17 Eylül 2023, Pazar / Çumra - Karapınar, 77 km (15. gün)
Gece soğuk oldu, termalleri giydim, ayağımda çorap, boynumda Buff’la yattım. Saat 5 gibi bir ara uyandım, karanlıktı daha. Biraz sıcak geldi, altımı çıkarttım, bacakları açtım. Sonra tekrar dalmışım. 6 buçuk gibi ayaklanıyorum. Boğazımda bir kaşınma var, yutkunurken. Üşüttük mü yoksa? Acelem yok. Kahvaltı da olmadığından hazırlanıp çıkacağım. Eşyaları çantaları iki postada indiriyorum giriş katına. Bisiklet de orada. Hepsini sırayla binanın önüne çıkartıyorum. Hava serin hatta soğuk. Yüklemek için yakındaki çöp bidonuna bisikleti dayıyor, ilk fotonun çekilmesi ve DSİ’den ayrılışım 08.21. Sağa sapıp kanalın üzerinden geçip geldiğim göbekten Üçhüyükler-Türkmenkarahüyük-Büyükaşlama olarak düz devam ediyorum. Bugün Karapınar, 77 km. Yol tamamen düz, eğimsiz. Karayoluna hemen çıkmıyor köy yollarından gideceğim. Sonra Adana karayoluna çıkaca’z.
İlçe çıkışı duble yol. Karşı şeridin asfaltı döşenmiş, benim tarafta 100 m.lik bir stabilize bölüm geçiliyor. Ardından, 2,5 km sonra kaba bir asfalt, yer yer dalgalı ve tek şerit oluyor. Saat 08.29, hava 15,9 °C, doğu yönündeyim. Üzerimde ince yelek ve kolluklar var, hava serinledi. Olur ya da olmaz demeyip mutlaka bir kalın üst almak lazım. Termaller olmasaydı dün gece üşürdüm.
Güzel bir coğrafya. Dümdüz bir ova. Ara sıra nadiren araç geçmekte. Halen Şahin’ler var, hatta Toros’lar bile yollarda. Rüzgar solumdan, kuzeyden esmekte. Bugün ve yarın doğu-güneydoğu yönünde gidece’m. Rüzgara karşı olmayaca’m. Yerde yatan ezilmiş bir tilkicik. Karayollarında ne çok hayvan telef oluyor, araçların çarpmaları sonucu. Doğayı kesen bir yol, hızla giden araçlar, önünden can havlıyla kaçan hayvanlar : (( Solumda ileride, kilim gibi sarı sarı dokunmuş, sıra sıra dizili halleriyle bekleyen ayçiçekleri. Ama öyle böyle değil. Yaklaştıkça sıcacık renkleri ile gülümseyerek beni selamlayan, neşelendiren bu çiçeğin isminin nereden geldiğini, neden başka dillerde güneşle bağdaştırıldığını geçen pazar günü Akşehir’e giderken anlatmıştım.
Ayçiçeği, ya da günebakan olarak adlandırılan bu güzel çiçek için tekerleme bile uydurulmuş: “Günebakan güneşe tapan, aşkından kavrulup kara dumana kaçan”. Bunun sebebi ise günebakanın mitolojik hikayesi aslında. Şöyle ki: Ayçiçeği, Apollon’a aşık Pers prensesi Clytie’den başkası değil. Müziğin, şiirin, sanatın ve güneşin tanrısı Apollon ile altın rengi saçları, deniz mavisi gözleriyle Clytie bu hikayenin kahramanları… Aşkına karşılık bulamayan Clytie, Apollon’un peşinde, yemeden içmeden dağ tepe gezerek sevdiğinin gökyüzünde kendisini göstermesini bekler. Ama hiçbir şekilde Apollon ona karşılık vermez, üstelik gidip bir de Clytie’nin kız kardeşi Leucothoe’ye aşık olur. Clytie aşkından bitkin düşer. Güneşe bakarken kavurucu ışıklarından başı dönmeye, gözleri kararmaya başlar ve sonunda ölür. Apollon Clytie’nin cansız bedenini görünce çok üzülür ve Zeus’a bir şeyler yapması için yalvarır. Zeus da Clytie’yi sarı saçlı bir çiçeğe dönüştürür. Artık Clytie, günebakan suretinde Apollon’u sonsuza dek takip edecek, aşkını yaşatmaya devam edecektir.
