5 Ağustos 2025

bisikletle Poyraz - Anadolufeneri II


Havalar nispeten serinledi, hani tam olmasa da 40 derecelerde değil. Neresi olsun bu pazar diye düşünürken, uzundur gitmediğim Poyraz aklıma geldi. Hani Sarıyer’den motorla geçilirdi, eskiden sıkça yaptığımız tur. Baktım Şehir Hatları’na, saat 10.35’de var bir motor. Süper. Hemen bir hesaplama; 8.45 ile Kadıköy-Beşiktaş yaparsam rahatça yetişirim. Bu da süper. O zaman geceden hazırla eşyalarını. En az 45 dk koy evden rahatça Kadıköy’e varman için de.


Evden çıkışım 7.49. Günün bu saatinde hava çok keyifli oluyor. Yüzüme çarpan serin rüzgar ile Kadıköy yolunu tutuyorum. Ataşehir taraflarında elektrikli Martı’larla seyir halinde biri arkamdayken bir de bakıyorum önümde ilerliyor. Hoppala, nereden kestirdi de geçti beni, merak ediyorum. Yolu dolandırdığımı bir süredir düşünmekteyim. Memorial Hastanesi sonrası Marriot Hotel tarafından mı geçsem, ama bazı yerler tek yön. Sonra Bauhaus’un oralardan otoyolu aşmam lazım ki İnönü Caddesine çıkayım. Biraz komplike gözüktü, gene eski rotadan devam, Atatürk Caddesi boyunca minibüs yolundan (Fahrettin Kerim Gökay Cd.). Marmara Ü. önünde hafif bir kalabalık. Bazı öğrenci kuruluşları olsa, tezgah açmış, flamalar dalgalanmakta. Yenileri kapma peşindeler sanırım.


Bu kafa radyosu denilen olay. Hani beyinde çalan 2-3 sn.lik bölümler. Hangi kritere göre ortaya çıkarıyor ki? Son dinlenileni mi buluyor? Şu an çalanı ne zaman nasıl dinlediğimi hiç hatırlamıyorum. Bazen nakarat gibi adamı sinir de edebiliyor.


İnsanın kafasında istem dışı çalan müzik — yani bir parçanın, kişinin onu aktif olarak dinlemese bile zihninde tekrar tekrar çalması — "earworm" ya da Türkçesiyle "akılda kalıcı müzik" olayıdır. Psikolojide bu duruma involunter musical imagery (INMI), yani "istemsiz müzikal imgeler" denir.


Boğadan döndüm iskeleye doğru iniyorum. Soldaki dükkanlardan biri, ayakkabıcı, dikkatimi çekti. Adı ne? Tahmin edin? David Walker : )) Herhalde Johnnie’nin akrabası olsa ; ))


Erken çıktım erken vardım, 15 dk var kalkmasına. Gerçi 8.30’da motor vardı ama gemi hem daha rahat hem de bisikleti yüklemek daha kolay. Boğazı izleyerek, foto video çekerek Beşiktaş’a varıyor ve 9.13, tekrar sele üzerindeyim. Sabahın erken saatinde, hava biraz daha serinken bu yakadan yapmak daha keyifli. Anadolu tarafı gölgede kalıyor, soğuk oluyor. Şu an sıcaklık 27 °C, kuzey yönündeyim, şimdilik ortalamam 18,8 km/s, denizden 13 m yükseklikte olduğumu söylüyor Garmin.


Ortaköy’e yaklaşırken ışıklı uyarılarda “Şeridi Paylaş” yazması hoş olmuş. Gerçi iplemeyen de var ama en azından düşünülmüş olması bile iyi. Sırayla Arnavutköy-Bebek-Aşiyan geçiliyor; burada denize girenler, güneşlenenler, hatta çadır kurmakta olanı bile görüyorum. Nedense Boğaz’da hiç denize girmedim. Gerçi bende öyle deniz merakı da pek yoktur!


