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin küçük oğlu Âlâeddin de Şems'i öldürenler arasındadır.

Vikipedi


Dikkatimi çekiyor, bölgede Arapça yazılar vs..., fark ediyorum ki buralarını Suriyeliler mekan edinmişler. Eee... o zaman yemek de vardır. Sorguluyorum. Sorduğum herkes Suriyeli. Evet, lokantayı buldum. Bu saatte bir şey kalmamış, ama yarın saatinde uğrarım. Dükkandaki Ömer Halepli, ama Halep’i görmemiş. 17 yaşında, burada doğmuş. Türkçeyi de iyi kötü konuşuyor. Hani, 17 senede bu kadar mı öğrendin demem gerekiyor?! Peki kahve, Suriye usulü espresso? İleride var diyor. Makinası önünde, görürsün. Yürü yürü... Geldim, 10 liraya bir ‘shot’ atıyorum. 2010’da yaptığımız Suriye turumuzda ne de çok içmiştik. Yani, yani... Hey gidi günler. Böylesine abuk bir zaman da mı gelecekmiş? Çıldırmak içten değil...


4 liraya bir tek armut alıyor, bir otele fiyat soruyor (Mevlana Şems Hotel: 1 k. 650-/2 k. 1000-, O.K.) ve durağa yürüyorum. 2 dk. sonra da 8A geliyor. Bu işi kaptım. Dünkü turda nerden geçtiğini öğrenmiştim. İneceğim durağı da biliyorum ve ÖE’ye geliyorum. Bugünkü uçuş fena sızlatıyor dirseği. Şişti de. Akşam Kaya arıyor ve o da arkadaşıyla motor turuna çıkmış, Karaman’daymış. Seydişehir-Isparta-Antalya şeklinde devam edeceklermiş. Kesişemedi yollarımız... Açıktım, kahvaltıda kaptığım iki tahin helvası barını yiyor, ardından da armudu. Ve internette Konya’yı araştırıyorum. Neler neler çıkıyor karşıma, şaşarsınız.

 

“Gel, gel, ne olursan ol, yine gel,
İster kâfir, ister Mecusi,
İster puta tapan ol, yine gel,
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
Beri gel, beri! Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.” 

 

Mevlana’nın öne çıkan en evrensel mesajlarından biri olarak nitelendirilen “Gel, gel, ne olursan ol, yine gel” sözleriyle başlayan bu meşhur rubainin Ebu Said-i Ebu’l-Hayr’a ait olduğu iddiası etrafındaki tartışmalar ve görüşler, neredeyse asırlardır devam etmekte olduğunu okuyorum. Ve dahası: “Yanlış mı tanıyoruz; Mevlâna, Anadolu’yu işgal eden Moğollarla işbirliği yapıp Nasreddin Hoca’yı öldürttü mü?”, “Mevlâna oğlunun cenaze namazını neden kıldırmadı?”, “Ahi Evren, Şems’in öldürülmesine neden izin verdi?”, “Mevlâna Türk müdür?”, “Mevlâna’nın Mesnevi’yi Kur’an’dan üstün tuttuğu doğru mudur?”, “Mesnevi’deki ahlaksız hikâyeler uydurma mıdır?” Şaşılası durumlar. Buraya sığmayacak kadar uzun. Merak ederseniz okuyabilirsiniz > Onedio


Yarın 3’üncü günüm olacak burada. Sille’ye gidece’m. Yatayım artık...


(*) İlk kullanım dönemlerinde “parasol” denilen (para=durdurmak, sol=güneş), Türkçeye Arapçadaki “şemsiyye” sözcüğünden giren, İngilizcede umbra (=gölge) kökenli sözcükten türeyen şemsiyenin 4000 yıllık bir geçmişi var. Şöyle ki: İlk şemsiye kullanımına Mezopotamya'da rastlanır. Güneşten korunmak amacıyla kullanılan ilk şemsiyelerden sonra MÖ 1200 yıllarında Antik Mısır'da koruyucu bir niteliği olduğuna inanılan şemsiye, Roma kültürüne Mısır'dan geçti. Yapımında yaprak ve papirüslerin kullanıldığı şemsiyenin kullanımı Antik Yunan kültüründe de görülür. Yağmura karşı ilk kullanımın Çin’de olduğu bilinmektedir. Kağıttan yapılan şemsiyeler reçinelenerek su geçirmez yapılarak yağmurdan korunmak amacıyla kullanıldı. 16. yüzyıl sonlarında batı dünyasında yaygınlaşan şemsiye; Faslı gezgin ve yazar Jonas Hanway (1712-1786) tarafından Londra'da kullanılarak aksesuarın tanınmasını sağladı. Bu süreçte İngiliz burjuvazisi tarafından "Hanway" olarak adlandırıldı.


İlk zamanlarda bir çeşit yağla kaplanarak su geçirmezliği sağlanan şemsiyeler, çok dayanıklı olmamakla birlikte giderek kullanımının artmasıyla daha dayanıklı modeller üretilmeye başlandı. Seri üretimine 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde başlanan şemsiyelerin saplarının yapımında balina kemiği ve ahşap tercih edildi. 1852'de Samuel Fox adlı bir üreticinin çelik tel kullanmasıyla değişik modellerin üretimine başlandı.

Vikipedi


Panorama Müzesi, 13. yy.da Anadolu Selçuklu 

Dönemindeki Konya’yı anlatan...



... tacirler, sanatkârlar, Anadolu’ya

 sığınan alimler başta olmak üzere

 papazlar ve azizler de yer almış...


