Al İdrisi 1154 tarihli Tabula Rogeriana adlı haritasında “Batira”. |
Nedir bu dediğinizi duyar gibiyim. Ben de çok merak ediyorum. O nedenle bu pazar oraya gidip görmek istedim. Nerede mi? Küçükçekmece Gölü'nün kuzeybatısında, uzun süredir kayıp olan bir Antik Yunan ve Bizans yerleşimi. Görünür durumda olan bu yerleşim İsviçreli arkeolog Ernest Mamboury tarafından 1930 yılında Rhegion kasabası olarak tanımlanmış ve kapsamlı bir şekilde incelenmiş. 2009 yılında Bathonea için Helenistik-Roma kenti olarak yeni bir kimlik önerilmiş ve bugün halen kazılar sürmekte. Bu beni çok heyecanlandırdı ve sabah 9’a doğru evden yola koyuldum. Hava serin, 16,1 °C. Üzerimde windstopper yelek ve altımda uzun ince tayt. Halkalı trenine binmek üzere Bostancı istasyonuna pedallayıp 1 saatlik yolculuk sonrası, 10.24’de Mustafa Kemal tren istasyonunda iniyor, göl kıyısı boyunca giden yürüme yolundayım. Gelmeyeli değişiklikler var. Bir kere o kocaman sitede (Blue Lake) artık oturulmakta. Önü ve girişi bir düzenleme görmüş. Jimnastik aletlerinden oluşan bir alan ve Beltur açılmış hemen yakınında.
Sabah yürüyüşüne çıkmış insanların arasından geçerek polis karakolu yanından başlayan, Osmanlı dönemine ait tarihi köprüye kolayca ulaşıyorum. Büyükçekmece Köprüsü ile kıyaslandığında kaynaklarda "Ponte Piccolo" (Küçük Köprü) olarak da adlandırılır. Roma döneminde kâgir ve ahşap olup, İstanbul'un fethi sırasında stratejik önemi nedeniyle II. Mehmed tarafından onarıldığı, günümüze ulaşan köprünün yapımına I. Süleyman döneminde başlandığı ve II. Selim döneminde tamamlandığı bilinmekte. I. Dünya Savaşı sırasında ekleme yapıldığı ve köprü eğiminin düzleştirildiği, bu haliyle orijinal mimari yapısını kaybettiği de ayrıca belirtiliyor.
Üzerinden geçip otoyola paralel alt yolda ilerlemekteyim. Her zaman Avcılar için ayrıldığımız noktada bu sefer sağdan devam ediyorum. Google, işaretlediğim antik kente ne yazık ki yol olmadığını söylüyor. Ben de yakınlarda başka bir yeri işaretleyip, ama araç yerine yaya olarak sürdürüyorum ilerlemeyi. Araç olarak beni otoyola çıkartmaya çalıştığından.
Göle paralel giden yolumun üzerinde düğün salonları, kafeler, lokantalar yan yana dizili bir vaziyette sıralanmışlar. Saat daha erken olsa ki pek bir faaliyet göze çarpmıyor. Ardından kısa ama dik çıkılan, 200-300 metrelik, %14’ü de gördüğüm bir yokuşun sağında Avcılar Belediyesi’ne ait Paşaeli Kent Parkı geliyor. Acaba buradan da gidebilir miyim diyor ama sonra gene Google’a sadık kalıp devlet hastanesi inşaatı kenarından dönen yolum daha da dik bir kısa rampayı, bu sefer %17’yi görüyorum, tırmanıp gelen düzlük sonrası beni gene otoyolun yanındaki yan yola ulaştırıyor.
Üniversite içinden gösterse de güvenlik izin vermiyor ve yan yoldan devam edip Esenyurt diye ayrılıyorum. Oldukça kalabalık buraları. İETT otobüs terminali geçiliyor ve geldiğim cadde (Fevzi Çakmak Cd.) bir sanayi içinden geçmekte; tekstilciler, keresteciler, reklam ajansı, metal yazan, baskı yapan yerler, hatta Gelik 1972 restoranı bile var... İ.Ü. Cerrahpaşa Yerleşkesi kenarından sürmekte olan yolum beni Firuzköy’e getiriyor. Tek yön, girişi olmayan bir yola giriyorum ama araçlar da giriyor arkamdan. Anlam veremedim, nasıl oluyor? Gerçi olmaz olur bizim memlekette. Bir de batı ülkeleriyle karşılaştırmazlar mı? Şu son köpek katliamı kararı mesela. Yok orada varmış da bizde neden olmazmış? Sanki her şeyimiz benziyor da bir bu eksikti!