Yeniköy’deki Sedona Concept, bisiklet ve kahve kültürünü bir araya getiren, bildiğim bu konuda ilklerden. 2014 olarak okumuştum açılışını. Ne zaman geçersem oturanlar görürüm, bugün de. Yani popüler bir buluşma noktası. Ama ben hiç oturmadım : ((


Bebek’ten başlayıp Kalender’e kadar mavi çizili bir bisiklet yolu vardı kaldırımda. Gerçi tüm bisikletçiler yoldan gidiyordu. Bu arada çokça da görüyorum, hem yol, hem tur bisikleti, tekli-çoklu-gruplar halinde. Spor yapanlar da var, yürüyenler, koşanlar… Karşıya nazaran daha hareketli bu kıyı. Ne çok pedalladım bu yolu eskiden bilseniz. Avrupa yakasında otururken. 


İstinye körfezine geldiğimde kıyı çalışması ile karşılaşıyorum. Yol bu nedenle daralmış. Eskiden bir tersane vardı bu güzelim körfezde. Yaklaşık bir asır boyunca faaliyet gösteren tersane 1991’de söküldü, gitti. Bugün yerinde marina var, İstMarin’in işlettiği.


Büyükdere geçildi Sarıyer’e az kaldı. Sağda, kıyı kenarında duran biri arkadaşıma çok benziyor. O mu değil mi derken adını sesleniyorum. Dönüyor-bakıyor. Evet o, Mehmet. Çok eskilerde sıkça görüşürdük, sonra koptuk. Ama yeni dönemde ancak telefonda görüşebildik. Ben onu tanıdım ama o beni tanıyamıyor. Gülmekten ölece’m. Herhalde kask-gözlük falan, hiç aklına gelmedim. Neyse adımı söyleyince ikimiz de kahkayı basıyoruz. Amma gençleşmişin diyor. Tamam yemekler benden : ))


Bankın birine oturup, yapılan sohbet sonrası motora yetişebilmek üzere ayrılıyorum yanından. Bu rastlantı güzel oldu. Aklımdan da geçiyordu, Büyükdere’de oturuyor. Bir gün uğrar, daha rahat sohbet ederiz.


Motor daha gelmemiş, yolcular birikmiş, beklemedeler. Bense salona girmiyor, dışarda hazır ve nazırım. Gelmesiyle hurra durumları. Buranın tek derdi, motora basamakla çıkılması. Ağır bisikletle zor oluyor. Bereket biri yardımcı oldu da kolaylıkla 4-5 basamağı çıkarabildim.


Keyifli bir deniz yolculuğu ile, ilkin Anadolukavağı, ardından Poyrazköy, 3. köprünün altından da geçerek. Buralarda biraz motor salladı. Açık denize çıkıyoruz, normaldir.


11.11, Poyraz’a inmiş, şöyle kısa bir kıyı turu atıyorum. Son gelişimde yapılmakta olan lokantaların kıyıya diktikleri mekanlar bitmiş-kullanılmakta. Kumda şemsiye altında oturanlar, ağaç altına masa kurma hazırlığında olanlar, bikinisiyle dikkat çeken güzel bir hanım…


Bikininin tarihçesi antik çağlara kadar uzanır. Yunan ve Roma dönemlerinde kadınların spor yaparken iki parçalı giysiler giydiğini gösteren resim ve mozaikler vardır. Modern bikininin ortaya çıkışı ise 20. yüzyılın başlarındaki sosyal değişimler ve moda evrimleriyle yakından ilişkilidir. 1920'lerde kadınların plaj kıyafetleri daha cesur hale gelmeye başladı. Ancak hala kolların ve bacakların çoğunu kapatan mayolar yaygındı.