Bizi etkilediği gibi bu güzellikler Van Gogh’u da etkilemiş olacak ki 1888 yılında ilk Ayçiçekleri tablosunu yapmış ve sonrasında 5 farklı versiyonu tamamlayana kadar vazgeçmemiş ayçiçeklerinden. Van Gogh’un bu çizimleri, ayçiçeklerini yaşamlarının farklı evrelerinde gösterir. Tomurcuktan çiçeklenmeye ve çürümeye kadar… Ayrıca yapıldıkları dönemde yeni renklendirme tekniklerinin kullanılmasıyla sarının çok farklı tonlarını bir arada bulunduruyor oluşu açısından da değerlidir bu tablolar. Çalışmalarında impasto tekniğini olağanüstü bir şekilde kullanmıştır. Hollandalı postempresyonist, boyayla ilgili cesur deneyleriyle ünlüydü. Impasto, canlı renklere konsantre olmasına ve resimlerine duygu ve hareket katmasına olanak tanıdı. Yüksek okul yıllarımda Temel Sanat eğitimi derslerinde bolca izleme ve dinleme fırsatı elde etmiştim.
Gene sabahın minik kuşları önümde gösteri yapmaktalar. 15-20 kuş bir arada uçuyor, ağaçlara konuyor, tekrar havalanıyorlar. Böyle minik bir bulut gibi havada geziyorlar. Köy sapakları geçiliyor. Buranın, bu bölgenin yer altı suyu sorunu, obruklar, çeke çeke bitirilen sular, çöken boşluklar, geçen sene bölgeden geçerken epey söz ettim, tekrarlamayayım. Bkz. [bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı (Karapınar-Eskil)
Yol bazı yerlerde yamalı, zıplatıyor-hoplatıyor, bazı yerler aşınmış, kaymak olmuş. Pütürlü kaba asfalt, yavaşlatan cinsten, dümdüz gidiyor. Sağımda kanal gibi bir şey görüyorum, su dolu. Akan bir su değil galiba. Sazlıklar var, haliyle su olunca. Su da zaten bazı yerlerde var bazı yerlerde yok. Belki kışın akıyordur. Vay be, bu yolda arkamdan bir TIR geldi geçti. Hiç beklemiyordum. Mısır ekili sağım solum. Mısırın ekili olduğu toprağın daima nemli tutulması gerekir. Üstüne bir de su sıkıntısı… Katmerli mi istersin durumları. Süt taşıyan bir kamyon. Üzerinde dört tane silindir tankıyla. Geçen araba selam verdi. Ben de el salladım. Empati hâli. Kişinin kendi düzeni ne kadar önemli değil mi? Bu düzen kaybolduğunda, son deprem olaylarında insanların yaşadıkları. İnsan galiba öyle anlıyor, bir şeyi kaybettiği zaman değerini. Alışık olduğu düzenini, her şeyiyle, yatağından tuvaletine, televizyonundan müziğine, yemeğinden mutfağına..., alışmış olması. Bunu ben de turlarımda fark ediyorum. Her gün başka bir yer, başka şeyler... Tabii şu da var; nereye yerleşirse gene kendi düzenini kurmaya çalışması. Şu bisiklet yolculuğunda bile ben, çantaların yerleştirilmesi, yerlerinin hatırlanması için belli yerlere konulması gibi bir düzen kurmaktayım-ihtiyacındayım.
Dev iki tarım makinası bana doğru gelmekte. Neredeyse önündeki alet yolu enine kaplamakta. Bu biçer döver gibi bir şey. Yolun iyicene sağına yanaştım. Devam ediyorum pedallamaya. Güneş Enerjisi ile Tarımsal Sulama Projesi diye yazıyordu. Dünyada ilk gibi de bir ifade kullanmışlar. Sağ tarafta paneller de vardı, güneş panelleri. 52 kWh mı ne yazıyordu, gücü. Nedir bunlar dediğimde; artan enerji maliyetleri yüzünden her geçen gün tarımsal sulamanın ürün maliyetine çok etkisi artmaktadır. Güneş enerjisi ile tarımsal sulama sistemleri sayesinde başlangıç yatırımından sonra kullanım alanına göre 2 ila 5 yıl arasında sistem kendini amorti eder, 25-30 yıl ömür beklentisi ile sizlere hizmet eder... denilmekte. Bu konuda çeşitli teşvik ve desteklerin verildiğini okumuştum. İhtiyaç fazlası kullanılamayan elektriğin devletçe satın alınması gibi.
