4 Haziran 2013

Yalova - İznik Gölü - Osmaniye - Yalova

Hafta sonunu içine alan, 1 gün de hafta başından eklenince 3 günlük ‘Minitur’ nereye yapılır? Yalova-İznik bu iş için güzel bir coğrafya. Pendik’ten Yalova’ya denizden ulaşır, sonrasını pedallayarak dolaşırsın. Daha önceki turlardan dostlarımız da vardı, bu fırsatla onları da ziyaret eder, özlem giderirsin.

Birkaç arkadaşımıza da amacımızı aktarıp tura davet ettik. Haziran ortasında Gökova turuna katılacak Levent için de iyi bir deneyim olacaktı, dahil oldu. Emre cumartesi çalıştığından son iki gününe katılmak istedi. Bir arkadaşımız hanımından izin alamadı, diğeri tırmanışa geçecekti, gelmedi. Üçüncü arkadaşımız çadır olayına soğuk bakıyordu, zaten tohum toplayacaktı. Böylece 4 kişi olarak organize olduk.


25 Mayıs 2013, Cumartesi / Yalova - İznik Gölü / 1. gün

Buluşma yeri Pendik, hareket saati 9.30. Levent’le sözleşip hazırlığımızı tamamlayıp yattık. 3 günlük bir gezi olacağından, fazla bir şeye gerek olmadığından tulum ve matları da çantalara sığdırabildik.

Sabah 8.15’de Kızıltoprak tren istasyonundan bisikletlere de akbil basarak Pendik’e hareket ediyoruz. Ne kadar empati yaptıysak da memure hanımı kandıramadık. Neredeyse borçlu bile çıkacağız. Hafta sonu olmasaydı mesai saat uygulamasından dolayı almayacak bile. Ne zaman bisiklet dostu bir TCDD olacak?

İDO iskelesine vardığımızda Levent çoktan gelmiş Serhan ile sohbette. Serhan da Şile yolcusu, kamyonet bekliyor. Onun macerasını da dönüşte dinlemek isterim.

Gemiye binmeye çalışırken yaptığım bir yanlışlıktan az kalsın gidemeyecektik. İnternetten alırken biletleri, gidişle gelişi karıştırıp ters seçmişim. Neyse ki sorumlu memur gidiş konusunda bize yardımcı oldu ve binmemize izin verdi. Dönüşü de 12 lira ceza ödeyerek düzelttik. Yani sistemi nasıl yanlış kullanmışım anlayamadım! O kadar da dikkatli olduğumu sanıyordum.

Gemi hızlı feribot. Yani arabalının yenisi. Üst kat kapalı, konforlu falan. Hatta Caffe Nero bile var. Ama bisikletlere koca gemide fazla yer yok. Her taraf seyir için bir şekilde kullanılıyor ve acil durumlar karşısında önleri açık bırakılmalı. Gemi tayfasının Firu’ya yer göstermesiyle üçümüz de iskele tarafında tutunma demirlerine sıkıca bağlıyoruz velespitleri. Sonra da üst katta boş bulduğumuz bir çiftin karşısına yerleşiyoruz.  

Samimi sıcak insanlar, Akın ve Burcu. Ankara kökenli. Aydın ve demokratlar. Günümüz iktidarından hepimiz gibi şikâyetçiler. Bu da ortak paydamız oldu ve çabucak samimiyet kurduk. Akın Bey’in ısmarladığı kahveleri yudumlayarak, sohbet ederek 45 dakikalık yolculuk çabucak geçiyor.

Yalova sıcak. İçinden geçerken solda gördüğümüz peynirciden aldığımız kaşarla Safran yolunu tutuyoruz. Gelmeyeli yol düzelmiş. Hatta bisiklet yolu bile ayrılmış. Bu konuda Yalova harika. Bayağı işaretli bisiklet yolu var.

Artık pedal pedal Yalova’dan uzaklaşırken doğaya, köylere yaklaşmaktayız. Binalar azalıp yeşillikler çoğalmakta. Sağda çiçek üreticileri. Yalova’da çok gördük. Çiçeğin envaiçeşidi var.

