Gelibolu – Bandırma
26 Nisan 2013, Cuma / Gelibolu - Karabiga
Gelibolu’da bisikletçi arkadaşlara misafiriz. Dördümüz salonda yattık, Halil odasında. 7’de kalk borusu çaldı. İlk Tuğba ayaklandı. Hemen mutfakta kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Sonra Veli, sonra biz. Daha sonra Halil. WC tek olduğundan kuyruk oluştu. Ama 8’de kahvaltıya geçtik. Peynir-ekmek-zeytin-domates-biber-hıyar-helva-çay sofrayı donattı. Sohbete devam ederek karınlarımızı doyurduk. Bugün herkes bir yöne gidecekti. Tuğba ve Veli Keşan’a, Halil Antalya’ya biz de Çardak’a geçip Karabiga’ya.
Eşyalar toplanıp 9’u geçe evden çıkıldı. 9.30 vapuruna yetişmek istiyoruz. Kapı önünde çekilen bir anı fotografı sonrası iskelede ayrılındı.
Feribot yolcuya bilet almıyor. Değişik bir uygulama ve de güzel bir uygulama. Zaten araçlardan yeterli kazanıyormuş yolcular da bizden olsun diyorlar. Keşke herkes böyle düşünse.
Çardak’a geçmek 20 dakika sürdü. Denizin üzerindeki kırmızı köpük dikkat çekiciydi. Geçen gün TV de izledik bunu. Bazı deniz canlılarının oluşturduğu bir şeymiş. Yani kiremit fabrikasından kaynaklanmıyormuş denildi.
Kısa da olsa deniz yolculuğu iyi geldi. Firuzan da gemiden çok güzel fotolar çıkardı. Detaylar, dokular...
Çardak küçük bir yer. Daha fazla iskele. TIR’lar sıra bekliyorlar. Pansiyonculuk da yapılıyormuş sezonunda.
Sabah yeterli çay içemediğimizden önce bir çayevine oturalım, hem de yolu sorarız dedik (10.00). Çaycı, “Karabiga’ya Balıklıçeşme’den yol var mı?” sorusuna pek aydınlatıcı bilgi veremedi. Ama arka masada oturan bey bizi çok iyi bilgilendirdi. Balıklıçeşme’de eczane sahibi. Eczacı Abdurrahman Bey, eski bisikletçi ve şimdi ise daha çok dalıyor, iPad üzerinden ayrıntılı olarak bize köyleri ve yolları tarif etti. Bununla kalmayıp Karabiga’daki tek otel olan Yakamoz Oteli’nin sahibini arayarak yer durumu ve fiyatlarını da öğrendi. Tabi bu sırada başka konuları da paylaştık. Bölgenin nasıl bir sanayi kıyısına dönüştürülmek istendiği, demir çelik fabrikası, termik santral, taş fabrikaları vs...
Dönüş tarihi netleştiğinden İDO’dan biletlerimizi aldık. Pazar 15.30, Bandırma’dan. 100 TL, 2 kişi. Ne kadar pahalı değil mi? Bu fiyata uçuran şirket bile varken deniz yolu en ucuz taşımacılık olması gerekmiyor mu? Bir de 2 TL işlem ücreti ekleniyor. Yani İDO öpmeyi seviyor kucağına düşeni. Bursa Belediyesi deniz otobüsü seferi koyup fiyatları aşağı çektiğinde nasıl kıyameti kopardılar hatırladınız mı?
45 dk kadar kaldık Çardak’ta. Artık yola çıkalım, çünkü Balıklıçeşme’ye 40 km yolumuz var, sonra da Karabiga’ya 25. Nereden baksan 6,5 saat en az.
Çardak’tan çıkıp sola Biga-Bursa yönüne saptık. Yol duble, sağda güvenlik şeridi. Sorun yok. Ortasından bastık pedallara. Yol kaymak, fazla eğim yok. Hava nefis. Deniz kıyısında olduğumuzdan serin. Dünkü gibi değil. Ben ama bugün kolları ve bacakları kapattım. Dün perişan oldum, feci yandım. Hata ettiğimi geç anladım.
