24 Ekim 2012

Kumbaba - Ne Macera

Kumbaba İstanbul’a 70-80 km mesafede, Şile’den önce güzel bir sahil kasabası. Gerçi kasabalıktan çıkmış. Villalar vs etrafı sarmış. Bir de yakınında Işık Üniversitesi var. Ama benim için kasaba gene de.


2 sene önce bir tur yapmıştık Firuzan’la. Keyifli geçmişti, onu tekrarlayalım istedik. Gruptan da arkadaşlar katılınca 6 kişi oluverdik, aramıza yeni katılan Nevra ile birlikte. Kimler gelecekti: Tolga, Emin ve Cengiz başta.

1. gün: İstanbul - Kumbaba / 6 Ekim 2012, Cumartesi

Pendik’e kadar olan yolu trenle alırsak biraz tembellik yaparız diye sabah 8.30 Haydarpaşa’yı buluşma noktası ilan ettik. Ama herkes yoldan katılmayı tercih etti, biz dahil. Kızıltoprak bize uyuyordu. Nevra da aynı istasyonu seçti. Emin ve Cengiz Feneryolu dediler. Tolga ise duruma göre Maltepe veya Bostancı olur diyordu.

Gün geldi çattı. Sabah erkenden kalkıp hazır olan eşyaları toparlayıp Kızıltoprak’a uçuverdik (arabayla ama). Saat 7 buçuk falandı, yollar daha dolmamıştı. Sorun olmadı bu nedenle trafik. Arabayı park edip çantaları da takıp istasyona arkadan giriverdik. Bir bisikletli beklemekteydi. Evet bu Nevra olmalı, değil mi? Yoksa sabah sabah başka bir bisikletli olsaydı çok sürpriz olmaz mıydı?

Nevra geceden gelmiş. Şaka şaka. Ama öyle dedi. Kocaman bir kilit arkada.  Hani bilek kalınlığında kilitler var ya, motor falan bağlanıyor, ondan almış yanına. Dedim kendi kendime: bisikleti kıymetli bu hanımın. Şaka, şaka gene. Ayaküstü tanışma ve laf atma. Bırak bu kilidi, faydası yok-götürürler. Gözünden ayırma velespitini!!!

Tren gelmeden girelim şu istasyona. Telaş olmasın. Bastık birer kere. Hani atlatırız diye. Malum ya, bir de bisiklete gerek. Derken tren de gelmez mi. Alelacele geçtik. Peşimizden koşan biletçi: “Bir kere daha basın”. “Aman, sonra bassak olmaz mı? Tren kaçmasın” Razı ettik adamı. İnsaflıymış, veya anlayışlı.

“Bu bir önceki tren ama! Boş ver, daha iyi”, Hemen diğerlerine cepten ulaşıp gelene binmeleri uyarısında bulunup vagonun dibine yerleştirdik bisileri. Yolda da Nevra ile muhabbeti koyulaştırarak Pendik’e geldik. Tren buraya kadar. Devam raylarını sökmüşler. YHT yapılıyor ya, 2 sene çalışma var.

Ekip indi trenden. Tanışma faslı-kucaklaşmalar da atlatılınca sıra ilk fotoya geldi. Kenarda tren bekleyen genç bir hanım bize kameramanlık yaptı. Bir benimkiyle bir Emin’inkiyle, yetmedi bir de Tolga’nınkiyle çekti. Herkes bu anı kayıt etmek  istiyordu. Ne varsa?

Sahil yolundan gideceğiz diye dimdik denize doğru iniverdik. Tolga da öyle bir yüklenmiş ki, görmeyin. Sanırsınız Moskova’ya devam edecek. Yeni bisikleti bu yükü nasıl taşıyacak, göreceğiz. Nevra yedek lastik bile almış. Herkes tam bir hazır Moskova’ya.

Bildiğimiz yoldan Sabiha Gökçen yönünde başladık pedallamaya. Hava tam bisikletlik. Ne sıcak ne soğuk. Yolda polisler bir aracı durdurmuş sorguluyorlar. Merak işte. Emin, Cengiz ve Tolga da ayrılamadılar.