Biçilmiş alanlar geçiliyor, sulanan yoncalar, fıskiyeler çalışmakta. 32. km.de Büyükaşlama köyü geliyor. Buradan sonra Merdivenli köyü üzerinden karayoluna bağlanabilir veya Küçükaşlama-Hotamış olarak devam edebilirim ama köy yolu pütürlü, hız kesiyor, yoruyor. Merdivenli üzerinden gidece’m. Uzatmak da istemiyorum. Büyükaşlama’nın içinden geçmekteyim. Sağda solda kahvelerde oturanlar, kimi sesleniyor, kimi merakla izliyor. Saat 10.06 ve Büyükaşlama’dan çıktım. Hava 21,2 °C oldu. 35 km geride kalmış, kuzeydoğu yönündeyim. 1000 m rakım. Ortalamam 21,4 km/s. Koçarlar Oteli arayıp Hakan Beye gelişimi hatırlatıyor odamı soruyorum. Galiba uykudan uyandırdım, sesi öyle geliyordu. Bu bölgede güneş enerjisinden faydalanılıyor. Gene küçük bir GES gördüm. Bireysel herhalde bunlar. Kıraç bir araziden geçiyorum. Yem, hem saman balyaları var, hem de şu kocaman 1’er tonluk sarmalanmış, küspe mi demişti Ödemiş’teki kadın? Sazlıpınar mahallesine girmedim, çevreden götürdü Google. Sazlıpınar’a da girilirdi, girip görseydim daha hoşuma giderdi. Yönüm kuzey oldu, rüzgara karşı pedallıyorum. Saat 10.26, hava 21,8 °C, ortalamam 21,4 km/s, sıfır eğim, 1002 m rakım.
İlerde otoyol gözüktü, araçlar geçiyor üzerinden. Hatırlıyorum, kamyonlar hızlıydılar, geçerken sarsıyorlardı. Tabi, rüzgar kuzeyden, soldan esiyor, TIR bir giriyor araya, rüzgarı bir an için kesiyor, sonra bir çıkıyor, rüzgar güm. Bir de kendi vakumu var, emdiği. Hazırlıklı olup sıkı yapışman lazım gidona. Gene solumda bir GES. Öyle 3-4 panel değil, 4-5 sıra var. Ve 45 m.de Merdivenli kasabasından otoyola bağlandım. Güvenlik şeridi geniş. Oradan gidiyorum. Minik taşlar var, onları kollayabildiğim kadar üzerinden geçmemeye çalışmaktayım. Vızır vızır trafiğin aktığı, özellikle TIR’ların sıklıkla geçtiği bu yol Adana’ya kadar gidiyor. Yönüm doğu şimdi. Daha 30 km var Karapınar’a. Kahvaltı etmeden çıkmıştım. Cevizli sucuktan 3 ısırık alıp devam ediyorum. Buraya kadar yemeden geldim. Aslında 2 saat böyle sürebiliyorum, sonra mide kendini hatırlatıyor. Şimdi tırtıllı bölüm geldi. Biraz şeridi daraltıyor ama bu şerit geniş. Bazen bunu dar şeritlerde de yapıyorlar, gidecek öyle az yer kalıyor ki mecburen yola çıkıyorum. 64’üncü km.de Karaman’dan gelen yolla buluşuyoruz. Bu yolu kullanmıştım, Karaman’dan geleni. Bundan sonrasını pedalladım geçen sene. Hotamış’a da buradan gidiliyor. İsmi çok ilginç, Hotamış, ne demek acaba? Geniş ve etli burunlu (kimse) denilmiş sözlüklerde.
