İstanbul’da şehir turu atmak da bazen çok zevkli oluyor. Özellikle pazar
günü, bir de okullar tatil olmuş şehirde kimse kalmamışsa. Tabii en güzeli
bayramlarda, İstanbul boşalınca sokalar bizim oluyor.
Pazar sabahı 8.50’de Serhan’la Karaköy iskelede buluşup pedal döndürmeye başlıyoruz. Hava yağışlı olabilirdi. Bu nedenle yanımıza da biraz gerekenleri aldık, yağmurluk, çanta kılıfları gibi. Kahvaltıyı Fatih İtfaiye arkasındaki Siirt Pazarı denilen yerde yapacağız. Bakkaldan peynir, domates, biber hazırlatıp yandaki fırına da teslim edince 10 dk sonra nefis 3 pideyi hazır buluyoruz. Üst üste koyup Serhan kolunun altına aldı ama biraz sonra neredeyse elinden düşürüyordu. Öyle sıcaktılar ki. Sıraya Firuzan girdi ve kahveye kadar taşıdı. Birimiz de onun bisikletini ittik. Hemen soldaki ilk kahveye yerleşip pideleri afiyetle yemeğe hazırlanırken gördük ki üst üste taşıyarak hata yapmış, paket kağıtları peynirlere yapışıp pideler rezil olmuştu. Teki kurtulmuştu, en üstteki. Artık yapılacak bir şey yoktu, kağıtları sıyırarak kalanla idare ettik. Serhan en üsttekini alınca böyle bir dertten kurtulmuş oldu. Bu bölgede çaylar çok lezzetli demlenir hep. Hangi kahveye gitsen yaldızlı bardakta gelir ve doyamazsın tadına. Biz de 4-5 bardak çayı yuvarladık. Pidemizden birazcık da masa altında hissesini bekleyen kediye verdikten sonra Siirtli hemşerilerimize veda edip sokak aralarından Fatih Cami avlusundan geçip Karagümrük (bir de çeteleri var değil mi?) tarafına devam ettik. Sabah sabah turistler de ortalıkta dolanıyorlar. Küçük gruplar halinde.
Sulukule’nin yeni halini görelim istiyoruz ama daha bitmemiş, içeriye almıyorlar. Oturanları yerlerinden edip villa diktiler. Garibanları şehir dışına sürdüler; sen buraya fazlasın. Ne kötü, yıllarca oturduğun yerden sürül, bilmediğin bir yerde yeniden başla. Senin yerine de varlıklıları yerleştir. Buna da kentsel dönüşüm de!
Sulukule: İstanbul'da surların en alçak olduğu bölge olan ve Bayrampaşa Deresi'nin bu bölgede bulunması nedeniyle bu adı almıştır.
Bölgeye yerleşim 10. yüzyıla dayanmaktadır. Bizans döneminde Hindistan'dan geldiği iddia edilen Romanlar, Ortodoks Kilisesi tarafından falcılık ve sihirbazlık gibi faaliyetlerle suçlanınca kara surlarının dışında yaşamaya zorlanırlar.
1453'te İstanbul'un fethinden sonra şehri canlandırma amaçlı olarak, farklı bölgelerde yaşayanları İstanbul'a çekme politikası ile Romanlar davet edilince bir kısmı Ayvansaray'da Lonca mahallesine bir kısmı da Sulukule'ye yerleşmiştir. İstanbul'un fethinden sonra Müslüman olan Romanlar dans ve müziğin yanı sıra kente pek çok yönden katkıda bulunmuş, sarayın mehter takımını kurmuşlardır. Dönemin en iyi, en zengin katırcıları, sepetçileri, Sulukule’den çıkmıştır.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Sulukule’de henüz eğlence evlerine ait bir ize rastlanmaz. Eğlence evlerine ilk kez 1946 yılında Turan Aziz Beler’in “Beyoğlu Piliçleri” kitabında rastlanmıştır. Beler, kitabında dekoru sade, temiz bir oda içinde sazlarını çalan, şarkı söyleyen ve dans eden genç kadınlardan bahseder.