İstanbulPark yönüne sapmamız lazım. Bu yolu ezberledik. Daha 3 hafta önce Ballıca’ya gitmiştik. Önden Nevra ve Firuzan bastılar, kayboldular. Ben de peşlerinden yetişmeye çalışıyorum. Vardım ki yanlarına bir sohbet bir sohbet içindeler. Birazdan arka ekip de geldi. Emin maşallah kaçırmıyor tempoyu.

Sonra benzinciye kadar sürdük. Küçük bir mola burada; su-bisküvi-WC. Cengiz habire soruyor: “çayı nerede içeceğiz?”. “Az ileride, şu tepeyi çıkalım, Göçbeyli’de”.

























Göçbeyli’deyiz. Yuvarlak bir masanın etrafına yerleşiveriyoruz. Çaylar 75 krş., getir çaycı. Nevra ton balığı, biz peynir ekmek, Tolga ise kuruyemişlerini çıkartıyor ortaya. Paylaşarak tadıyoruz.

Köylülerden biri bize  Ulupelit üzerinden gitmemizi öneriyor. Daha kısa ve tek rampalı. Biliyorum o yolu. Gittim bir kere. Ama bizler Teke üzerinden gitmeyi tercih ediyoruz. Daha fazla köyden geçiliyor.

Saatler de 12.30 olmuş. Hava da ısınmıştı artık. Gerçi bu durum Nevra’nın maskesini çıkartmasına sebep olamadı. O gene saklanarak bindi.

Köy yollarındayız. Sağ sol sera. Hıyarlar, biberler büyümüş. Tezgahlar açılmış. Hafta sonu diye müşteri bekleniyor. Pazarda çok işitiyoruz: “bunlar Göçbeyli’nin malları” diye. Belli, bu bölge İstanbul’u besliyor. Hayvan gübresi de öyle bir kokuyor ki. Her tarafta tepelenmiş. Daracık yol kazılmış. Doğalgazı getirmişler buraya. Çok iyi, bir kolaylık, rahatlık köy için. Belki de seraların ısıtılmasında da kullanılacaktır kışın. Yoksa çok mu pahalıya gelir. Bu kadar zamdan sonra!

Ovacık önümüzdeki köy. Durmayacağız. Sadece bir su molası. Çok güzel suyu var bu köyün. İleride bir dolum istasyonu da var. Ne suyuydu şimdi hatırlayamadım (Ovacık Doğal Kaynak Suyu).

Köyün gençleri bizi merak etmekteler. Nereye böyle? Tolga’yı gösteriyoruz ve Rusya’ya gidecek diyoruz. Gülüyorlar. Gidene kadar yaşlanırsın abi yorumu geliyor. İyi espri oluyor.

Mudarlı fazla uzak değil, 6-7 km. Kolay alıyoruz, hafif hafif çıkarak. Nevra önden bastı gitti zaten. Köye vardığımızda kahvede yerini almış köylülerle sohbete başlamış bile. Bisikletleri park edip yanına yerleşiyoruz. Saatler 14.30’u gösteriyor. Bugün burada düğün var. Gelin alayı köyde turlamakta. Yemeğe davet ediliyoruz. Ne güzel olurdu, vakit olsaydı. Yemeği yemedik ancak müthiş lezzetli bir köy ekmeğine hayır diyemedi hanımlar. Çok da iyi olmuş çünkü 2 gün bu ekmekle doyduk.

Köy halkı çok samimi ve yakın davranıyor bize. Yemekte ısrarcılar ama bizler çay-soda-ayran tercih ediyoruz. Çay indi 40 krş.’a. Tam bana göre :) Fotoğraf sonrası veda edip 4 km ötedeki Darlık’a doğru yola çıktık.

Şimdi ormandan geçiyor yolumuz. Mudarlı’dan 2 km kadar çıkış, sonra bir iniş ve gene Darlık’a doğru 2 dik sağlam çıkış.

Kovalarla dolaşan insanlar ortalıkta. Ne var içinde? Mantar. Hem de yabanisinden. Kocamanlar yaşlı, küçücükler genç mantarmış. Tam mevsimi. Kasa kasa toplamış götürüyorlar. Kendilerine veya satmaya. 2 ila 5 lira arası değişiyor fiyatı, denildi. Alamadık, üzüldük. Hani biri bir ateş yaksa da pişirseler diye arandık.