Birazdan güzel asfalt kendini köy yollarına bırakıyor. Yalova’dan 9 km uzaklaşmış, Safran’ın meydanındayız. Soldaki kahveyi değil sağdakini tercih ediyoruz (Rami’nin Yeri). Hafif bir terası var, yüksekçe. Kahvaltı için güzel bir yer. Gelsin çaylar, çıksın yemekler. Aldığımız kaşar nefis, kilosu 34 lira ama. Parası da güzel derdi anneciğim. Levent kahvaltıyı önceden ettiğinden sadece yanındaki tatlıları yiyor. Çaycıdan aldığımız yol tarifinden sonra köydeki çeşmeden de sularımızı tazeleyip yola koyuluyoruz.

Bu sudan içen bu köyden ayrılamaz, denilmişti. Gerçekten suyun tadına doyulmaz. Çeşmeden de bolca akıyor. Doldur doldur iç. Eskiden sularımızı musluktan içebilirdik. Sonra ne olduysa pet şişeler çıktı. Su pazarlanmaya başlandı. Şimdi de HES’lerle tam anlamıyla elimizden alınmak isteniyor. Ama yiğit insanlar buna karşı mücadelelerini sürdürüyorlar.

Safran köyünün içinden giden yol bir ayırıma geliyor. Sağdan gidip, gelen çataldan da sola devam etmemiz gerekiyordu, öyle tarif edilmişti. Aynen yapıyor ve bir rampaya geliyoruz ki sormayın (%13-14). Haydi bastır. Çıkıyorum çıkıyorum ama kesiliyorum. Levent de. Firu ise basıp gidiyor. Bize itmek kalıyor.

Etraf çok güzel, nefis bir doğa parçası içinde bisikletleri sürüyoruz. Hava sıcak ama, 31,5 ˚C gösteriyor ekran. Yol çakıllı toprak. Oldukça tırmandık, 184 metre kadar yükseldik. Paşaköy’ü geçip sağdaki 2 çınar ağacının yanından geçtiğimizde tarif edilen yolda olduğumuza anlamak sevindiriyor.

Köy yolu kıvrılıp daha geniş bir yola bağlanıyor. Biraz yokuş iniyoruz. Garip bir kum var yolda. Beyaz renkte. Tekerler kayıyor, zor kontrol edebiliyoruz velespitleri. Çantalar ağır, kilitli pedallar da var. Dikkatlice ve yavaş geçiyoruz bu bölgeyi. Birazdan bir taş ocağı çıkıyor karşımıza. Ve damperli kamyonlar ve felaket başlıyor. O kamyon geçiyor bu kamyon gidiyor. Hoppala!!! Burası ne olmuş böyle? Her taraf kazılmakta. Sözde burası Mavi-Yeşil Yol’du, olmuş Toz-Toprak Yol. Yandık. Hem de o biçim. Bir rezilliğin içindeyiz.

Gelen geçen her kamyon yerdeki kumu kaldırıyor. Ortalık sis bombası patlamış gibi. Önümüzü zor görüyoruz. Levent’in lastiğine bakıyorum, neredeyse jant üzerinde. “Arkadaş lastiğin sönmüş”, “eyvah” diyor Levent. Gelen ilk düzlükte duruyor tamir işine girişiyoruz.

Sök-bul-değiştir-tak, geçen yarım saat boyunca kaç tane kamyon geçti sayamadım ama hepimiz un çuvalına düşmüş gibi bembeyaz olduk. Bu yoldan gidilmez. Bu bölgenin içine edilmiş. Harika bir bölge taş ocağının gazabına uğramış. Yazık olmuş. Ve bu işi bırakmazlar. Patlatılacak dağ kalmayana kadar kazıp dururlar. Her güzel yer gibi burasını da bitirmekteler.

Saat 2 olmakta. Güneyköy’deyiz, 335 m’ye çıktık. Küçük bir pazar kurulmuş sokakta. Aradığım pili buluyorum. Firuzan kiraz ve kayısı alıyor. Levent fırıncı çırağına dönmüş yüzünü yıkıyor. Biraz nefeslenip Dağıstan Sofrası’nda yerimizi alıyoruz. Burası iki kız kardeşin çalıştırdığı küçük bir ev işletmesi. Her gezimizde mutlaka uğradığımız yer.

Ortaya 2 hinkal, kesmedi bir de pide. Nefis, nefis, nefis. Böyle bir lezzet yok. Daha önceki gelişimizde de doyamadık. Gerçi öyle sanıyorsun, sonra şiştiğini anlıyorsun. Hepsine 20 lira bırakıp tıka basa dolu bir karınla yola çıkıyoruz (15.00). Hinkal 8,5, pide 3 lira.





