İlk köy Adatepe (11.10 / 7,8 km / 22 °C). Yolun sağına soluna yerleşmiş. Hızla geçip Şevketiye’ye geldik (11.45 / 15 km / 22 °C). Burada hafif hafif rampalar başladı (ve hiç bitmedi). Tatlı tatlı çıkıyor iniyoruz. Yol bazı bölümlerde tek şeride düşüyor, çalışma var. Bu durumlarda araçlar bazen yakın bile geçiyorlar. Özellikle bir Kamil Koç otobüsü çok yakın geçti. Bunu yazacağım onlara. Bisiklet dostu olmak sadece araca bisiklet almak olmamalı, bisikletçinin yanından gerekli boşluğu bırakarak da geçmesini bilmeli şoförler.
Hafif çıkışlar bazı yerlerde terletmeğe hatta bezdirmeye de başladı. Bir iki iniş-çıkış peş peşe gelince ve de süreklilik gösterince adamı sıkıyor. Popo da isyan ediyor. Seleden kalkmak bile acı veriyor. Kumaşla et birbirine yapıştı.
Gürecialtı köyü de geride (12.00 / 19,3 km), rampaların arasında kayboluyor. Yolda kıraathane falan hiç yok, başka köy de yok. Coğrafya güzel ama. Ormanlık içinden gidiyoruz. Yemyeşil. Aralarında bahar çiçekleri serpilmiş. Ama yükseliyoruz yavaş yavaş. İnişler tabii keyifli. Hava çok ısındı bu arada. 30+ ˚C’leri gördük ekranda.
1 buçuk gibi Balıklıçeşme’nin benzin istasyonunda ihtiyaç molasındayız. Soda çeşitlerini tadarak. Armutlu vardı, ekstra yazıyordu üzerinde. Fena değildi. Ama aroma tabii bunların hepsi. Palavra içecekler. Maden suyuyla da pek ilgilerinin olduğunu düşünmüyorum.
Benzinciyle yapılan sohbette yol tarifinin teyidini alıyorum. Balıklıçeşme’den sırasıyla Karacaali, Karahamzalar, Karapürçek, Çakırlı, Örtülüce üzerinden Karabiga. Hepsi köy yolları. Harika. Otoyol trafiği bayılttı. Güvenlik şeridi iyi de adamlar öyle bir hızlılar ki, kamyonlar da gürültülü. Çekilmiyor, kafa kalmadı sesten.
Balıklıçeşme’nin ortasında ağaçların altında bir köy kahvesi. Nefis bir yer. Ortasında fıskiyeli havuzu. Hemen yerimizi alıyoruz. Biraz turist zannedilip laf yiyoruz ama normal tabii. Hangi Türk bisikletle yola çıkardı ki? İşte size 2 tanesi. Her neyse konumuz bu değil. 1-2-3’er çay, peynir, biber ve de nefis köy ekmeğimizle tıkınıyoruz. Çaylar yan masadan ısmarlama.
Teşekkür ediyor ve Abdurrahman Bey’in eczanesine doğru yöneliyoruz. Orada da böğürtlen çayı eşliğinde yol durumunu tekrar değerlendirip veda ediyoruz.
Tarife göre, 2 km kadar sonra sağdaki ManavUn fabrikasından sola sapılacak ve sırasıyla köylerden geçilecek. Evet aynen böyle oluyor. Yolun son 15 km’si toprak. Ama otoyolun gürültüsüne tercih ederim.
Etrafın güzelliği, inekler, koyunlar, keçiler. Bir de yavruları var hepsinin. Sonra köpekler, büyük bir gürültüyle gelenler ondan sonra kuyruk sallayıp yanaşanlar, sevdirenler. Çok çok güzel bir yol. Çakırlı’da bir kısa mola. Köylülerle dert paylaşmaca. Bölgenin termik santral sonrası biteceğini, güzel doğanın sanayiye teslim olacağını konuştuk.