Darlık küçük bir yer. Buranın en küçük köyü herhalde. Durmadık bile. Sağdan Teke’ye devam. Şimdi yüksekteyiz.  Darlık’tan geldik geldik 278 m’ye çıktık. Düz giden yolumuz birazdan bize en sert ve zor parkuru yaşatacak. 4 km kadar indik. Ama ne iniş. Mermi gibi gidiyorsun kıvrıla kıvrıla giden yolda. Arkandaki yükle daha da hızlanıyorsun. Sevinme buna. Peşinden gelen tırmanış. Kırıcı. Vitesleri zamanında değiştiremedim. Kalıyorum askıda. İndim mecburen. Kalkamadım, ittim. Arkamdan Cengiz ve Emin, aynı şekilde. Hanımlar ve Tolga inatla çıktılar.

Teke’ye yol uzun, en az 10-12 km Darlık’tan. Emin arkayı tutarak geliyor. Olmadı yürüyor ama bırakmıyor. Önden giden de tepelerde arkadakileri bekleyerek ilerliyoruz.










































































Teke göründü. Ohh nihayet. Saati de 17 yapmışız. Nevra kahvede yerini almış köylülerle sohbette. Akraba bile çıkmışlar. Çapa, diş hekimliği, idare, notlar... bir şeyler konuşuluyor.

Helva ve köy ekmeği ile enerji toplamaktayız. Çaylar burada 50 krş. Gelsin o zaman bolca. Cengiz ve Tolga ilerideki gözlemeciye gittiler.

Tırmanış kesti. Emin yoruldu. Acaba Kumbaba’ya araba mı bulsam gibi konular konuşulmaya başlanıyor. 150 lirayı duyunca vazgeçiyor. Zaten diyorlar bir tırmanış daha var önünüzde, sonra iniş. Bu bize moral oluyor ve yola tekrar çıkıyoruz. Buraya kadar becerdik, sonunu getirelim.

Bir kaç kilometre sonra soldan saptık. Aman bu da ne öyle? İleride gene bir duvar. Hadi arkadaşlar. Önce inersin, müthiş zevkli. Ama sonra çarparsın duvara. Bas bas, çık çık olmadı. Güç kalmamış. Bir kere yürümeye başladın mı hemen tembellik ediliyor. Ben de indim. Yok başka çarem. Kafamda bir şeyler arızalandı. Şunu anladım: asla yürümeyeceksin. Yavaş da çıksan pedalla devam etmelisin. Kasların çalışmasını değiştirme. Arkama bakıyorum. Cengiz de inmiş, Emin de.

Şu sol dizimin ağrısı da nereden çıktı? Dışta bir nokta batar gibi ağrımaya başladı. Kafamdan çıkartamıyorum.

Cengiz bir ara iple Emin’i çekmekten söz ediyor. 2 kişi çekebilir miyiz? Ama pek olacak gibi gelmiyor gözüme. Bir de tedirginim, tekrar düşersen korkusu.

Sonunda ite ite tepeye vardım. Artık başka tırmanış yoktu. Hava da kararmakta. Ön-arka farları taktık. Üzerimize biraz daha kalın şeyler, kollukları geçirdik. Sırayla saldık kendimizi yola. Emin önden gitti. Denize kadar ineceğiz. Farlar çaka çaka uçuyoruz. Bu yol güzel bir yol ama karanlığa kaldık. Dikkatimizi yola vermek zorundayız. Emin de canlandı, acayip basıyor. 

Ovacık ve İmrendere geride kaldı. Şile otoyoluna indik. Kumbaba levhasını takiben uzun düz bir yol. 6 kişi oluverdik gene. Yol karanlık. Bazı yerler aydınlatılmış sadece. Sağdan fazla gitmemeli, mazgallar var. Teker girdi mi, öyle bir takla atarsın ki!!!

Nihayet 74 km sonra Kumbaba’dayız.

Akşam için kalacak yer meselesini çözmeliyiz. Cengiz buradaki arkadaşından kamp için yer bilgisi almakta. Ancak anlaşılan buraya uzak bir adres. İkinci seçenek, ileride (denize doğru) bir kamping varmış, kalabileceğimiz. Fakat muhtar Musa Bey bize bahçesini açınca oraya yerleşiyoruz.