Bu sefer tırmıklı bölüm geliyor. Ne iştir bu böyle, güvenlik şeridini tırmıklamışlar. Kaide pişti. Tek bir benzinci yok. Bir tane karşı tarafta vardı, oraya da geçilemiyor. Saat 11.38, 68,2 km.de ikinci bataryaya geçece’m. 13 km kaldı Karapınar’a. Burada bir benzinci var, mola verece’m artık. Buraya kadar durmadan geldim. Kamelyaların yakınında gölgeye çekiyor helva ve Eti Tadımca ile karnımı doyuruyorum. 10 dk mola sonrası devam. Yeni biçilmiş yoncaları taşıyan kamyon kasalarının üstleri örtülmemiş, açık. Uçura uçura gidiyorlar, saçarak. Gerçekten, bazı insanlarda beyin oluşmamış, beyinsiz dolaşıyor. Mesela bu kamyoncular, üstüne bir branda örtmek nedense aklına gelmiyor.
Karapınar yazısını durmadan bisiklet üzerinden çekip soldan Şehir Merkezi diye dalıyorum. Geçen gelişimde burada yol çalışması vardı, otogardan dolaştırmıştı. Şimdi açılmış. Bir sene geçti tabii. Bir yıl içinde iki defa hiç bir yere gitmemiştim. Uzunca bir yoldan giriş yapıyorum. Koçarlar Otelinde kalacağım. Sağda ÖE’nin yazısı yenilenmiş. O zaman iskele kurulu olan binalar şimdi yeni yüzleriyle bakıyorlar. Şehir Lokantası açık, buna sevindim. Pazar diye kapalı olabilirdi. Burada yemek yemiş çok hoşuma gitmişti. Lezzetli ve temiz bir mekandı. Gene burada yemek istiyorum. Atatürk heykelinden bir U dönüşü atıp otelin önüne sürüyorum. Bisikleti cama dayarken konuştuğum bey otel sahibinin oğlu oluyor. Telefonda görüştüğüm Hakan Bey izinliymiş. Ahmet Bey otel sahibi Halil Beyin oğlu. Yandaki marketin sahibi. Geçen gelişimde tanışmamıştım. Tanıştıklarım bugün burada değiller. Çay eşliğinde Ahmet Beyle sohbet ediyoruz. Öğleden sonra düğün yemeği var, gelin, gastronomiyle ilgilisiniz, yemeklerimizi görün diyor. İyi de her şeyi yemem, bunlar mutlaka etli şeyler yiyorlardır. Değişiklik olur diye geleyim diyorum.
Kayıt yapılıyor, No 104 veriliyor, karttan 400- çekiliyor. Bana 50 TL indirim yapmış oldular. 104 geçen ki odadan daha geniş. O zaman 201’di. Aceleyle yemeğe gitmek için hazırlanıyorum, ancak sıcak su bir türlü gelmiyor. 2-3 dk bekleyin diye yazmışlar fayanslara. Bekle bekle, nereden geliyor bu su? Neyse hazır gelmişler, ben de ısınan suyla kısa bir duş alıp lobiye iniyorum. Arabaya biniyor ve sebze hali içindeki yemeğe gidiyoruz. 6 bin kişiye yemek veriliyormuş. Yuvarlak masalar kurulmuş, biz de birine ilişiyoruz. Hızlı bir servis yapılıyor, arı gibi çalışıyorlar. Ahmet Bey anlatıyor, akşam odun ateşinde pişermiş yemekler. Yemek öncesi hayır duası ediliyor. Bir inançsız olarak ne yapacağımı şaşırıyorum. İlkin çorba geliyor. Biraz tadına bakıyorum ama et tadı var, fazla dokunmuyorum. Ardından gelenler de bana göre değil. Kayısı kurusu içinde et parçaları, sarma etli, kebap zaten et, bir tek bulgur var bana uygun, biraz ondan kaşıklıyor, kompostoyu bitiriyorum. Bir yemek daha gelmişti, galiba bamya yemeğiydi. Ama o da etli.