Hinkal; Ahıska Türklerine has, sıkma mantıya benzer bir tür hamur yemeğidir. Sıkma mantı üç köşe sıkılır, ama hinkal dört köşe sıkılır. Pişiriliş şeklide aynı mantı gibidir, servisi ise yoğurtsuzdur. Sudan çıktığında tepsi üzerine yayılır, diğer tarafta tereyağı ile biber ve salça sos haline getirilir. Kaynar haldeki sos, hinkalin üzerine serpilir. Sarmısaklı yoğurt veya sade sarmısaklı su kasede hazırlanır, hinkal tepsisinin ortasına yerleştirilir. Çatal ile alınan hinkal, yoğurda veya sade sarmısağa batırılarak yenir.

Bu hinkalin içerisine kıyma, patates veya peynir koyularak da yapılabilir. 
Kaynak Antoloji

3 km sonra gelen Hamzalı’da çınar ağacının altında, köy eşrafıyla sohbeteyiz, ısmarlanan çaylarla. Hal hatırdan sonra önceki gelişimizde duyduğumuz ‘çalınan koyunlar’ meselesini açıyoruz. Ne olmuştu, bulunmuş muydu? Ne dersiniz? Daha sonra çok kere hayvan hırsızlığı olmuş. Arabayla, minibüsle, kamyonetlerle gelip köylünün hayvanlarını çalıyorlar. Jandarma da bakıyor.

Hamzalı sonrası bir tırmanış daha, ama beceriyoruz. Safran’daki gibi değil. Ve göl karşımızda, ayaklarımızın altında, parıl parıl parlamakta. Artık inişteyiz. Uça uça gidiyoruz. Bir iki motosikletli geçiyor karşımızdan. Birileri mantar toplamak için durmuş. Acı mantar arıyorlar. Adapazarı’nda çıkmış, burada da var mı merakı içindeler. Ama daha zamanı değilmiş. Çok methetti hanım. Pazarda da satıyorlarmış 4-5 liraya.


Acı Mantar
Doğal ve yenilebilen mantarlardan bir tanesi de Karadeniz’de bolca bulunan acı mantardır. Latince adı “Lactarius piperatus” olan acı mantar bazı yörelerde ak mantar, acılı mantar, koç mantarı olarak bilinir. Bahar aylarında itibaren sonbahar sonuna kadar toplanabilir.

Rengi beyazımsı ve hafif krem rengine dönüktür. Yöresel olarak tamamen beyaz ya da kremsi renkli olabilir. Sütlü olup tadı acımsıdır. Bazı türleri dilinizi hafif yakacak şekilde ıtırlıdır.

Saat 5, Orhangazi’deyiz. Yalova’dan çıkıp (deniz seviyesi) 356 m’yi geçtik. Şimdi 130 m’deyiz. Akşama yiyecek için Şaypa markette duruyoruz. Konserve, çay, peynir, zeytin, sebze vs, 3 torba dolusu malzeme. Herkes bir tanesini bagajına bağlayıp Hüseyin Bey’in yolunu tutuyor. Akşam göl kenarında kamp kuracağız. Dostumuz Hüseyin Bey bizi beklemekte. Zaten arıyor: “Neredesiniz?”, “10 dakika sonra oradayız”. Gerçi daha fazla tutuyor 7 km yol.

Hüseyin Bey, Yeniköy Piknik Alanı denilen yerdeki çiftliğin kahyası. Bir gelişimizde tanışmış dost olmuştuk. O gün bu gün telefonlaşır, iletişimi sürdürürüz. Her seferinde davet eder, ne zaman geleceksiniz diye hep sorar.

Taze demlenmiş çay eşliğinde konudan konuya geçiyoruz. Ama öncelik Hüseyin Bey’in sağlık sorunları. Ne yazık ki sağlık hizmeti tanıdığın olmadığında zor çalışıyor ülkemizde. İnsanı oradan oraya gezdiriyorlar.

Çadır kuracak yer için göl kenarındaki bahçede yer beğendikten sonra bisileri park edip yayılıyoruz. Levent çadırının ilk gecesini yaşayacak. Decathlon’dan almış, çok da makul bir fiyata. İş görecek gibi. Biraz ağırca ama.