Firuzan’ın dikkatini çekti, bugün hiç çay parası vermemiştik. Hepsi ısmarlandı :)
18.10, Karabiga’dayız. Önce köyün meydanı, sonra sahiline iniyoruz. Şöyle kısa bir sahil turunda anlıyoruz ki çadırlık yer pek yok. Yani istediğin yere kur da WC ve su yok oralarda. O zaman Yakamoz Otel kalıyor tek seçenek. İsmail Bey bize bir indirim daha yapıp 2 kişilik odayı 60 TL’ye veriyor. Kahvaltı dahil.
İlk iş üzerimizdekilerden kurtulmak ve yıkanmak oluyor. Sonra da karın doyurmak. Hanımların kooperatifleştiği lokantaya kuru+2 ıspanak yumurtalı+2 yoğurt+bakla+salata+sütlaç=22 lira bırakıyoruz. Çaylar müesseseden. Bu gezimizde devamlı soğan istedi canımız ve bolca yedik.
Yemek sonrası otele dönüş, biraz PC’de işler halledip yatak.
Köy meydanında dolaşırken tanıştığımız spor öğretmeni Semih Bey’den öğreniyoruz ki, Karabiga Mustafa Kemal İlköğretim Okulu Kız Basket Takımı ‘2012 Yılı Türkiye Okullar Arası Basketbol Şampiyonu’ olmuş. Bu başarıdan dolayı kendisini ve takımını tekrar kutlarız.
Karabiga
Geçmişi antik çağlara kadar uzanır. Tarihi kalıntıları ve doğal güzellikleri ile tanınır.
Belde 1910 yılında belediye teşkilatına kavuşmuştur, ancak 1882 yılından kalma belediye mühürü, kuruluş yıllarını, daha da ötelere götürüyor. 1920 yılında yeniden kurulur ve Mehmet İstanbullu ilk belediye başkanı olur.
Belde, deniz yolu ile yük ve yolcu taşımacılığına, yat turizmine, özellikle balık üreme yatakları konumuna oldukça uygundur. Ancak bu yataklar, Kocabaş çayından gelen atıklardan; bilinçsiz, kaçak ve yasak tekniklerle avlanan balıkçılardan olumsuz etkilenmektedir.
Karabiga'nın ekonomik yapısında balıkçılık, çiftçilik ve hayvancılık ön plandadır. Bu yapının diğer bölümünü de memurlar-esnaf ve işçiler oluşturur.
Bugün Karabiga'da 'Karabiga Kaleleri' diye bilinen kalıntıların, milattan önce VII. yüzyılın ilk yarısında kurulan 'Milet' kolonisi olduğu sanılmaktadır. Bu kalıntılar adını antik Anadolu uygarlıklarının Kır Tanrısı Priapos'tan almıştır. Şehir kalıntıları merkezden 3 km uzaklıktadır. Bölge sit alanı ilan edilmiş olup, henüz arkeolojik kazılar yapılmamıştır.
Kaynak Vikipedi
Gelibolu – Karabiga
Gelibolu-Çardak-Şevketiye-Balıklıçeşme-Karacaali-Karahamzalar-Karapürçek-Örtülüce-Karabiga
Tur tarihi: 26 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 67,94 km.
Ortalama hız 13 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 13 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 26 dk.
En yüksek sıcaklık 33 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 26,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 894 m, kaybı (iniş) 899 m.
27 Nisan 2013, Cumartesi / Karabiga - Misakça
Yastık biraz takoz gibi de olsa bol rüyalı bir gece geçirdim. Sabah perdeden sızan ışıkla uyandık. 7 olmuş, biraz daha dönüp 7 buçukta ayaktaydık. Sabahın rutin işleri, eşyaların toplanması falan derken 8 buçuğa doğru kahvaltı için Yakamoz Otel’inin salonuna indik. Hazır kahvaltı tabaklarımız, malum şeylerden birer parça konulmuş olarak önümüze geldi. İyi fazla da yememiş olduk böylecene. Açık büfe olduğunda kantarı bazen kaçırıyorsun.
Dünkü çekimlerin bazılarında objektifin üzeri parmak iziyle yağlanmış. Fotolar lekeliydi. Firu meydandaki Ata heykelini tekrar çekmek istedi ve sabah güneşinde Ata’nın at üzerindeki heykelini görüntüleyip Biga yoluna girdik (9.30).