Sulukule’nin en görkemli yılları 1950 ile 1960’lı yıllardır. Bu dönemde Sulukule’deki üç Eğlence Evi’ne ancak randevu ile gelmenin mümkün olduğu söylenir. Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi birçok ünlü ses sanatçısı eğlenmek amacıyla Sulukule’ye gelirken, bugünün popüler isimleri olan Hüsnü Şenlendirici, Adnan Şenses, Kibariye gibi isimler de Sulukule’de Eğlence Evleri’nde kendini yetiştirirler.
Menderes döneminde, Vatan Caddesi yapılırken, Edirnekapı’da surların bir bölümü ve Sulukule’de 29 ev yıkılır. Sulukule, biraz daha surlara doğru kayarak, sur boyuna yerleşmiş olan Haticesultan ve Neslişahsultan mahalleleri ile kaynaşır. 1985 yılına gelindiğinde ise Sulukuleliler, Turizm Bakanlığı’na “Gösteri Evleri Projesi” ile başvurup olumlu yanıt almışlardır. Yerel belediye tarafından onaylanmadığı için yasallaşmamakla birlikte “Eğlence Evleri” faaliyete geçer. Üç tane olan Eğlence Evleri’nin sayısı, 34’e çıkar. Yarı yasal olarak çalıştırılan işletmelerde 3500 civarı kişi çalışmaktadır. Bu dönemde mahalle ekonomik olarak kalkınma sağlar, yeni apartmanlar yapılır.
1990 yılında, Sadettin Tantan'ın Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı’na seçilmesiyle, Sulukule’deki Eğlence Evleri’ne baskınlar başlar. 1992’de Eğlence Evleri’nin büyük bir çoğunluğu kapanır. Saadettin Tantan’ın 1994’te Fatih Belediye Başkanı seçilmesi ise kalan birkaç tane Eğlence Evi’nin de boşaltılmasına neden olur ve bölge tekrar fakirliğe teslim olur.
Kaynak Sulukule
Kariye müzesini geziyoruz. İçerisi kalabalık. Serhan da bir müze kart edindi. İleride müze turları yaparız artık. Mozaikler ve freskler çok güzel. Nasıl gerçeğe yakın yapılmış yüzler. Çok etkileyici. Küçücük mozaik parçalarını bu denli maharetli kullanmak.
Foto Mehmet Saraç
Fresk ve Fresko nedir?
Hristiyanlık tarihinde, Kilise, Şapel, Bazilika ve Manastırların duvarlarını süslemek amacı ile kilise ressamları tarafından kök boya kullanılarak yapılan, konusunu İncil’de belirtilen ve Matta – Markos – Luka ve Johanna tarafından yorumlanan olaylardan alan resmetme sanatına Fresko bu resimlerin her birine de Fresk denir.
Kaynak Fresk
Hava da ne yapacak merak ediyoruz. Guru yok demişti ama bizimki sağanak diyordu. Bakalım kim doğru tahminde bulunmuş göreceğiz. Gerçi bu serinlik de iyi geliyor. Çok rutubetliydi son günler. Yapış yapış bunaltıyor insanı. Biraz yağmur iyi gelir. Gelir de bizi de dağıtır.
Tekfur Sarayı’ndaki kuş pazarını geçip Anemas Zindanları’nın yanından inerek Meryem Ana Ayazması’nı (Panayia Vlaherna) ziyaret ediyoruz. Ayin yeni bitmiş sanki. Halen cemaat dağılmamış. Bahçedeki köpeğe tımar hizmeti veriyor Firuzan. Tüyleri topak topak olmuş. Köpeğin çok hoşuna gidiyor bu durum, yatıveriyor yan üstü. Sonra bir canlanıp kucağına atlıyor Firuzan’ın. Neredeyse yere yıkacaktı.
Eyüp üzerinde Alibeyköy yapacağız. Burada belediyenin büyük bir fidanlığı var. Kaktüsleri görmek istiyoruz.
Alibeyköy tarihinde mısır tarlaları ile bilinirmiş, o nedenle semtin sembolü olarak mısır seçilmiş. Pedal pedal Alibey Deresi boyunca ilerleyip Atatürk Caddesi’nin sonunda sağa F. S. Mehmet Bulvarı’na sapıp fidanlığa varıyoruz (12.00). İstanbul’un bu tarafları da bir başka enteresan. Tepelere kocaman binalar dikmişler, önlerinde villalar. Kiptaş Finanskent’miş. İki farklı yerleşim. Sanki aynı site gibi duruyor. Hep çelişki. Villayı seçtiniz tepenizde 20 katlı bir bina. Zebellah gibi arkanızda dikili.