Otele dönüyoruz. Ben Şehir Lokantası’na gidiyor, az az kuru pilav ve cacık, çoban salatası, kuru soğan ve taze acı biber onlardan, bir de limonata ikram ediyorlar (100-). Bu sefer oğulla tanıştım, geçen sefer baba vardı kasada. Hava aşırı sıcak değil. Ama gene de gölgelerde yürümekteyim. T. Özal Parkı’nda Tartan Cafe’de bir sade (25-) ile oturuyor, arkadaşlarla telefonlaşıyorum; Ali, Kaya, Osman, Zeyneb… Selimiye Camii dıştan fotoluyor. Valide Sultan Müzesi demişler ama her daim kapalı galiba. Bu sefer de. ÖE’ye uğrayıp yeni yerlerini soruyorum. Duydum ki yapılmış. inşaatta bazı sorunların çözümünü bekliyorlarmış sene sonunda taşınırız diyor resepsiyonist. Burada sadece 1-2 odada WC var. Gerisi ortak. O nedenle kalmamıştım. Bir de merdiven çıkmak gerekiyor resepsiyona ulaşmak için, sonra odalara bir kat daha. Sokak aralarında yürüyor, ÖE’nin yeni yerini bulmaya çalışıyorum ama kimse bilmiyor. Ucuz Pazar’da bakınıyor, tıraş kreminin küçük boyunu aramaktayım. Elimdeki köpük tüp olduğundan azalsa da aynı yeri kaplıyor. Ama kremler de kocaman. Yarısını boşaltmak lazım, küçülmesi için. Lobide oturuyor interneti kullanıyor, bir taraftan da FB-Antalyaspor maçını dinliyorum. 3-2 sonuçlanıyor. Ağustos ayında Amazon’dan paket lastiği almıştım, yanlış ürün yollandı. İade ettim, parası halen gelmedi. Bir mail attım, yarım saat sonra Amazon aradı. Bravo, pazar da çalışıyorlar. Para iadesini Amazon yapacak, satıcı galiba kara listeye alınmış, çok şikayet varmış.
Karapınar’ı önceki gelişimde anlattığımdan tekrarını yapmıyorum. Buradan okuyabilirsiniz > [bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı (Karaman-Karapınar)
Şöyle Tarihte Bugün’e baktığımda; 1941 yılında, İngiliz ve Sovyet işgali altındaki İran'da Rıza Şah tahttan indirildi, yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevi geçti... denilmekte. 1920’den başlayan, 1979’daki Humeyni’nin kurduğu İslam devletine kadarki 60 yıl içinde İran’daki olaylara bakacak olursak: İngiliz ajanı aracılığıyla İngilizlere tanıtılan Rıza Pehlevi, 1921 darbesiyle İngilizler için çalışmaya başlar, 1923 yılında başbakan, 1925’de İran Şahı olur. İngilizlerin himayesi altında İran’daki birçok sosyalist, milliyetçi ve etnik hareketi bastırmayı başarır. 1925 yılında Kaçar hanedanlığını devre dışı bırakarak kendi Pehlevi hanedanlığını kurar. Azerbaycan, Huzistan ve Luristan gibi bölgelerin yarı özerkliğini ortadan kaldırıp tüm yetkileri Tahran’a taşır ve Farsça dışındaki dilleri kesin bir şekilde yasaklar. Sanayileşme, demiryolu taşımacılığı yapımına ve yükseköğretimin gelişimine katkıda bulunan Rıza Şah Pehlevi yönetimindeki İran, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya ile yakınlaşınca, uzun zamandır denge politikası yürüttüğü SSCB ve Birleşik Krallık tarafından 1941’de işgal edilir. İşgalden sonra müttefik güçlerinin isteğiyle Alman görevlileri sınır dışı etmeyi kabul etmeyen Rıza Şah Pehlevi, oğlu Muhammed Rıza Pehlevi lehine tahtından feragat etmeye zorlanır. Şah Rıza’nın ülkeden uzaklaştırılmasının ardından esas olarak işgal güçlerinin denetiminde olmak kaydıyla Muhammed Rıza Pehlevi iktidarı başlamış olur. Babası Şah Rıza’ya göre daha demokratik yeniliklere imza atan Muhammed Rıza Pehlevi, basına yönelik sansürü kaldırmak, siyasal ve toplumsal örgütlenmelere izin verir. Artık sesini duyurma olanağı bulan çeşitli toplumsal ve siyasal muhalefet hareketleri bu özgürlük ortamından yararlanarak reform taleplerini yükseltmeye başlarlar. Marksist kökenli Tudeh (Kitle) Partisi de bu ortamda, 1941 yılında kurulur ve işçi yasası, toprak reformu, kadın hakları gibi geniş toplumsal tabanı kucaklayan talepleriyle önemli destek bulur. 