Levent’in artık 100 km’nin altındaki turlara
katılmadığını duydum. O nedenle bu turu ona göre ayarladık ve en az 100 km
olacak şekilde bir hedef belirledik: Göçbeyli.
İstanbul ilinin Pendik ilçesine bağlı
bir köydür. Ancak 1951'e kadar bağlı olduğu Gebze'ye ve ekonomik olarak ilişki
kurduğu Tuzla'ya daha yakındır. Kuzeyinde Şile'nin Bıçkıdere, doğusunda
Gebze'nin Ovacık ve Kadıllı köylerine, güneyinde Tuzla'nın Akfırat mahallesine,
batısında Pendik'in Ballıca köylerine komşudur, diye yazıyor Vikipedi Göçbeyli için. Köyün adı, 1972 yılında köyden giden ve o
zaman Ordu ilinden göç gelen vatandaşların bey diye tabir ettikleri insanlardan
gelir. Beyler göçtü ve göçen beyler diyerek zamanla Göçbeyli halini almıştır.
Köye ilk göç 1972 yıllarında Azalma ve Oldu aileleri tarafından yapılmıştır.
İlk başlarda bir mezra-yayla yerleşkesi olan köy, daha sonra Ballıca köyünün
bir mahallesi ve nüfus artışına bağlı olarak Köy halini almıştır. Köyün gelenekleri; yerli nüfusunu oluşturan
ve Ordu ilinden göç gelen insanların yarı Anadolu devşirmesi kültür özellikleri
ve ağırlıklı olarak Doğu Karadeniz özellikleri taşımaktadır.
Kaynak Vikipedi
Kaynak Vikipedi
8.45’de
Fenerbahçe Mantarlar’a vardığımızda daha gelen yoktu. Aslında biraz erkenciyiz
bugün. Hava sabah daha soğuk. Böyle günlerde de insan nasıl giyineceğini
bilemiyor. Kalın mı, ince mi? Belki de ben biraz ince giyindim. Neyse, Kahve
Dünyası servisi açmış. 8 liraya koca bir bardak sıcak çikolatayla ısındık. Bu
arada da Serhan ve Levent geldiler. Sarılma selamlaşma faslından sonra çekilen
bir ‘start’ fotoğrafıyla yola çıkıyoruz.
Yol
uzun, günler kısa. Saat 5’ten sonra hava hem kararıyor hem soğuyor. Bugün
kapalı diyordu, son anda parçalı bulutluya çevirdi Meteo. Göztepe’yi az geçtik
cep çalmaya başladı. Fahri: Neredesiniz, mantarlarda yoksunuz? Bekleyin
geliyorum. Sağa çekiyoruz, güneşli bir aralığa. Birazdan Fahri gözüküyor. Hani
ben kendim için ‘biraz ince giyindim’ dedim ama Fahri’yi görünce kalın bile
kaldım. Arkadaşımız sanki yazdan kalma, kısa kol, kapri pantolon, lay lay
lom...
Pendik’e
kadar gidelim, orada bir mola sonra devam ederiz niyetindeyiz. Bostancı’ya
kadar asfalttan gidiyoruz. Sonra sahil yoluna geçtik. Hava biraz ısındı, güneş
gülen yüzüyle bakıyor. Levent gökyüzündeki uçağın bıraktığı izi gösteriyor,
“bak hiç rüzgar yok. Olsaydı o çizgi olmazdı” diyor, “yaz bunu da bloğa”. Fahri
Karadeniz havalarıyla bizi ateşliyor. Gidonundan sallanan hoparlör etraftakileri
de coşturuyor.
Bir
saat otuz dakika sonra Pendik Beltur’da kahvaltımızı ediyoruz. Serhan müthiş
bir sandviç çıkartıyor, Levent’te yok yok, dolma bile var. Biz de
hazırlıklıyız, yumurta bile haşladık. Fahri büfeden yararlanıyor, koca bir tost,
içi salam-sosisle dolu.
Gelsin
çaylar durumuyla güzelce doyduktan sonra İstanbulPark yönüne doğru pedal
basmaktayız. Sabiha Gökçen yapan yol bisikletliler karşı şeritten geçmekteler.
Sağda jetski taşıyan araçlar beklemekte. Nereye götürüyorlar acaba? Bir de
inşaatı devam eden otomobil şovrumu var. Dışarıya astıkları temsili resme
bakınca bir gemiyi andırıyor. Arabayla nasıl bağdaştırmışlar bu binayı
anlayamadım! Daha fazla denizciliğe uyuyor.
Dura
kalka sürüyoruz velespitleri. Firuzan moralimiz bozulmasın diye öne geçmiyor.