Jacques Heim, 1946'da "Atom" adını verdiği, dünyanın en küçük mayosu olduğunu iddia ettiği bir tasarımı tanıttı. Sadece üç hafta sonra, Louis Réard çok daha cüretkar, göbek deliğini açıkta bırakan bir tasarımla karşısına çıktı. Réard, Pasifik Okyanusu'ndaki nükleer denemelerin yapıldığı Bikini Atoll adasından ilham alarak tasarımına "Bikini" adını verdi ve bu ismin yarattığı şok etkisinin nükleer patlamaya benzer bir etki yaratacağını umdu. Réard, profesyonel bir mankenin bu mayoyu giymeyi reddetmesi üzerine Casino de Paris'te çalışan Micheline Bernardini adlı bir dansçı üzerinde sergiledi.


Bikini, ilk başta çok fazla tepki aldı ve birçok ülkede, özellikle Katolik kilisesinin etkisiyle, kamusal alanlarda giyilmesi yasaklandı. Ancak, 1950'ler ve 60'larda sinema ve popüler kültürün etkisiyle bikini popülarite kazanmaya başladı. Brigitte Bardot'nun 1953 yapımı "Manina, Kızlar ve Denizkızları" filminde bikini giymesi Avrupa'da bir dönüm noktası oldu. 1960'larda Ursula Andress'in James Bond filmindeki ikonik bikini sahnesi ve Raquel Welch'in rol aldığı filmler bikiniyi kültürel bir seks sembolü haline getirdi. 1960'ların ortalarından itibaren bikini Batı toplumlarında plaj kıyafetleri arasında yaygınlaştı. 


Tam 10 sene önce gene bir 3 Ağustos Pazar günü Poyraz’a gelmiştik. O zaman burada haşema ile denize girenleri hatırlıyorum. Son plajı kadınlara ayırmışlar, erkek sinek bile uçamıyordu (bkz. Poyraz-AnadoluFeneri, “Kurumadan”). Devam ediyor mu bu durum bilemiyorum. Bazı kaynaklar pazar günü kadın erkek karışık aldıklarını söylüyor.


Dimdik bir yokuşla kafelerin olduğu terasa çıkılır. Ama öyle böyle değil, zorlar. Her zaman oturduğum(uz) ilk kafede boş bir masaya yerleşiyor, bir çay (30-) eşliğinde yanımdaki sandviçi yiyorum. Mühendislik açısından birçok “ilk”i barındıran 3. köprü tüm güzelliğiyle karşımda. Maviliğin içinde bembeyaz bir arp gibi durmakta.


Fazla da kalmıyor, çay da 30 olunca 2’nciyi içmeyip tekrar yola koyuluyorum (11.31 / 35,37 km / ort. 18,8 km/s / 30 °C / rak. 27 m). Burada da sıkı bir yokuş sizi bekler. Kısa ama dik. Bu kadar da dik olduğunu hatırlamıyordum. Neyse sonunda otobüs durağına vardığınızda yol mülayimleşir ve çok keyifli bir hal alır. Turun en güzel bölümüne girer, en az 13 km.lik nefis bir yol, fazlası da vardır. Sanki İstanbul’da değilmişsiniz hissine kapılırsınız.


Anadolufeneri yolundayım. Soldan “Hasanbey Çiftliği”ne gidildiği gösterilmiş, toprak bir yol. Nedir, ne değildir, hep merak ederim? YZ’ye sordum, o da bilemedi. Apple, haritasında 100 m içerlerde hayal meyal bir bina gösteriyor. O kadar. Ağaçların arasından boğaz manzarası izleyerek geldiğim Fener’de mola vermiyor devam ediyorum. İnilen yokuş bir plajın kenarından, askeriye kapısı önünden geçer. Kimi bu plaja Kabakoz der. Bildiğim Şile’de değil midir Kabakoz? YZ ayriyeten 2 yeri daha işaret etmekte: “Manisa, Gördes ilçesi merkez bucağına bağlı bir köydür”, “Kastamonu, Cide ilçesine bağlı, deniz kenarında yer alan bir köy de Kabakoz adını taşımaktadır” der. Bu arada bir başka konu, bu YZ’ler; ben tekine bağlı hareket etmiyorum, karşılaştırmak gerek alınan bilgileri. Bazen farklı sonuçlar çıkıyor. Perplexity, Gemini, ChatGPT şimdilik kullandıklarım.