İlk defa geçtiğim bir bölge, Firuzköy. Tabi hemen isminin nereden geldiğini merak etmez miyim? Şöyle bir bilgiye rastladım: Bulgar eşkıyalarının aman vermediği Balcıbük köyü sakinleri köylerini komşu köye satıp Türkiye'ye yerleşmeyi kararlaştırırlar ve Avcılar köyü yakınlarındaki Firuz'un satılık olan çiftliğini almaya karar verirler ve 60 hane olarak Firuz'un çiftliğine yerleşip buraya Firuzköy derler.
Google’ı takip ederek devam. Gene küçük sanayi gibi yerlerin içinden geçiriyor, İstanbul’un hiç bilmediğim semtlerini gezdiriyor. Acaba ne zaman antik kente geleceğim merakı içinde yokuşları iniyor ve 24’üncü kilometrede karşıma büyük bir inşaat sahası çıkıyor. Giren çıkan kamyonlar ortalığı toz dumana boğmuşlar. Girişi kapalı, Emlakbank gibi isimler yazıyor tabelasında. Haliyle geçmeme izin verilmiyor. Ama Google da yolu buradan gösteriyor. Ne var ki güvenlikçinin verdiği bilgiler moralimi bozuyor. Kazı yeri hem başka tarafta, hem de çevresi telle sarılı ve girişine izin verilmediği, güvenlikçilerin olduğu yönünde. Yani buraya kadar boşuna mı geldim?! Üzülüyorum bu duruma. Göremeden mi gidece’m. İnternette bulduğum fotoları ve bilgileri paylaşayım bari: Bathonea kazıları ile Helenistik ve Roma dönemlerine tarihlenen "Büyük" ve "Küçük" olarak adlandırılan iki antik liman yapıları ve göl içinde kalmış bir antik deniz fenerinin izleri, İmparator Büyük Konstantin tarafından yaptırıldığı düşünülen dev bir açık sarnıç, bir kale kalıntısı ve mozaik zeminli büyük bir saray-manastır kompleksi, yeraltı su kanalları ve antik yollar gün ışığına çıkarıldı... Daha fazla bilgiyi bakanlığın sayfasında okuyabilirsiniz > KTB
Hevesim kursağımda kalarak ayrılıyorum inşaat kapısından ve göl kıyısına paralel olarak içerilerden giden, halen bazı ahır ve ağılların olduğu, kurbanlık satışların yapıldığı, hurdacı gibi yerlerin dibinden devamla geldiğim bölge artık bildiğim yerler. Altınşehir, Halkalı tren istasyonu, Menekşe plajı, Florya şeklinde. Trenle dönmek yerine Sirkeci’ye kadar pedallayayım bari. Uzundur gitmediğim geçmediğim bölgeleri görürüm.
Florya sahil yolu kalabalık. Öyle ki önüne bakmayan bir bisikletli gençle az kalsın çarpışıyordum. Yani herhalde en trajik durum olurdu. Bu yolun vaziyeti de can sıkıcı. Zemine döşenmiş betonun ek yerleri sürekli tak tak vurur. Ayriyeten dolanan çok olduğundan -bebesini gezdiren, avare avare yürüyenler- son derece dikkatli ve yavaş geçmek lazım.
12-13 kişiden oluşan bir bisiklet grubu önümde. Disiplinli bir şekilde peş peşe pedallıyorlar. Aralarına karışmamak için bir müddet sonra sağda bulduğum geniş alandan geçip, balıkçı barınağı sonrası biraz rahatlayan Yeşilköy sahil yolunun sonuna dek gidiyorum. Tarihi fenerde (*) kesiliyor bisiklet yolu. Mecburen geri dönüyor, ilk çıkıştan ana caddeye çıkamıyorum. Daracık bir rampa yapılmış, pedallayarak mümkün değil, dikliğinden dolayı da ağır bisikleti itemiyorum. Ayakkabıların altındaki metal kilitler kaymaya neden oluyor. Ancak bayağı geri dönerek bulduğum bir aralıktan Röne Park’a çıkıyorum.
Uzun yıllar yediden yetmişe tüm Yeşilköylülerin uğrak yeri olmuş, Bakırköylü Rumlardan Mösyö Röne’nin işletmiş olduğu deniz kıyısındaki Röne Park, değil yalnız Yeşilköy’ün, tüm İstanbul’un en şık gazino ve çay bahçelerinden birine ev sahipliği yapmış. Bir zamanlar Bakırköy ve çevresindeki okulların balolarını, mezuniyet kutlamalarını yaptıkları Röne Park bugün de kalabalık. Pusetli anneler, koşan bebeler, boncuklu işlerin satıldığı kermes vari tezgahlar, kafe/çayevi ve İHE büfesi...