Akşam yemeği için Hüseyin Bey’in masasında yerimizi alıp çoban salata, pilaki, sarma ve balıkla (bizi hariç tutun lütfen) karnımızı doyuruyoruz.

Hava kararmasıyla serinliyor. Rüzgar çıktı. Güzel  bir serinlik bu. Çay demleyip, yemek sonrası TV önünde oradan buradan, daldan dala atlayarak geceyi tamamlıyoruz.






















































Yalova – İznik Gölü

Pendik-(gemi) Yalova-Safran-Güneyköy-Hamzalı-Orhangazi-İznik Gölü (Yeniköy Yalı)

Garmin yol bilgileri Pendik-Yalova-İznik Gölü

Tur tarihi: 25 Mayıs 2013
Kat edilen mesafe 38,22 km.
Ortalama hız 11,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 21 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 30,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 755 m, kaybı (iniş) 698 m.



26 Mayıs 2013, Pazar / İznik Gölü – Osmaniye / 2. gün

Kuş sesleriyle otoyolun araç sesi karışımlı bir gece geçti. Bir ara uyandım. Herhalde 3 gibi. Biraz kayıt yaptım. Gecede dolunay vardı. Gölün üzerine ışığı düşüyordu.

Çadıra vuran güneş içerisini ısıtıyor. Biraz daha yatıyoruz, yarım saat kadar ve çıkıyoruz. Levent kalkmış hamakta keyif yapıyor. Müthiş bir göl manzarası önümüzde. Sanki havuz gibi sakin bir su. Arada bir geçen su yılanının kafası görülüyor.

Tulumları matları topluyoruz. Çadırı biraz kurumaya bıraktık. Firuzan gölün tadına bakıyor, girip yüzüyor. Soğuk ama keyifliymiş.

Bugün Emre gelecek. Sabah Orhangazi’ye otobüsle sonra yanımıza pedalla. 8.30’da inerim diyordu araçtan.

Hüseyin Bey çoktan kalkmış zeytinleri ilaçlamış kahvaltıyı hazırlamakta. Birazdan oğlu Mustafa ve damadı İsmail de motorla geliyorlar, yanları kahvaltılık malzemeyle dolu. Emre’nin otobüsü yarım saat geç girmiş Orhangazi’ye. O nedenle bize ulaşması 9.50’yi buluyor. Bir de çiftliğin girişini kaçırınca, geldiğinde biz kahvaltıya başlamıştık bile.

Bugün Levent için yeni bir gün. Duyduğu bir bilgiye dayanarak ilk zeytin çekirdeğini yutuyor. Mide, bağırsak ve hemoroite iyi geliyor demiş Oğuz Abi (kendisi de uzundur kullanmakta). Şimdi merakla Levent’in deneyimlerini bekliyoruz.

Bu konuyla ilgili internette kısa bir tur atınca karşıma çelişik, hatta komik yazılar çıktı. 

Bunlardan bazıları:

En gelişmiş cihazlarla yapılan araştırmalar zeytin çekirdeğinin boğaz boşluğundan geçip mideye ulaşğı anda eridiğini tespit etmiştir. Hazmı en kolay olan yiyecek maddesi zeytin çekirdeğidir. Bu uygulamanın insan vücuduna faydalarının ise:
1- Ülser gastrit gibi mide problemlerini bitirdiği;
2- Bağırsak ve sindirim yollarını düzenlediği;
3- Basur ve prostatı engellediği;
4- İç organlarda oluşabilecek kanserojen hücre riskini binde birlere indirgediği.
Lütfen yediğimiz tüm zeytin çekirdeklerini atmayıp yutalım.

Önemli not: Zeytin çekirdeklerinin öğütülmesine ihtiyaç yoktur.

Biri öğütülmesin diyor, diğeri öğütmüş:
Kocaeli'nde 10 yıldır aktarlık yaparak insanların dertlerine deva olmaya çalışan Serkan Açık (35), kendi hastalığını da tedavi etmeyi başardı. Dükkanında 2 bin 500'den fazla bitki çeşidi bulunan Serkan Açık basur, gastrit, bağırsak iltihabı ve bağırsaklarında yaralar oluşması üzerine önce dükkanda bulunan tüm ürünleri denedi.

Doktora başvurmak yerine kendi hastalığını kendisi tedavi etmeye çalışan Açık, bir gün kahvaltıda zeytin yerken aklına gelen bir fikri uygulamak üzere önce eline bir keser aldı.