Tarihte bir Kaynarca Antlaşması (veya resmî adıyla Küçük Kaynarca Antlaşması) vardır değil mi? 21 Temmuz 1774 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nı sona erdiren, Osmanlı Devleti'nin gerileme sürecini hızlandıran, Rusya'nın gücünü artıran, bizim açımızdan çok ağır şartlar içeren bir antlaşmadır. Ama şimdi geldiğim köyün konuyla ilgisi yok. Buradaki Kaynarca Beykoz’un mahallesi. 93 Harbi denilen, Ruslarla yapılan savaş sonrası göç etmiş belirgin bir Laz nüfusun olduğu söyleniyor. Hatta bir ev vardı buraya gelirken gördüğüm, konak diyebilirim, sanki Karadeniz’den sökülüp buraya getirilmiş.


Her taraf yeşil, üstünde ineklerin pervasızca uzandığı çayırlar, çok güzel buraları. Kaynarca sonrası soldan turun en sağlam rampasına doğru ilerliyorum. Son geçişimde gireyim/göreyim dediğim Hocaoğlu mahallesinin yolu gözüme fazla dik göründü. Bunu soğuk günlere bırakayım, ısıtır. Düz devam ediyorum. Sağlam dediğim rampa; 400 metre kadar olsa da ortasında %17’yi gösterir. Bugün araç trafiği de olduğundan S yaparak çıkamıyor, High desteği kullanmak zorunda kalıyorum.


Tepe noktasına geldiğimde soldan Hocaoğlu’na gidildiğini görünce, rampayı çıkmadım ama burası düz, girip göreyim diye sapıyorum. Ormanlık bir alandan geçip geldiğim köy oldukça küçük görünüyor. Keyifli bir ortama benziyor. Görünürde öyle muhteşem yapılar da yok. Neyin nesi, neyin fesi? Buraya ilişkin bilgi bulamadım. Tek, Bartın ve Düzce’de 2 köy varmış aynı adla. Belki oradan gelenlerce kurulmuş olabilir. Aynen Görele köyü/mahallesi gibi.


Dimdik çıktım, dimdik iniyorum. Aslında bu yolu önceki turlarımda sıkça anlattım, o nedenle fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Riva yolundan sağ yapıp Zerzevatçı’ya gelmekteyim. Yol üzerinde köylülerin tezgahları sebze, meyve ve yumurtayla dolu. Bazılarında alış veriş yapanlar da var. Zerzevatçı 2. mola noktam olsun diye cami yanındaki kahveye yanaşıyorum. Saat de 12.56 olmuş bu arada. 2 çay (10- ad.) eşliğinde dinleniyor, hatta 15 dk kadar da kestiriyorum. Yani yatsam uyurum herhalde.


13.49, tekrar yoldayım. 3’üncü rampa da çıkılıyor ve Görele içinden geçip çıkışında 2. bataryaya geçiyorum (60,9 km / 14.04 / 33 °C / ort. 17,7 km/s / rak. 211 m). Çıkışı çok güzel bu köyün. Mete’nin oturduğu günlerde sıkça gelir onda mola verirdik. Şimdi İstanbul dışına taşındı, ancak telefonda konuşabiliyoruz.