Önceki geziden Musa Bey’le dost olmuş, o zaman da bahçede kalmıştık. Samimi, cana yakın. Bahçeye ışık kurdu. Aman buraya dikkat edin ekili dediyse de salataların üzerine bisikletleri çektim. Mahvettim. Yengeden tekrar özür dilerim.

Hummalı bir çalışma var bahçede. Çadırlar kuruluyor, çantalar boşaltılıyor, matlar şişiriliyor... Tolga’nın da yanında yok yok. Zaten çantayı görseniz anlarsınız durumu. Bu işler bitince de sırada karınları doyurmak var. Evin önündeki pideci-kebapçı bize bir menemen hazırlıyor. Ayranlar, sodalar, turşu biberler falan derken silip süpürüyoruz masadakileri. Arkasından bir de çay Musa Bey’den. Lokantaya 50 lira bırakıyoruz. Sohbete devam ediyoruz. Artık Katoliklik mi istersin, ateizm mi dersin, eski aşklar, Moda, makro kozmos... herkes eteğindekini döküyor.

Sol dizimdeki ağrı beni garip yaptı. Dizimi bükmekte zorlanıyorum. Tolga bir kas gevşetici veriyor. Artık yol yorgunluğu kendini belli etmekte. Gerçi Emin’in hiç yatacağı yok. Disko’ya diye espriler dolaşmakta. Ama hep beraber bahçemize çekiliyoruz. İyi geceler arkadaşlar.

Nedense tilki uykusundayım. Dalıp dalıp uyanıyorum. Müthiş bir rutubet var. Çadırın üstü sırılsıklam. Neval bivak’ın içinde hareket ediyor, duyuyorum. O küçücük yerde nasıl sıkılmıyor? Bir fermuar sesi, açılıp kapanmakta. Her şeyi izliyorum. Sağa dön sola dön, uyumaya çalışmaktayım. Arada dalıyor olmalıyım. Firuzan kafasına kadar çekmiş tulumu, gözükmüyor. Birden ezan sesiyle irkildim. Cami yakında, ses kulağımın dibinde. Müezzin de tam uyanmamış, ses uykulu. Nihayet susuyor.






















2. gün: Kumbaba - İstanbul / 7 Ekim 2012, Pazar

Sabah toparlanmak için fazlaca zaman harcadık. Emin’den buraya kadar. Dönüşe katılmayacak. Otobüse binmeye kararlı. Vedalaştık. Bizler 9.45 gibi yola çıktık.

Otoyolda sabah sabah motorcular var. Gürültüyle karşı yönden geçmekteler. Kimileri bizi de selamlamakta. Anayoldan 5 km kadar gittikten sonra, sağdan Sofular’a saptık. Köye inen yolun üzerindeki çeşmeden sularımızı tazeledik (saat 10.30). Kahvaltıyı burada etmeye kararlıyız. Köylü kadını 3,5 liraya ekmek satıyordu. Üşenmedik durduk, aldık.

Ama kahvaltı veren yer fazla pahalı geldi bize. Kahvaltı 10-, menemen 10-, çay 1- lira olunca Alacalı’ya devam dedik. Bunlar arabalı turiste alışmışlar, bize büyük gelir.

Sezon kapanmış. Bölgede deniz (plaj) olayı var. Kamp yerleri de mevcut orman içinde. Belki buralarda da kalınırdı.

Çay 1 lira olunca Alacalı da uymadı. Doğancılı’ya devam. Burada Nevra’nın çayı 75 krş.’dan bulduğu yere konuşlandık (saat 11’i geçmişti). Aile işletmesiydi. Küçükler, büyükler her yaştan ve cinsten. Yol üstünde sağda.

Hem yedik hem sohbet ettik. Biraz aileyle, biraz aramızda. Gencin güzel bir arabası vardı, üstü açılan. Hani şu ‘hard top’ dediklerinden. Çıkartmış kenara koymuş. Cengiz park ederken, bu nedenle, üzerine düşmemek için kendini bırakıverdi sağına. Çantalar da ağır olup dengesini bozunca, bir baktık yerde. Neyse ki yumuşak indi de sıkıntı olmadı.