(*) 1856 yılında, Sultan Abdülmecid zamanında Fransızlar tarafından taş kule olarak inşa edilen bu fener, ilk önce Ayastefanos olarak adlandırılmış. Yeşilköy Burnu'nda bulunan fenerin ismi daha sonra bulunduğu semte uygun olarak değiştirilip Yeşilköy Feneri adını almıştır. 23 metre yüksekliğindeki taş kulenin yanı sıra, bir de lojmanı bulunan Yeşilköy Feneri, 1945-1988 yılları arasında 3 kez restore edilmiştir.
Zamanında deniz kıyısında küçük bir Rum köyü olan, o zamanki adıyla Ayios Stefanos zengin tarihiyle çok güzel bir yer. 19. ve erken 20. yüzyılda Ayastefanos İstanbul'un üst sınıfının favori dinlenme sahili, avlanma yeri ve karışık bir nüfusa sahip. Nüfusunu Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Levant denilen, İstanbul'un İtalyan ve Fransız halkı oluşturmaktaymış. Cumhuriyet’in ilanından sonra yerleşim adlarının Türkçe olarak değiştirilmesi kararıyla Yeşilköy’e dönüşmüş. Kimi kaynaklarda bu yeni adın semt sakinlerinden yazar Halit Ziya Uşaklıgil tarafından verildiği ileri sürülür. Kendisi 1905’den ölümü 1945’e kadar Yeşilköy’deki köşkünde yaşamıştır.
İstanbul'un batı yakasında MS 384 yılında Konstantin tarafından bir eğlence ve sayfiye yeri olarak kurulmuş olan, Latinlerin Septimum'u, Bizanslıların Hebdomon'u, Rumların Makrihori’si 1925’de Türkçeleşip Bakırköy olur. Ve bugün, buradan başlayıp Yedikule’ye kadar iç kesimden giden bir bisiklet yolu bulunur. Son derece keyifli ve rahat bir şekilde pedallayarak sürdüm. 70,8 km.de 2’nci bataryaya geçiyorum, biraz boşaltmak düşüncesiyle. Saat 14.09, hava 24,6 °C, ortalamam 18,3 km/s. Yanımdaki 3 sandviçi burada mideye indiriyor, sonrasında yer yer yoldan yer yer kaldırımdan sürerek Sirkeci’ye ulaşıyorum. Bu sefer bir değişiklik yapayım, Harem’e arabalıyla geçip Üsküdar’dan metroyla döneyim diyor ve kendimi, nasıl olduysa gişelerden geçmeden tesadüf bulduğum yoldan gemiye çıkarıyorum. (...) Harem-Üsküdar arası öyle kalabalık ki, sormayın. Sıkışık trafik, aralardan geçen yayalar, bulduğu park yerine hızlı bir manevra ile girmeye çalışan, aniden kapısını açan, zart diye yanından geçen motosikletler...
Bu yeni metroların arkadaki boşlukları çok rahat bisiklet için. Kolayca yerleştirebiliyorsun. 35 dakikalık bir yolculuk sonrası İmam Hatip durağında inip evin yolunu tutuyorum.
Size yeni keşfettiğim bir müzisyeni tanıtmak isterim; Enzo Carniel & House of Echo. Şöyle ki: Kategorize edilmesi gerçekten imkansız bir Fransız müzisyen olan Enzo Carniel ve House of Echo, henüz var olmayan başka bir dünyadan bir müzik hayal ediyor... Elektronik ve doğanın ham seslerine dalmış olan bu caz, manyetizmasıyla bizi çevreleyen -görünür ve görünmez- duvarlardan kendini kurtarıyor. Hem ruhsal hem de sonik (ses dalgası) deneyim biçimini alan bir dünyaya götürüyor... Tatmanız için Wallsdown.
bisikletle Bathonea: Dudullu-Bostancı-(tren) Mustafa Kemal-K.Çekmece-Firuzköy-Altınşehir-Halkalı-Florya-Bakırköy-Sirkeci-(gemi) Harem-Üsküdar-(metro) İmam Hatip-Dudullu
Tur tarihi: 27 Ekim 2024
Alınan yol: 77,76 km
Ortalama hız: 17,8 km/s
En yüksek hız: 53,2 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 22 dk, dışarıda geçen süre 7 s
En yüksek sıcaklık 31 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 20,6 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 454 m, kaybı (iniş) 546 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 276,8 m
Garmin yol bilgileri bisikletle Bathonea
Relive yol bilgileri bisikletle Bathonea