Burası İBB’nin İstanbul Ağaç Peyzaj A.Ş Alibeyköy Fidanlığı. 250 bin metrekarelik bir alanda kurulu büyük bir yer. Sitelerinden aldığım hava fotoğrafında görülüyor. Yeni gelen kaktüsler çok güzel. İki tanesi hemen öne çıktı. Eve almamış olsaydım bir tanesi çok hoşuma gitti. Bir yığın da orta boy ve küçük vardı. Kaktüs de başka bir merak. Ediz Hun’un 3 binden fazla kaktüsü olduğunu biliyor muydunuz?
Kaynak İstanbulAğaç
Fidanlık sonrası Alibeyköy’e geri dönüyoruz, geniş bir daire çizerek. Önümüze çıkan pazara da dalıyoruz. Orta boyda bir pazara benziyor. Serhan’a kiraz bize de bamya almak düşüyor. Osmanlı Park içi yolundan, Silahtarağa Bilgi Üniversitesi arkasından, Eyüp trafiğini yarıp Balat’ın arka sokaklarındayız. Çay içmeyeli çok olmuştu, gelin şurada bir mola verelim diyorum. İşte ne olduysa bu laftan sonra oluyor. Park etmek için dönüş yapan Firuzan yoldaki kadınların korkulu çığlıkları arasında yeri boyluyor. Ne oldu, anlayamadık ve korktuk. Ayakları pedala kilitli kalmış. Fazla bir şey olmadı dese de asfalt sol dizini epey sıyırmış. Şimdi pek acımasa da akşama kendini belli edecektir. Geçmiş olsun. Serhan diyor ki 6 defa düşmeden olmuyormuş.
Bazen insanın kafası duruyor. Yapman gerekeni yapmıyor otomatikte gidiyorsun. İşte o zaman ne oluyorsa oluyor. Ben de son gezide mıcırda kayıp düştüm. Bir şekilde kilitleniyorsun ve saliselerle her şey olabiliyor.
Çay yerine soda ve ayran tercih ettik. Kokteyli ben içtim. Sonra da Balat’ta kurulan Kastamonu pazarından acı biber, Makedonya biberi dediklerinden alıp devam ediyoruz Eminönü’ne.
Yemek için lokantaların dizili olduğu sokakta, Hocapaşa’da Balkan Lokantası’ndayız. Az bir şeyler seçip boş masalara yerleştik. Pek de lezzetli gelmedi yemekler. Belki de ağzımızın tadını polisler kaçırdı. Yan masada 3 tanesi yemek yiyordu. Son yaşananlar bu kuruma bakışımı daha da değiştirdi.
Eminönü adını nereden aldığını biliyor musunuz? Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi 'Emin’lere aitti. Semt, adını burada bulunan 'Gümrük Eminliği’nden alıyor. Peki Beşiktaş? İlk görüş, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa’nın gemilerini bağlamak için diktirdiği beş taştan aldığı yönünde. Diğeri ise bir papazın burada yaptığı kiliseye Kudüs’ten getirdiği beşik taşını koyduğu ve ismin buradan geldiği yönünde. İnanmıyorsanız Engin’e sorun.
Yağmur şu saate kadar yağmadı. Serinlik iyi geldi, terlemeden bisiklete bindik. Şimdi Beşiktaş’a dönüp Kadıköy’e geçeceğiz. Öncesinde aktardan susam ve limon tuzu alıp Karaköy üzerinden iskeleye hızla geldik. Serhan’a veda edip üçkırkbeşle karşıya, Yoğurtçu Parkı’ndan, forum çadırlarının kenarından Kızıltoprak’a. FB’liler akşam mitingi için toplanmaya başlamışlar bile.
Tur tarihi: 30 Haziran 2013
Kat edilen mesafe: 42,79 km.
Ortalama hız: 13,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 11 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 28 dk.
En yüksek sıcaklık 33 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 27,1 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 789 m, kaybı (iniş) 790 m.
Garmin bilgileri için AlibeyköyKaktüsleri
İlginizi çekebilir Eyüp’e doğru bir gezi , Yenikapı buluşması