Ballıca sapağını geçip bir ihtiyaç için Shell’deyiz. Ben tekerlere hava
basıyorum. En hoşuma giden, yanıma gelenlerin 65 psi’ye ayarlı saati görünce
sordukları: “Arabaya 30, bu kadar ince tekere 65 nasıl oluyor?”
Benzincide
3 köpek, bize bir ilgi bir ilgi. Herhalde Firu’yu tanıdılar diyorum. Ama bu
ilgi hiç bitmiyor, hatta biraz fazla da oluyor. Hareket edince ‘ayakkabı merakları’
olduğunu görüyoruz. Sırayla hepimizinkine atlıyorlar. Kafalarına sıktığımız su
onları yıldırmıyor, peşimizdeler. Yokuş aşağı hızımız 30’u aşınca geride kalıyorlar.
Aman kurtulduk diyoruz. Aaa, o da ne, gene gelmişler!
İstanbulPark’tan
gürültülü sesler gelmekte. Arabalar dönüyor. Burasını İntercity şirketi
kiralamış. Kiralık araçlarına park yeri. Aynı zaman pisti özel kullanıcılara
kiralıyor (İst. Park Pist Günleri). Hızını test edebiliyorsun. Hatta sabah belirli
saatlerde (06.00-10.00) bisikletçilere de ücretsiz. 5,3 km’lik yolu bakalım kaç
dakikada alacaksın?
Serhan’dan
övgü dolu sözler: “Bugüne kadar geldiğimiz en güzel parkur”. Neden mi? Çünkü
kaymak asfalt her yer, yol bisikletlik. F1’den Göçbeyli’ye bir yay çizerek
gideceğiz. Normalde düz devam ediliyor ama biz sağa sapıyoruz, Akfırat yönüne.
Köpekler halen bizimle. Daha doğrusu Firuzan’la.
Fazla
trafiği olmayan yoldan ilerliyoruz. Hafif çıkıyor sonra güzelce iniyoruz. Solda
eskiden ceylan çiftliği vardı artık kocaman bir hafriyat alanına dönmüş.
Damperli dev kamyonlar çalışıyor. Bakalım ne dikecekler?
Şekerpınar’dan
gelen yola bağlanıp soldan Şile yoluyla devam ediyoruz. Buraları halen bakir,
ama maalesef böyle yerleri de moloz atıklarıyla dolduruyor vatandaşlarımız.
Nerede güzel bir yeşillik görse oraya pisliğini boşaltıyor, işaretini koyuyor.
Buradan ben de geçtim diyor. Sokak köpekleri bölgede çok, bazıları süratli
giden araçların gazabına uğramış, yerde yatmaktalar.
4 buçuk
saat sonra Göçbeyli’deyiz, 60 km geride kalmış. Bölgede çokça sera var,
İstanbul’un sebzesini sağlıyor. Taze süt-yumurta da satılıyor. Havası temiz
toprağı bereketli. İstanbul’a da bu kadar yakın. Ordulular güzel yer seçmişler.
Kahvede
yerimizi alıp kalanlarla acıkan karnımızı doyurmaktayız. Çaylar 750. Güneşli
güzel bir güne dönüştü hava. Kasım ayı için inanılmaz. Ama bir bu kadar daha
dönüş yolumuz var. Fazla da oyalanmayalım diye harekete geçiyoruz.
Göçbeyli’den ayrılış bir kısa tırmanışla başlıyor. Yemekten sonra dolu mideyle biraz başta zorlasa da, bacaklar kısa sürede alışıyor. Tepenin arkası İstanbulPark. Karşısında da piste gir(-e)meyenlerin pisti. Lastik yaktırıyorlar. Hani durduğun yerde asfalta lastiğini bırakırcasına döndürmek. Dumanlar havaya yükseliyor. Bu da ayrı bir zevk olsa. Kendi paranla lastiğini bitir!
İlk
benzincide bir ihtiyaç molası sonrası geldiğimiz gibi dönmekteyiz. Ama bu sefer
yolumuz daha çok ‘bayır aşağı’. Güzelce Tuzla ayırımına kadar geliyor,
sapakları ustaca geçip, sahil yoluna iniyoruz. Pendik’te bir ihtiyaç molası
daha (dönüşte ihtiyaçlar fazla oldu) ve abanıyoruz pedallara çünkü artık hava
soğudu ve kararmakta. Ama gün batımı bu kadar güzel olabilir. Sahil yolu
boyunca gökyüzü muhteşem bir resim sergiliyor. Bulutlar inanılmaz. Bunlar Sirrokümülüs, yüksek seviyede (5-13
km) bulunan bir bulut tipi. Bir katman halinde yayılmış ince, beyaz parçacıklar
şeklindedir. Parçacıklar genellikle buğday tanesi veya küçük dalgacıklar
halinde; birbirine bağlı ya da ayrık; genellikle düzenli bir doku oluşturacak
şekilde dizilirler, diyor Vikipedi.