Doğancılar’dan sonra Sahilköy’e kadar yolumuz denize paraleldi (Sofular’dan beri), ama şimdi içeriye sapacağız. Biraz inip tekrar hafif çıktık, 2,5 km kadar (Rakım 12 m’den 85 m’ye). Ve 1 km kadar inerek Kurna Köyü geldi (Sahilköy’den 5 km). Sola sapıp devam. Yolumuz artık ormanlık bölgede sürmekte. Etrafta bu kadar ağaç görmek çok keyifli. Çamların kokusu, uçuşan böcekler... Kısa bir çıkış ondan sonra iniş ve çıkış. Bu bölge böyle in-çık. Belki de daha keyifli. Sürekli düz yol da sonunda bıktırıyor. Devamlı pedal çevirmek zorundasın. Böyle hiç olmazsa biraz zorlanıp biraz rahatlayıp gidiyorsun.

































7 Ekim’de dünyada neler olmuş
  • 1571 - Hıristiyan birleşik donanması ile İnebahtı'da karşılaşan Osmanlı donanması yenildi.
  • 1737 - Yüksekliği 13 m'yi bulan dalgalar, Bengal'de (Hindistan) 300.000 kişinin ölümüne yol açtı.
  • 1769 - İngiliz kaşif Kaptan Cook Yeni Zelanda'yı keşfetti.
  • 1806 - Karbon kağıdı keşfedildi.
  • 1908 - Osmanlı yönetimine başkaldıran Girit adası Yunanistan ile birleşti.
  • 1917 - Rusya'da komünist ihtilali.
  • 1922 - Şile'nin kurtuluşu.
  • 1926 - İtalya'da faşist parti devlet partisi olduğunu açıkladı; her türlü muhalefet yasaklandı.
  • 1928 - İstanbul'da tramvay işçileri greve başladı. Grev 8 gün sürdü.
  • 1940 - Alman ve İtalyan askerleri Romanya'yı işgal etti.
  • 1949 - Demokratik Almanya Cumhuriyeti kuruldu.
  • 1954 - Türkiye Komünist Partisi davası sonuçlandı. 131 sanık, 1 ile 10 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.
  • 1954 - Suna Kan, Cenevre'de yapılan uluslararası keman yarışmasında birinci oldu.
  • 1962 - Diyarbakır'ın Suriçi mevkii "müze bölge" ilan edildi.
  • 1963 - Flora kasırgası Haiti ve Dominik Cumhuriyeti'ni vurdu; 7190 kişi öldü.
  • 1966 - İlk Türk otomobiline Anadol adı verildi.
  • 1970 - Richard Nixon, Vietnam Savaşı'na son verecek beş maddelik barış önerisini açıkladı.
  • 1980 - Sol görüşlü Necdet Adalı ile sağ görüşlü Balgat katliamı sanığı Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. 12 Eylül askeri darbesi sonrası 1980-1984 yılları arasında 50 kişi idam edildi. Kenan Evren'in "Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?" sözü belleklerde yer etti.
  • 1985 - Achille Lauro adlı yolcu gemisi Filistinli militanlarca kaçırıldı.
  • 1986 - Bülent Ecevit, hakkında açılan 31 soruşturma ve iki dava ile ilgili olarak 33 ifade verdi.
  • 1987 - Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile Türkiye İşçi Partisi (TİP) birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adını aldı.
  • 1989 - 26. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde "Uçurtmayı Vurmasınlar" filmi 5 dalda ödül aldı.
  • 1991 - Türkiye'nin Atina büyükelçiliği basın ataşesi yardımcısı Çetin Görgü öldürüldü. Saldırıyı 17 Kasım örgütü üstlendi.
  • 2001 - ABD Afganistan’ı bombalamaya başladı.
  • 2002 - Nobel Tıp Ödülü`nü, İngiliz bilim adamları Sydney Brenner ve John E. Sulston ile ABD'li H. Robert Horvitz paylaştı.
  • 2002 - İsrail birliklerinin Gazze'de Han Yunus'a düzenlediği saldırıda 14 Filistinli öldü, 110 kişi yaralandı.
  • 2007 - Şırnak'ta çıkan çatışmada 13 Türk askeri şehit oldu.
Kaynak Vikipedi


































3 km sonra Karakiraz Köyü’ndeyiz (saat 14’e gelmekte). Bir mola vakti geldi. Kahve nerede içeriz diye bakınırken, solda bir lokanta vardı. Oraya yerleştik. Hanımların işlettiği bir yer. Kimi sade, kimi şekerli kahvelerimizi içerek bu hoş mekanda 45 dakika kadar dinlendik.