Keser yardımı ile zeytin çekirdeklerini kırarak un haline getiren Serkan Açık elde ettiği unu yoğurtla karıştırdı. Kendini kobay olarak kullanan Serkan Açık bir süre sonra iyileştiğini fark ederek, elde ettiği ürünü piyasaya sürmeye karar verdi.

Zeytinyağı fabrikalarından zeytin çekirdeklerini toplayan Açık, topladığı çekirdekleri su değirmenlerinde kendi halinde doğal olarak ürettikten sonra 81 vilayetin yanı sıra Avrupa ülkelerine de pazarlıyor. Serkan Açık bulduğu zeytin çekirdeği ununun basur, gastrit, bağırsak iltihabı ve bağırsaklarda oluşan yaralar ve çeşitli hastalıkların iyileşmesinde büyük fayda sağladığını iddia ediyor.

Açık, "Önce kendimi iyileştirdim, şimdi de hasta insanların iyileşmesine yardımcı oluyorum. Bunu para kazanmak için değil, benim gibi yıllarca aynı hastalıkları çeken insanları iyileştirmek ve onlardan dua almak için yaptım" şeklinde konuştu.
Kaynak mynet


Yutmayın, zararlı diyen de var:
Zeytin, sağlık için son derece faydalı bir bitki. Peki çekirdeği? Son zamanlarda birçok kişi zeytin çekirdeğinin mide, bağırsak ve hemoroite iyi geldiğini düşünüyor. Bu kanaate internette dolaşan bir yazı sebep oldu. Kimliği belirsiz birinin 'zeytin çekirdeği yutuyorum, hemoroit ve mide sorunum kalmadı. Siz de kahvaltıda çekirdekleri atmayın yutun' önerisi e-postalar arasında dolaşıyor. Hatta Kocaeli'nden bir tüccar zeytin çekirdeğini toz haline getirip aktarlarda satmaya başladı.
Herkesin dilinde olan bu mucizenin (!) gerçekten faydalı olup olmadığını uzmanlara sorduk. Tıbbi bitkiler uzmanı Prof. Dr. Kerim Alpınar da son günlerde konuyla ilgili onlarca soruya muhatap olmuş. Çok sayıda insanın zeytin çekirdeği yuttuğuna tanık olmuş. Alpınar, zeytin çekirdeği yutmanın hiçbir faydası olmadığını, bilakis zararlı olduğunu vurguluyor. e-postada yazdığı gibi çok sayıda zeytin çekirdeğinin yutulmasının bir felakete yol açabileceğini söyleyen Alpınar'a genel cerrah Cenap Şirin de hak veriyor. Bugüne kadar 14 bin hemoroit hastası tedavi eden Şirin bunu şöyle açıklıyor: "Zeytin çekirdeğinin iki ucu da sivridir ve çekirdeği mide öğütemez. Dolayısıyla zeytin çekirdeğinin sivri uçları bağırsaklarda tahrişe sebep olabilir. Yine hemoroitli hastaların yaralarını parçalayabilir." Şirin, hemoroit hastalarının doktora gitmekten utandıkları için duydukları her yöntemi denediklerini ve istismarların kurbanı olduklarını anlatıyor. Zaten bütün bu yöntemlere rağmen sonuç bulamadıkları için nihayetinde doktora gitmek zorunda kalıyorlar. İnsanlar sadece zeytin çekirdeği yutmak değil, nohut yutmak, kaplumbağa kanı içmek, ısırgan otu sürmek gibi farklı yöntemler de deniyorlarmış. Hastaların bu tür yöntemlerle sonuç alamadıklarını söyleyen Cenap Şirin'e göre, rahatsızlığı olan kişi mutlaka doktora tedavi olmalı.
Gülizar Baki
Kaynak Zaman