Dimdik indim geldim Çengeldere yoluna. Dereyi göremiyorum ama yol dümdüz gidiyor. İlk gelen market Bim’den alınan soda ve ayran ile hem midemi dolduruyor hem de hararetimi bastırıyorum. Çavuşbaşı deniliyor bu bölgeye. Elmalı Barajı'nın havzasında yer alıyor. Bir zamanlar padişahların av sahası. Bölge, doğal sit alanı olarak koruma altındaymış. Her zaman olduğu gibi piknikçiler-mangalcılar çöplerini bırakmışlar gene ortalığa. Bundan kurtuluş yok bizde! Ama tek tek sorsan hepsi pislikten şikayet eder.


4’üncü rampanın başı, yol kenarı sertleşmiş çimento atığı nedeniyle gidilemez durumda. Mecburen yolun ortasındasın. Araçlar da dibinden geçer. 


Halen Beykoz ilçe sınırlarındayım. Uzatmayayım, Çavuşbaşı sonrası Hekimbaşı olarak devam ediyorum. Başlar peş peşe sıralı yani : )) Ve artık Ümraniye başlıyor. Ben de 10 yıldır Ümraniyeli oldum, hiç aklıma gelmezdi : ))


Başlangıçta Üsküdar'a bağlı bir köy olan Ümraniye, 1960'lı yıllardan itibaren sanayi ve göçle hızla büyüyerek 1987 yılında ayrı bir ilçe statüsü kazanmıştır. İstanbul'un en hızlı kentleşen bölgelerinden biri olan Ümraniye, bu hızlı gelişimiyle "bayındırlaşmış, gelişmiş yer" anlamına gelen ismini almıştır.


Bir de 1993’de yaşanan Ümraniye Çöplüğü patlaması yok mu?


Patlama sonrası çöplükten fışkıran çöpler ve çamur, aşağıda bulunan gecekondu mahallesini yuttu. Toplamda 39 kişi göçük altında kalarak hayatını kaybetti. Bölgede onlarca ev kullanılamaz hale geldi.


Kalabalık trafik içinden geçerek geldim bu rotanın artık en güzel yanlarından biri olan Noodle House’da yenilenlere. Her geçişimde mola veriyor bir şeyler tadıyorum. Bugün de wog’da kızarmış sebze istedim, ekstradan tofu ve bambu kamışı ilavesiyle. Ama sebzeler biraz fazla pişmiş, erimişlerdi. Noodle ile olan menüleri bence daha başarılı. Yarım saat sonra 315 lirayı ödeyip evin yolunu tutmaktayım.


Yazı kenarındaki işler, çok sevdiğim arkadaşım Hale’ye ait. Şöyle tanıtılmış: Hale Arpacıoğlu (1951-2025), 1969-71 yılları arasında ABD'de Portland Oregon College'da sanat eğitimi aldı. Ardından İtalya'ya giderek Roma Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim üzerine çalıştı ve 1976'da mezun oldu.


Türk resim sanatının 1980'li yıllarda öne çıkan önemli kadın sanatçılarından biridir. Arpacıoğlu'nun sanatında, geniş fırça darbeleri ve canlı renk paleti dikkat çeker. Eserlerinde genellikle dışavurumcu ve gerçeküstücü bir yaklaşımla, kadın figürünün duygusal ve psikolojik hallerini yansıtır.























bisikletle Poyraz-Anadolufeneri II: Dudullu-Kadıköy-(gemi) Beşiktaş-Sarıyer-(gemi) Poyrazköy-Anadolufeneri-Kaynarca-Zerzevatçı-Çavuşbaşı-Hekimbaşı-Ümaraniye-Dudullu


Tur tarihi: 3 Ağustos 2025

Alınan yol: 78,33 km
Ortalama hız: 18,2 km/s

En yüksek hız: 56,8 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 18 dk, dışarıda geçen süre 8 s 11 dk

En yüksek sıcaklık 41 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 31 ˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 907 m, kaybı (iniş) 890 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 224,8 m


Garmin yol bilgiler bisikletle Poyraz-Anadolufeneri II


Relive yol bilgiler bisikletle Poyraz-Anadolufeneri II