7 km kadar hafif bir çıkışla Kılıçlı’yı da geride bırakıp İshaklı’ya indik ve sapağa kadar düz devam ettik. Benzincide aldığımız bir yeni tarif bizi sağdan Bozhane-Öğümce üzerinden devam ettirecekti (Riva yoluydu burası). Polonezköy tarafında iki rampa vardı. Bu yolun daha az rampalı olduğu söylendi. Biz de buna uyarak  (dünkü rampalar herkesi usandırmıştı) düz yoldan Bozhane, Öğümce, Paşamandıra’yı da geride bırakıp Riva’dan gelen otoyola bağlandık.

Yol boyunca bolca piknik alanlarından geçtik. Pazar günü nedeniyle ve havanın da yaz gibi olmasından etraf oldukça kalabalıktı. Paşamandıra’da bir ekmek daha aldık. Pazarlıkla 4 liraya. Bakalım hangisi daha güzel çıkacak?

Artık köy yolları bitmiş vızır vızır arabalar geçmekteydi yanımızdan. Şimdi istersek Beykoz’a inebilirdik. Akbaba’ya giden bir yol vardı. Bulabilseydik onu kullanacaktık ama Alibahadır’a girip oradan gitmek herkese daha uydu.

Biraz yorgunluk ve hafif de bitkinlik oluştu bende. Neredeyse otobüse koyup gidelim’e geleceğim. Kahvede çay-soda-ayranla tazelendik. Her şey halen 50 krş.

Seyyar satıcı pekmez pazarlıyordu. Alın size lazım dedi, ama nereye koyacağız. Hemen tüketmek gerekir.

Haydi arkadaşlar devam, saat 17. Köyün içinden geçip otoyola tekrar girdik. Beykoz sapağında durup düşünürken yanımıza yanaşan bir yol bisikletli bize otoyolu önerdi: “400 m kadar bir çıkış var önünüzde, sonra %4’lük eğimle 1,5 km, devamı düzdür”. Kafamıza uydu. Ama pek de dediği gibi olmadı. Çık çık çık. Yanımızdan geçen 4x4’ler bitmek bilmedi. Yarışları mı vardı bu civarda, sanki İstanbul’un tüm arabaları buradaydı. Arada bir de motosikletler ‘vın vın’. Biz de ‘en kahraman Rıdvan gibi ağır ağır çıkacaksın bu yokuşu’ havasındayız.

Burada koptuk. Cengiz gerilerde kaldı. Nevra ve Tolga önlerde. Firuzan zaman zaman durup beni bekliyor. Çıkış sürmekte. Çok çok dik olmasa da uzun süren bir yol, 10 km. Acarlar’ın orada yalnız bir iniş geldi, tüm tırmanışa değdi. Arabaların yanından, neredeyse onlarla beraber sağdaki güvenlik şeridinden uçtuk, viyadükleri geçtik, sıkışan trafikte havamızı attık ve Kavacık kavşağına geldik. Saat 18.45 gibiydi.

Cengiz’den eser yok. Telefonu da açılmıyor. Şarj durumları olabilir mi? Merak içindeyiz. Ne ettin?!!

Kavacık ana baba günü. Feci bir yer. Her taraftan geliyorlar. Minibüsler sabırsızca klaksonla kafa şişirmekteler. Hava da kararmakta. Farlarımızı takıp kalabalığı ‘Rıdvanca’ yarıp Anadoluhisarı’na zımba gibi indik (bu da başka güzel bir iniştir).
















































Artık kararmış bir havada, boğaz yolunda, trafikte var olmaya çalışarak, kah slalom, kah ortalarından giderek Üsküdar’ı bulduk. Nevra buradan Eminönü vapuruna geçti. Biz 3’lü olarak Harem’e kadar geldik. Ama artık sıkılmıştım, dizim de su koymakta. Tolga’ya veda edip ağır ağır Kadıköy’e ulaştık. Oradan da Kızıltoprak’a. Saat 20.30‘u gösteriyordu. Geride 89 km bırakmışız. Turun tamamı 163 km tutmuştu. 2 gün doya doya pedallamış, sorunsuz geri dönmüştük.