1943’te yapılan Tahran Konferansı’nın ardından Birleşik Krallık, SSCB ve ABD’nin İran’ı işgal edip yeniden inşa etmesine karar verilse de, SSCB buna uymayıp 1945’de Azerbaycan Milli Hükümeti ve 1946’da Kürt Mahabad Cumhuriyeti adlı iki özerk devlet kurar. Aynı yıl SSCB, İran’ın kuzey petrol yataklarını işletme konusunda imtiyazlı bir anlaşma yapınca bu toprakları boşaltır. SSCB işgalinin sona ermesinden hemen sonra İran, bu iki özerk cumhuriyetin varlığına güç kullanarak son verir. SSCB’ye verilen imtiyaz da ülke içindeki milliyetçilerin ve Birleşik Krallık'ın baskısıyla 1947 yılında geçersiz kılınır. Tüm bu gelişmeler ülke içindeki milliyetçi muhalefeti güçlendirmiştir. Giderek daha etkin hale gelen Ulusal Cephe, halkın çoğunluğunun isteği üzerine 1951’de petrolün ulusallaştırılmasıyla ilgili kararın mecliste kabul edilmesini sağlar. Karara karşı çıkan Başbakan Razmara öldürülünce Muhammed Rıza Pehlevi, Ulusal Cephe lideri Muhammed Musaddık’ı başbakanlığına getirmek durumunda kalır. Petrolü ulusallaştırma kararı ve Musaddık’ın genel bağımsızlıkçı politikası Birleşik Krallık ve ABD’nin hoşuna gitmeyince CIA, ordudan bir gruba verdiği destekle düzenlenen darbe sonucu 1953 yılında Şah, Musaddık’ı görevden almaya çalışır fakat çıkan isyanın ardından ülkeyi terk etme zorunda kalır. Sonra İngilizler ABD ile anlaşıp Musaddık’ı devirmek üzere Ajax Operasyonu’nu yapınca, 19 Ağustos 1953’te Musaddık tutuklanır, Şah ülkeye geri döner. Vatana ihanet suçundan üç yıl hapse mahkum edilen Musaddık, hayatının geri kalan bölümünü ev hapsinde geçirir, 1967'de evinde göz hapsinde iken ölür. Operasyon Ajax’tan sonra Muhammed Rıza Pehlevi’nin yönetimi giderek otokratikleşir. ABD’nin desteği ile Şah, İran’ın altyapısını modernleştirirken kendisine muhalif bütün siyasi oluşumları istihbarat örgütü SAVAK aracılığıyla ezer. Söz konusu reformların tehdit ettiği sınıflar ve kadınların oy hakkı başta olmak üzere bazı yeniliklere karşı çıkan ulemanın kurduğu ittifak, mutsuz yoksul kitlelerin öfkesiyle birleşerek geri dönülmesi zor bir dönemecin aşılmasına neden olur. Seçim reformuna ulemanın tepki göstermesiyle başlayan olaylar sonucunda pek çok kişi ölür. O sırada din adamı Humeyni siyasi önder konumunda olduğu ve halk içinde çıkan olaylardan sorumlu tutulduğu için 18 ay hapiste mahkum edilir. 1964’te bırakılmasından sonra Humeyni, ABD hükümetini ve Şahı açıkça eleştirir. Muhammed Rıza Pehlevi, General Hasan Pakravan’ın yönlendirmesiyle Humeyni’yi sürgüne yollar. Olaylar durulmaz, Ocak 1978’te başlayan Şah karşıtı büyük gösteriler, grevler ve ekonomiyi korkunç etkileyen olaylar sonucu, Muhammed Rıza Pehlevi Şubat 1979’da ülkeyi terk eder ve sürgündeki Humeyni İran’a geri döner. 1 Nisan 1979’da referandum sonucu İran, resmen İslam Cumhuriyeti haline gelir, sonra da Aralık 1979’da ülke, teokratik anayasayı ve Humeyni’nin dini liderliğini onaylar...