Dümdüz, kelimenin tam anlamıyla, giden bir yol. Denize paralel sonra içlere giren. Az işlek. Arada kamyon da geçti. Hava sıcak. Rüzgar fazla kuvvetli değil. Biga’ya 20 km imiş. 15. km’de Güleç köyü geliyor. Ehh bir çay molası için uygun. Sağdaki kıraathaneye yerleştik (10.30 / 16,2 km / 26,4 °C). Canımız kahve istedi, birer de soda. “Var mı?”. “Var.”, “Gelsin. “ (Eyvah, falda nasıl da tepeler gözüküyor! Rampa çıkacağız anlaşılan :)
Yan masayla sohbet, çaycıyla sohbet. 30 sene kadar önce burada Efe Gölü varmış. İçinde balık çeşitleri, çevresinde kuşlar, bir cenneti diyor. Ama kurutmuşlar, tarla yapmak için. Şimdi yağmur bile farklı yağıyormuş. Bu bölge de çeltikçi. Etraf sulara gömük tarlalarla dolu.
Yol köye kadar dümdüzdü, şimdi biraz yükselip düzce devam ediyor. Yol kenarındaki sazımsı bitkilerin üzerleri yüzlerce serçe ile dolu. Sanki meyveleri gibi. Yanlarından geçtikçe havalanmaları müthiş görsel bir şölen oluşturuyor. Sürülerle kalkan kuşlar ve topluca uçmaları. Şahane, izlemelisiniz.
Yol biraz dar. Sağda fazla yer yok. O nedenle bazen yakın geçtiler. Özellikle karşıdan da gelen olunca. Sinir oldum bazılarına.
Ana yola çıktık (11.35 / 20 km / 27,5 °C). Az sonra da Biga şehir merkezine girdik. Saat olmuş 11.40. İlk gelişim. Önümüze Kutlu Doğum Haftası çıktı, içinden geçtik. Bebelere macun, bize de demirhindi şerbeti ikram edildi. Güzeldir tadı. Sonra bir ATM işi halledip tekrar Bandırma otoyoluna çıktık.
Duble yol, yer yer kaymak asfalt ama daha çok ortalama bir asfalt. Hatta güvenlik şeridi bazen yamalardan oluşuyor. Zaten çalışma yapılan bir bölüm de vardı. Orada tek şeride geçtik. İşte o geçiş noktası sıkıntılı oluyor. Ortaya turuncu uyarı çubuklarını dikmişler. Uzun araçlar bizden uzaklaşamıyor ve yakın geçiyor. Pek de keyifli olmuyor, koca damperin gürültüyle geçmesi.
İlk köy Osmaniye. 34 km olmuş çıkalı, hava 31,4 derece. Saat de 1’e çeyrek var. Geçtik burasını. Zaten kahve mahve yoktu görünürde. 5 km sonra Sinekçi. Çok mu var da bu isim verilmiş? Sağda bir bahçe içinde ağaçların altında masalar, oturan bir kaç kişi. Kahveee... Biz de bir masaya yerleştik (13.20 / 39,8 km / 29,6 °C). Bugün düğün varmış köyde, yemek de varmış. Davet edildik ama şimdi o kadar çok da yemeyelim, yanımızdakilerle idare edelim. Nazik davetlerini geri çevirdik. Ayran+soda karışımı ile biraz kendimize geldik. Sonra peynir+ekmek ile de doyduk. Çaylar içilince yola tekrar hazır hale geldik.
Saat iki, kahveden ayrılıp tekrar pedallara basıyoruz. Yol inişli çıkışlı. Biraz da bezdiren. Yani bir iki iyi de üç-dört-beş... fazla. Ama esas baydıran daha gelmedi. Bandırma yolunda bir tırmanış var, 10 km. 250 m’lere çıkaracak.