... ve şehrin hem ırk hem de din

 çeşitliliği dikkat çekmektedir. 


İstiklâl Harbi Şehitliği Müzesi 


Selçuklu ana giriş kapısı ile bayraklı yol arasında yer alan

 karşılama kubbesi özel motif taş işçiliği ile bezenmiştir.


1915 yılı sonrası Konya’nın durumu,

 İstiklâl Harbi hazırlığı, harp ve savaşın

 kazanılmasından sonraki Konya ve köy 

hayatını anlatan bir kompozisyon ile

 düzenlenen İstiklâl Harbi Şehitliği.



Müzeye giden yolda, tarihte kurulmuş on altı...

... Türk Devletine ait bayraklar yer almaktadır.


Mevlâna Müzesi


Sultan Selim Camii


Mevlâna Müzesi



Mevlâna’nın Sandukası


Kur’ân-ı Kerîm



Müzenin bahçesinde yer alan I. Selim tarafından yaptırılan

 şadırvanın göbeğinin Germiyanoğulları Beyliği

 tarafından hediye edildiği söylenir.



İncili Anahtar Kesesi (Osmanlı, 18. yy)




Sultan Selim Camii


Sultan Selim Camii İçi



Ciğercinin hilallisi... :))



Sahib Ata Câmii Taçkapı 

 Sahib Ata Câmii İçi




Sahib Ata Câmii 

Arkeoloji Müzesi


Müze girişinde, Sille'den ve Konya merkezinden gelen Bizans

 Devri taş ve mermerden yapılmış mimari parçalar, mezar taşları

 ile Roma Devrinden (MS 2.-3. yy) mezar stelleri sergilenmekte.


Sidamara Tipinde Herakles Lahdi (Roma D. MS 250-260)



Pamfilya Tipinde Lahid (Roma D. MS 3. yy)


Erkek Büstü


Asklepios (Sağlık Tanrısı)



Testi (Eski Tunç Ç.)



Banyo Kabı (Asur Tic. Kol. D. MÖ 1950-1750)


Etnografya Müzesi




Osmanlı Anahtar 


Farklı bir sergileme yöntemi seçmişler. Burası vitrinlerde,

 o zamana ait objelerin altlarına açıklamalar koyarak.




Atatürk Müzesinden.


Atatürk'ün kullandığı eşyalar...


Atatürk Müzesi İçi


Giysiler...


Atatürk Müzesi Çalışma Odası


Feld Coffee


Hoca Hasan Camii (12. yy)



Kabuğuyla, hıyar gibi, üstelik de 

yıkamadan yiyorum :(( Fena değil tadı.


Bayan; kadın ve kız ayrımının yetişkinlik veya gençliğe değil,

 cinselliğe yönelik çağrışım yaptığını düşünenler tarafından kadın

 anlamında kullanılmakta. Sözcük bu şekliyle genellikle kadın

 demenin ayıp olacağının düşünüldüğü ortamlarda kullanılır.


Alaeddin Meydanından üniversite tramvayına biniyor, sonuna

 kadar gidip üniversite içinde tur atıp döndükten sonra... 


... geri dönüşte Japon parkında inip...


... parka doğru yürümekteyim.


Kyoto Parkı

Parkta, Japon bahçesi, kameriyeler...


... seyir terasları, taş fenerler...


... küçük adalar, doğal tepeler...


... ve suni bir gölet bulunmakta.


Kafem Restaurant


Kenevir helvası


Kyoto Parkı



Kyoto Parkı



Mecmua’l Bahreyn Anıtı; kelime olarak iki denizin kavuşması

 anlamına gelmekte olup Şems ile Mevlana’nın 

Konya’da ilk karşılaştığı yer olarak bilinmektedir.


Konya Sanayi Mektebi, son dönem Osmanlı mimarisinin

 en güzel örneklerinden biridir. 1898’de temelleri

 atılan yapı, 1901 yılında tamamlanır. 

(Bugün; Konya İl Özel İdaresi İl Genel Meclisi)


Şerafeddin Camii


Şems-i Tebrîzî Câmii ve Türbesi






Mescidin içinde Şems-i Tebrîzî’ye ait olduğuna

 inanılan bir türbe bulunmakta.


Mescidin içi.


Şems-i Tebrîzî Câmii 

Şems-i Tebrîzî Parkı






















12. gün (devamı) Konya III - 10. gün (öncesi) Kadınhanı-Konya




[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...

 

İstanbul-Bolu


Bolu–Mudurnu, 50 km


Mudurnu-Nallıhan, 50 km


Nallıhan-Mihalıççık, 63 km


Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km


Sivrihisar-Emirdağ, 61 km


Emirdağ-Yunak, 66 km


Yunak-Akşehir, 64 km


Akşehir-Kadınhanı, 76 km


Kadınhanı-Konya, 66 km


Konya II


Konya III


Konya IV


Konya-Çumra, 60 km


Çumra-Karapınar, 77 km


Karapınar-Ereğli, 68 km


Ereğli-Ulukışla, 56 km


Ulukışla-Bor, 61 km


Bor-Çiftlik, 50 km


Çiftlik-Niğde, 42 km


Niğde II


Niğde-Derinkuyu, 60 km


Derinkuyu-Ürgüp, 42 km


Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km


Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km


Kırşehir II


Kırşehir-Kaman, 64 km


Kaman-Keskin, 47 km


Keskin-Kırıkkale, 37 km


Kırıkkale-İstanbul








İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Kulp-Silvan)