Koçarlar Otel 0332 7556444 / 0541 9540137 Hakan bey Rez.
Karapınar ÖE 0332 7553327
Çumra-Karapınar
Tur tarihi: 17 Eylül 2023
Alınan yol: 77,44 km
Ortalama hız: 21,3 km/s
En yüksek hız: 28,5 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 38 dk, dışarıda geçen süre 4 s 19 dk
En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 23,6 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 274,2 m, kaybı (iniş) 295,5 m
En düşük yükselti 990,6 m, en yüksek 1033,4 m
Garmin yol bilgileri Çumra-Karapınar
Relive yol bilgileri Çumra-Karapınar
08.21 hareket saatim. |
Sağa sapıp daracık bir yoldan... |
... ve kanalın üzerinden geçip düz devam ediyorum. |
Karşı şeridin asfaltı döşenmiş, benim tarafta bir stabilize bölüm geçiliyor. |
Güzel bir coğrafya. Dümdüz bir ova. |
Rüzgar solumdan, kuzeyden esmekte. Bugün ve yarın doğu-güneydoğu yönünde gidece’m. Rüzgara karşı olmayaca’m. |
Kilim gibi sarı sarı dokunmuş, sıra sıra dizili halleriyle bekleyen ayçiçekleri. |
Ama öyle böyle değil. Sıcacık renkleri ile gülümseyerek beni selamlayan, neşelendiren bu çiçeğin isminin nereden geldiğini anlatmıştım. |
Çatalhöyük’ten kalma olsa bunlar :)) |
Yeraltı sularını çekip duruyorlar, sonra da toprak çöküyor! |
Peş peşe dev 2 tarım... |
... makinesiyle karşılaşıyorum. |
Güneş Enerjisi ile Tarımsal Sulama Projesi; süper fikir. |
Biçilmiş alanlar geçiliyor, sulanan yoncalar, fıskiyeler çalışmakta. |
Halit Oflaz; Covid’e yenik düşmüş :(( |
Büyükaşlama |
Saat 10.06 ve Büyükaşlama’dan çıktım. |
Ara yolda bunu görmek şaşırtıcı! |
Yağ için böyle kuruması bekleniyor. |
İlerde otoyol gözüktü, araçlar geçiyor üzerinden. |
Güvenlik şeridi geniş. Oradan gidiyorum. Minik taşlar var, onları kollayabildiğim kadar üzerinden geçmemeye çalışmaktayım. |
Vızır vızır trafiğin aktığı, özellikle TIR’ların sıklıkla geçtiği bu yol Adana’ya kadar gidiyor. |
Her türlü yük taşıyan araçlar geçmekte. |
12.18, Karapınar’dayım. |
Her 2 yönde de acayip TIR trafiği var. |
Soldan Şehir Merkezi diye dalıyorum. |
Koçarlar Otel |
Şehir Lokantası |
Mutluluk gözyaşı dökeceksin... |
Selimiye Camii |
Valide Sultan Müzesi |
Karapınar Şehir Konağı |
[bisikletle]Türkiye: Anadolu Beylikleri...
Bolu–Mudurnu, 50 km
Mudurnu-Nallıhan, 50 km
Nallıhan-Mihalıççık, 63 km
Mihalıççık-Sivrihisar, 69 km
Sivrihisar-Emirdağ, 61 km
Emirdağ-Yunak, 66 km
Yunak-Akşehir, 64 km
Akşehir-Kadınhanı, 76 km
Kadınhanı-Konya, 66 km
Konya-Çumra, 60 km
Çumra-Karapınar, 77 km
Karapınar-Ereğli, 68 km
Ereğli-Ulukışla, 56 km
Ulukışla-Bor, 61 km
Bor-Çiftlik, 50 km
Çiftlik-Niğde, 42 km
Niğde-Derinkuyu, 60 km
Derinkuyu-Ürgüp, 42 km
Ürgüp-Hacıbektaş, 71 km
Hacıbektaş-Kırşehir, 54 km
Kırşehir-Kaman, 64 km
Kaman-Keskin, 47 km
Keskin-Kırıkkale, 37 km
İlginizi çekebilir