Yolu ikiye böldük. 90 km bayacaktı. İDO telaşı da var. En iyisi yolda bir mola vermek ve pazar günü rahat rahat yetişmek. Balıklıçeşme’de Abdurrahman Bey bize Misakça diye deniz kenarında bir köy önerdi. Yaklaşık 55-60 km’lerde. Ama bu köy neredeydi? Rampadan önce mi sonra mı? Sağdaki karayolları işçilerine sorduk. “Tepeyi çıkın sonra inişte sola levhasını görürsünüz”. Demek ki bugün rampayı çıkacağız. Aslında iyi de olur, yarına fazla bir şey kalmazdı.
Evet, çık çık çık bitmiyor. Biraz düzeliyor, seviniyorsun sonra bir tepe daha var. Yapıştım seleye, ayağa kalkıyorum ama sanki derim kopacakmış gibi. Firu basmış gitmiş. Ufak bir nokta olmuş. Off adamın canı nasıl da orada olmak istiyor. Daha çok yolum var. Yandan geçen kamyonlara perişan ifadeyle bakıyorum. Acısalar da çekseler. Ama ne gezer. Basıp geçiyorlar. Hatta biri “hellooo...” diye camdan sarkmış sesleniyor. Has..tir çekiyorum. Sağda duran biri var, yol girişi. Boşlukta dursam gene kalkarım. Birazcık duraklama iyi gelir. Kısa sohbet. Adam dertli, “Tayyip bitirdi bizi. Burada durulmaz”, “Nereye gidecen?”, “Oğlum Amerika’da, turizm okudu çalışıyor”, “Aferin ona. Bunu başarmak kolay değil.” Bu turda kiminle konuşsam dertli iktidardan. Eee peki 2 kişiden biri buna oy vermişti. Nerede bunlar. Verenler de dertli, elim kırılsın, bir daha tövbe diyorlar.
Firu beni merak etmiş geri geliyor. El sallıyorum, “geliyoruuuum” diye bağırıyorum. Tırmanmaya devam. Kısa mola iyi geldi. Daha kuvvetli basıyorum. Hatta yeni pedallar sayesinde çekiyorum da, bas-çek iyi geliyor.
Tepede bir benzinci. Bu yeni markalardan; Energy. Pek bir boş. Küçük bir odada meşrubat satıyor çocuk. Meyveli sodalar 1 lira. Her yerde en fazla 75 krş olan burada 1 olunca soruyorum. Doğu lehçesiyle “kiralar burada 1 milyar” diyor. Tarih öncesinde kalmış halen. Neyse ayak üstü sohbette Diyarbakırlı olduğunu öğreniyoruz. Benzinci onların. Ev arkada, işler tıkırında. Ne işin var Diyarbakır’da?!! Restoranı kapatmışlar, kışın gelen yokmuş. Gazoz gibi fiyatları yüksek tuttularsa gelmez tabii kimse.
Bugün yolda, karşı şeritte bir bisikletçiyle selamlaştık: “Nereye?”, “Bandırma’ya, sen?”, “Maraş’tan geliyorum, 12 gündür yollardayım”, ve geçip gidiyor. Sıradan bir bisiklet, günlük kıyafetler ve arkada bir plastik sandık, bagajı. Hayran kaldım adama. Bizimle karşılaştırdığında hiçbir şeyi yok ama yollarda. Durup hikayesini dinlemek isterdim.
Misakça için bir küçük tepe daha çıkmak gerekiyor (Garmin 248 m gösteriyor). Onu da becerip yokuş aşağı iniyoruz. Sola giden bir köy yolu, Musakça yazıyor. İşte burası. Bir de ‘Ablanın Yeri’ varmış. O da levha koymuş adını, sonra ikinci bir köy: Şirinçavuş.
Denize doğru dik bir yoldan indik. Sağ sol zeytin ağaçları. Sonra liman gözüktü. “Pansiyon var mı?”, “Yok.”, “Muhtar nerede?”, “İleride tamirhanesi var-gidin bakın.” Muhtar Ali Bey sağ olsun bize çadırlık yer gösteriyor. Kıyı pek de temiz değil. Bazı yerler cam kırığı, bazı yerler taş. Yani az uygun. “Bir de köyün düğün salonu var” diyor, “isterseniz orayı kullanın”. Tamam neden olamasın. Kocaman bir mekan, 23 Nisan kutlamalarının bayrakları halen asılı.