Başak
ve Rahman çaya davet etmişlerdi, dükkanlarına. Harika, herkes istiyor gitmek.
Orası da bir, hani çocukken oyuncakçı dükkanına girersin, bayılırsın, hiç
çıkmak istemezsin, aynen böyle. İncelenecek, öğrenilecek çok şey var, tabii
satın alınacak da :)) Güzel bir mekan ortaya çıkardılar. Seçil ve Aleks
Yunanistan turunda olduklarından onları göremeyeceğiz. Nöbetleşe yürütüyorlar
işleri. Sıra şimdi Başak ve Rahman’da. Bakalım onlar nerede turlayacaklar?
Cenap
Albay’la da BisikletGezgini’nde buluşacaktık ancak çıkmamış evden, iptal oldu.
Haftaya bekleriz ama!
Günün
güzel sürprizini BisikletGezgini’nde yaşıyoruz: Enes. CanavarKeşifte de burada.
Ne hoş bir rastlantı. En son ne kadar oldu, nerede beraber olduk
hatırlayamıyorum ama Suriye gezimizde Şam sokaklarında dolanırken köşeyi dönüp
aniden Enes ve Elena’yı karşımızda görünce nasıl sevindiysek bugün de aynısı
oluyor. Daha geçenlerde sitesindeki bir tanıtım videosunu izlemiş, çok
yararlanmıştım. Hatta o kaset sökme aletini sonra BisikletGezgini’nden alıp işimi
gördüm. Enes’in sitesine girip bir bakın, yaralanacağınız çokça bilgi
bulunmakta (bağlantı adresi blog’da var; CanavarKeşifte).
Çaylar
içilip kurabiyeler de yenildikten sonra artık evli evine köylü köyüne diye arkadaşlardan ayrılıp Bağdat
Caddesi’nin trafiğinde kayboluyoruz. Levent, Serhan ve Fahri Avrupa Yakası’na,
biz Hora Palas otoparkına.
Bir 500
metre daha yapaymışız 111 km olacakmış. Ama Avrupa’dan gelenler fazlasını
yapmışlardır. Hele Fahri rahat 120’yi geçmiştir.
Sirrokümülüs: Şeffaf, beyazımsıdır. İpliksi veya pürüzsüz yapıdadır. Gökyüzünü tamamen veya kısmen kaplar. Güneş ve ay etrafında dışı beyazımsı, içi kırmızımsı hale (çember) oluşturur.
Kaynak: Vikipedi
Foto
katkıları için Levent’e teşekkürler.
Kadıköy
Fenerbahçe (Mantarlar)-Bostancı-Pendik-İstanbul Park-Akfırat-Göçbeyli-İstanbul
Park ve dönüş.
Tur
tarihi: 17 Kasım 2013
Kat
edilen mesafe: 110,53 km.
Ortalama
hız: 16,2 km/sa.
Bisiklete
biniş süresi 6 sa 50 dk., dışarıda geçen süre 10 sa 21 dk.
En yüksek
sıcaklık 27 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 17,7 ˚C
İrtifa
kazancı (çıkış) 1337 m, kaybı (iniş) 1337 m.
Garmin yol bilgileri Göçbeyli, ±111
Tur
bilgisi: Kadıköy-Pendik arası sahilden ve düz. Pendik-İstanbul Park hafif çıkış,
bazı yerlerde dikleşen. Otoyol kenarı güvenlik şeridi var. Yolun tamamı asfalt.
İstanbul Park-Akfırat-Göçbeyli hafif tırmanış ve iniş. Göçbeyli’ye giriş köy
yolu.
Göçbeyli-İstanbul
Park asfalt. Köy çıkışı hafif tırmanış ve iniş. Dönüş yolu genelde Pendik’e
kadar iniş. Kısa bir bölgede hafif çıkış var.
Kadıköy-Pendik
arası kahvaltı, yemek yiyecek yer bol. Pendik-Göçbeyli arası yok. Sadece
benzinlikler var. Göçbeyli’de bakkal, kahve var. Sıcak yemek yok.
Bu
bölgeye yapılmış turlar Ge-Ze-Ge-Ze-Geb-Ze, Ballıca: Yağacak mı/Yağmayacak mı?
İlginizi
çekebilir 8+1=Riva, 16’lık Muhteşem Grup