Not: Eve vardığımda Cengiz’den gelen telefonla iyi olduğunu öğrenmek içimi rahatlattı. O da başka bir macera yaşamış.  

Emin’den: Uzun süren ayrılık sonrası hasret giderme yanında harika bir gezi oldu. O rampaları rüyada bile çıkamazdım. Sayenizde Öyle bir gaza geldim ki adımı bile unuttum. Bekletip dinlendiren sürücü olarak faydalı olduğuma ! İnanıyorum.

Kumbaba Turu
















1. gün: Pendik-Göçbeyli-Ovacık-Mudarlı-Darlık-Teke-İmrendere-Kumbaba

Tur tarihi: 6 Ekim 2012
Katedilen mesafe: 73,88 km
Ortalama hız: 14,1 km/s.
Bisiklete biniş süresi: 5 saat 14 dk., dışarıda geçen zaman: 11 saat 20 dk.
En yüksek sıcaklık: 30˚C, en düşük sıcaklık: 18˚C
İrtifa kazancı (çıkış): 995 m, kaybı: (iniş) 1025 m.












2. gün: Kumbaba-Sofular-Sahilköy-Kılıçlı-İshaklı-Bozhane-Paşamandıra-Alibahadır-Kavacık-Anadoluhisarı-Üsküdar-Kadıköy

Tur tarihi: 7 Ekim 2012
Katedilen mesafe: 88,96 km
Ortalama hız: 14,9 km/s.
Bisiklete biniş süresi: 5 saat 59 dk., dışarıda geçen zaman: 10 saat 50 dk.
En yüksek sıcaklık: 32˚C, en düşük sıcaklık: 20˚C
İrtifa kazancı (çıkış): 1246 m, kaybı (iniş): 1222 m.
Garmin yol bilgileri için: Pendik-KumbabaKumbaba-Kadıköy

Tur bilgisi: Pendik’e trenle gelmek zaman kazandırıyor. Ancak bisiklet için bilet alınıyor. Pendik’ten İstanbulPark’a kadar otoyol kenarından hafif hafif çıkan bir yol. Sonrasında yol daralıyor ve evsafı düşüyor. Göçbeyli’den sonra doğa içinden giden köy yolları. Teke’ye kadar inişli çıkışlı bir tırmanış. Teke tepe noktası. Sonrasında bir çıkış daha ve Kumbaba’ya kadar iniş, deniz seviyesine doğru. Trafik çok yoğun değil. Kumbaba’dan Sofular ayırımına kadar otoyol kenarı çıkış. Sonra Sofular’a iniş ve Sahilköy’e kadar denize paralel düz bir yol. Sahilköy’den başlayan çıkışlı inişli yol orman içinden giden köy yolu, Kılıçlı’ya kadar. İshaklı ve Paşamandıra’ya kadar düz. Trafik çok yoğun değil. Sonra Riva otoyolundan Kavacık’a kadar çıkışlı bir yol. Alibahadır’a giren ve çıkan yol hariç trafik yoğun. Kavacık kavşağı bir karmaşa. Anadoluhisarı’na inen yol dik, asfalt düzgün. Trafik var. Üsküdar-Kadıköy sahil yolu ise zaten yoğun trafikli bir yol, ağır çıkışı olmayan, düz devam eden.

Pendik’ten Göçbeyli’ye kadar çay içecek yer yok. İstanbulPark yakınında benzinci var, WC gibi. Yol boyunca köylerde kahvehane bolca, bakkal da. Bir tek Darlık’ta yol üzerinde yok. Teke’de gözlemeci, Kumbaba’da pideci var. Karakiraz’da sapakta (solda) lokanta var. Alibahadır’dan sonra Kavacık’a kadar otoyolda sadece pişmiş mısır, kestane ve fındık satıcıları var (belli bölgelerde).


Foto katkıları için Tolga, Emin ve Firu’ya teşekkürler.


Bu bölgeye yapılmış diğer geziler: El Trio ChileKumbaba-Şile

İlginizi çekebilir Ge-Ze-Ge-Ze-Geb-Ze