Güzelce yerleşiyoruz. Daha önce köy meydanında seyyar manavdan biraz meyve-sebze alıp, yarınki kahvaltıya, akşam yemeği için de Karides Restoran’dan yemek seçip günümüzün sonuna yaklaşıyoruz.
Güzelce yerleşiyoruz. Daha önce köy meydanında seyyar manavdan biraz meyve-sebze alıp, yarınki kahvaltıya, akşam yemeği için de Karides Restoran’dan yemek seçip günümüzün sonuna yaklaşıyoruz.
Restoran sahibi Ayçın Bey ile hem sohbet hem yemeklerimizi yedik. Bandırmanın tarihçesi, Misakça’nın bugünkü hoşgörülü yaşamı, ülkemizin durumu... her telden çaldık. 6 meze+2 peynirli patlıcan+duble salata=50 lira. Yolculuğumuzun en pahalı yemeği oldu. Nefis bir kaymaklı kabak tatlısı ve 2 kahve ise Ayçın Bey’in ikramı.
Buraya bir ikinci yol daha geliyormuş, Tahirova’dan dediler. Gönen çayının oradan. O zaman rampayı çıkmamıza gerek de kalmazmış. Toprakmış, ama olsun.
Misakça
1920'li yıllarda köyün çoğunluğu karşılıklı nüfus değişimi kapsamında Mustafa Kemal Atatürk tarafından Selanik, Langaza, Kavala bölgelerinden Çanakkale Boğazı'ndan gemiyle-filikalarla Çanakkale-Biga-Karabiga civarına ardından Rumların terk ettiği Bandırma-Misakça (Musakça)'ya getirilip yerleşmişlerdir.
Misakça Bandırma'ya bağlı Erdek Körfezi'nde bulunan bir tarım ve balıkçı köyüdür ve Bandırma'nın batısında kalan sınırıdır.
Kazdağları’nın kuzey eteklerinden doğan Gönen Çayı, Kalkım ve Pazarköy çevresindeki küçük dereleri bünyesine aldıktan sonra büyür ve güneybatı – kuzeydoğu doğrultusunda dar boğazlardan geçerek Gönen Ovası’na oradan da Misakça’dan Marmara Denizi’ne dökülür.
Kanalizasyon dahil altyapı hizmetleri tamamlanmıştır.
Köyde başta zeytincilik ve çeltik (pirinç) olmak üzere tarımsal alanlarda domates, maydanoz, kavun, karpuz, nohut, buğday ve ayçiçeği ekilir.
2000'li yılların ardından yanlış politikalar sonucunda büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık tüm Türkiye'de azalmış Misakça'da da hemen hemen bitmiştir. Misakça da etlik piliç yetiştiriciliği için tavukhaneler kurmuştur. Yoğun bir şekilde olmasa da balıkçılık yapılmaktadır.
1969 yılında kurulan Misakça Spor Kulübü Türkiye'nin ilk federe olan köy takımı unvanına sahiptir.
Çevre halkı tarafından "Gizli Cennet" olarak nitelendirilen ve oldukça uzun bir kumsal sahil şeridine sahip Misakça özellikle hafta sonları denize girmek isteyen birçok kişiyi misafir etmektedir.
Arazileri, Sanayi Bakanlığı'nca ilan edilen 'Bandırma Ağır Sanayi Bölgesi' içerisinde bulunduğu için, Türkiye'nin en zengin köyleri arasında yerini almıştır.
Kaynak Vikipedi
Karabiga – Misakça
Karabiga-Güleç-Biga-Osmaniye-Sinekçi-Misakça
Tur tarihi: 27 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 71,16 km.
Ortalama hız 14,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 59 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 32 dk.
En yüksek sıcaklık 32 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 26,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 739 m, kaybı (iniş) 740 m.
28 Nisan 2103, Pazar / Misakça - Bandırma
Gece salonun bahçesine gelen gençlerden tedirgin oluyoruz ama fazla gürültü yapmadan biralarını içtiler. Gene aynı işeri yaparak toparlandık. Bugün son günümüz. Bandırma’dan gemiyle döneceğiz. Bazı şeyleri, gemi için çantaların üst bölgelerine koyuyoruz, alması kolay olur. 2 saat okuma fırsatı olacak.
Kahvaltımızı köyün kahvesinde yapıyoruz. Dün manavdan aldığımız domates-biber-hıyarla. Bir de bize 1 tabak zeytinyağı içinde siyah zeytin ikram ediliyor. Nefis, tek kelimeyle. Ekmeğimizi yağına banıp zeytinleri indiriyoruz. O kadar güzel ki tadı, acaba biraz alsak da eve mi götürsek? Ama devamı yok.
Mataraların suyunu tazelemek lazım. Köy içinde caminin oralarda arıtma varmış. Bulamadık. Sonra bir dahaki denememizde doldurabildik. Artık yola çıkmaya hazırız da dün indiğimiz rampa beni düşündürüyor (153 m yükselmek gerek). Sabah sabah pedallara asılmak da pek içimden gelmiyor. Arabaya koyalım çıkartsın. Teklifimi Firuzan kabul etmiyor. Hadi o zaman diye bastırıyoruz. Ama ben ilk metrede inip zor bölümü itiyorum, sonra bisikletin üzerine çıkıp pedallıyorum. Tepeden köye son bir bakışla veda ediyoruz. Güzel bir yer. Zeytinleri var, çeltikleri var, bolca kavun-karpuz, maydanoz. Balıkçılık bile doğru dürüst yapmıyorlarmış. En önemlisi ‘Ablaları’ var. Dün öğrendik ki Abla 3-4 sene önce yerleşmiş ve iş tutmaya başlamış. Bir şekilde kabul görmüş ve buralı olmuş. Belki de arkası kuvvetli. Kim bilir? Ama maden ihtiyaç var o zaman bize laf düşmez.
Ana yola çıktık (10.00 / 5,5 km / 27 °C). Hava çok güzel, hafif bir rüzgar. Yolumuz fazla değil, 30 km. Mülayim tatlı iniş çıkışlarla ilerliyoruz. Pek köy yok yol üzerinde. Birini geçtik, solumuzda az içerde. Gönen sapağını geçiyoruz. Yol duble ama Bandırma’ya yaklaştıkça kalabalıklaştı ve bozuldu. Yamalı yol oldu. Güvenlik şeridi de dalga dalga. Mecburen yoldan gidiyoruz. Bazıları da yakın geçmekten zevk mi alıyorlar, bilemiyorum. Bir de tavuk gübresinin kokusu başladı. Nedense garip kokuyor. Yol kenarına mı döküyorlar yoksa çiftliklerden mi geliyor? Burası böyleyse orası nasıl kokuyordur?!
Fazla geçmeden Bandırma görünüyor. Uçak maketinden şehir merkezine sapıyoruz. Sonra dik bir inişle sahile (12.30 / 36,5 km / 33,9 °C). Kalabalık var. Pazar diye herkes dışarda. 2 sene önce geldiğimizdeki kahveler ‘cafe’ olmuş. Arka sokakta bulduğumuz kıraathanede yanımızdakilerle karnımızı doyuruyoruz, geleni geçeni seyrederek. TV’de bisiklet yarışı gösteriliyor. Vapura daha çok var. Birer dondurma ile meydanda gölge bir bankta Bandırmalıları izliyoruz. Cins cins çeşit çeşit insan dolanıyor. Genci-yaşlısı, açığı-kapalısı, çıkmış güzel havanın tadına. Memleketimden insan manzaraları durumları.
Bandırma
Bizans ve öncesi dönem
Tarihte Kizikos, Panderma, Panormos gibi adlar alan Bandırma çok eski bir yerleşim merkezidir. Kuruluşu hakkında kesin bilgi olmayan Bandırma'nın Kizikos'ta yapılan kazılarda bulunan bir lahitten İÖ. VIII-X yüzyıllar arasında kurulduğu düşünülmektedir. Bandırma ilk başta Misya bölgesi sınırları içerisindeydi. Bu yıllarda adı Panormos idi. İÖ. 334'te Büyük İskender, Perslerin elinde bulunan bölgeyi kendi devletinin sınırları içine kattı. İskender'in ölümünden sonra bölge Romalıların eline geçti. Roma İmparatorluğu'nun 330 yılında ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nda kalan Bandırma, 1076'da Kutalmış tarafından ele geçirildi; ancak bölge 1106'da tekrar Doğu Roma İmparatorluğu'na geçti.
Osmanlı dönemi
1830'da Erdek Kazası'nın Kapıdağı Bucağı'na bağlanmış, Tanzimat'tan sonra ayrı bir ilçe olmuştur. 1874'te büyük bir yangın geçiren Bandırma, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı'ndan sonra Kırımlı ve Rumen göçmenlerin gelmesi ile kalabalıklaşmıştır.
Kaynak Vikipedi
Kalkışa 30 dakika var. Erken gidelim de karışıklık olmasın. Turnikeden rahatça geçip bisileri gösterilen yere yerleştiriyoruz. Düşmesin, kaymasın diye direklere bağladık ama birden arabaları üst kata çıkaran rampa hareket edip kalkıyor. Eyvah!! Beraberinde oraya bağladığımız bisikletler de havalanmaya başlamasın, alelacele çekerek-kopararak kurtarıyoruz bisileri asılmaktan. Ya insan bir anons yapar, bir siren çalar. Böyle aniden kaldırılır mı? Başka şeyler de olabilirdi araya girmiş, elin-kolun.
Gemi saatinde Yenikapı’ya yanaştı. Biz de fazla oyalanmadan çıkıp Eminönü’ne pedal basıp 18 gemisiyle Karaköy’e geçtik ve kendimizi FB taraftarları arasında buluverdik. Maç varmış ve ortalık sarı-lacivert boyalı insanlarla dolu. Tabii bu azgın grubun arasından yol açmak nasıl zordur bilirsiniz. Onu da kazasız belasız başarıp Kızıltoprak’ta bekleyen arabaya her şeyi yükleyip evin yolunu tuttuk.
Döndük dolaştık sonunda gene kürkçü dükkanına geldik.
Misakça – Bandırma
Misakça-Bandırma
Tur tarihi: 28 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 47,02 km.
Ortalama hız 14 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 21 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 55 dk.
En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 17 ˚C, ortalama 27,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 627 m, kaybı (iniş) 607 m.
Gezinin başı İstanbul-Edirne, Edirne-Gelibolu
17 Nisan’da çıktığımız turu 28 Nisan’da bitirdik. İstanbul’dan Bandırma’ya 817 km pedal çevirdik. Zorlu tırmanışlar keyifli inişler yaptık. Bazen rüzgara karşı, bazen de rüzgarla birlikte bindik. Tur başında 9 ˚C olan sıcaklık tur sonunda 34 ˚C’yi buldu. Yağmur-çamur-güneş demedik. Yeni yerler, yeni insanlar tanıdık, dostlar edindik. Onları dinledik, onlara bisikleti anlattık. Çadırda, otelde, arkadaşta, düğün salonunda, misafirhanede, yatakta, tulumda yattık. Masada, yerde, yolda, soğuk, sıcak, karnımızı doyurduk. Suları çeşmelerden, kaynaklardan doldurduk. Stabilize, toprak, asfalt, duble, köy yollarından geçtik. Kuş göçlerini izledik, kurbağa seslerini dinledik, köpekleri-kedileri sevdik, kaplumbağaları taşıdık. Camileri, müzeleri, sergileri, kaleleri, köprüleri, kiliseleri, çarşıları gezdik. Notlar aldık, fotoğraflar-videolar çektik, röportajlar yaptık, broşürler topladık. Dolu dolu 12 gün yaşadık. [bisikletle]Türkiye projesi kapsamında pedal pedal ilerlemeyi sürdüreceğiz.
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Bandırma-Muğla