En eğlencelisi de bu:
Zeytin çekirdeğini ulu orta yerlere atmamak lazımdır. Onun için bazı defa zeytinin çekirdeğini yutmak faydalıdır. Mideyi temizler. Hatta midede en kısa zamanda erir. Her çekirdek mide de erimez. Kiraz cennet nimeti olduğu için yetmiş derde devadır. Çekirdeği de mideyi temizler. Yenilen meyvelerin kabuk ve çekirdeklerini ateşe, sobaya atmak iyi değildir. Cinnilerin artığı olduğu için çok kızarlar. Çünkü Müslüman cinnilerin yiyeceği, besmele çekilip de atılan insanların artıklarıdır. Kâfir cinnilerin yiyeceği ise, besmele çekilmeden yiyilip atılan artıklardır. Onlar koklama ve yalama ile yerler, hele soğan ve yumurta kabuğu gibi şeylerin üzerine basılmaması lazımdır. Çünkü onların yiyeceği olduğu için kıskanıp çarparlar.
Kaynak Forumdaş

Hüseyin Bey gece 1’e kadar oturmuş, TV izlemiş. Kahvaltıda yarım kalan konuları konuşup sohbete devam ettik. Dostluğun keyfini paylaştık. 11’e doğru da yanından ayrılıp İznik yoluna çıkıyoruz. İlk iş suları doldurmak oluyor. Sonra da hızla pedallamak. Kiraz bahçelerini arıyor gözlerimiz. Ama sırada sadece zeytinlikler var. Nihayet bir kaç kiraz ağacı görüyoruz. Ama daha olgunlaşmamışlar. Yolun soluna geçiyoruz. Buradakilerin arasında yenilecek gibiler var. Göz hakkımızı kullanıyoruz. Dalından yemek de ayrı bir keyif. Firuzan sağdaki tezgahtan kilosu 5 liraya satın alıyor. İstanbul’la aynı fiyat. Burada nakliye yok, kabzımal yok. Nasıl oluyor da aynı? Uyanık adam. Kızıyorum tavrına. Bir de kendine göre espri yapmaya çalışıyor.

Ben dalından yiyeceğim, nasıl olsa daha gelir. Basıyoruz pedallara. Göl sağımızda. Bazen yaklaşıyor bazen yol yükselince uzaklaşıyoruz. Birazdan Orhaniye sapağı karşımıza çıkınca soldan dalıyoruz içeriye. Osmaniye, yani eski adıyla Mercimek 21 km diyor. Km fazla değil ama 800 küsur metrelere çıkmamız lazım. Yani anlayacağınız rampa. Bu turun en uzun rampası.

Orhaniye, eski adıyla Akköy’e giden yol 2 taraflı kiraz ağaçlarıyla dolu. Hepsi de olgunlaşmış. Zaten toplayanlar var. Ben de bir o ağaç bir bu ağaç dolanıyorum. Bu kadar lezzetlisini yemediğim gibi bu kadar çok da yemedim. Şimdi susayınca su içsem bir şey olur mu?























Orhaniye’de Halil Amca bizi bekleyecek. Damadının kahvesinde. Soruyoruz, karşıdaki kahve diyorlar. Yüksel Bey bizi karşılıyor, damat. Çaylar, sodalar, ayranlar ve Halil Amca da birazdan geliyor. 3 senedir görüşmedik, telefonla  arada konuşmanın dışında. Gezimizde tanışmış, evine misafir olmuştuk. Hal hatır sormalar sonrası Levent ve Emre’yi takdim ediyorum. Ailenin diğer fertleri de aramıza katılıyor. Oğlu Şerafettin Bey, torunu Turhan.

Kahve kalabalık. Sünnet yemeği için etraf insan dolu. Burada böyle davetlere kalabalık katılım adettenmiş. Halil Amca’nın buradaki evini de görüp (yazın Mercimek’te, kışın burada kalıyor), bakkaldan akşam için alınanları onun traktörüne yükleyip artık rampayı çıkmak için Orhaniye’den ayrılıyoruz.

Hafif hafif başlayan tırmanış yer yer dikleşiyor. Ama tek iyi tarafı S şeklinde kıvrılarak çıkılıyor olması. Bu da tırmanmayı mümkün kılıyor. Yükseldikçe hava serinlese de gene 36 derece var tepemizde. Ter damla damla alnımdan akmakta. Tuzlu su gözlüğün camında bir iz bırakıyor. Güneş kremiyle de karışınca gözü yakan bir hal alıyor. Arada mendili çıkartıp alnımı kuruluyorum. Ama durmak yok, dursam kalkamayacağım.

Firuzan kaptırmış gitmiş. Emre önümde gayretle tırmanıyor. Levent arkada kaldı. Dönüp baktığımda gerilerde, aşağıda iterken görüyorum. Bense inatla pedallıyorum. Arada geçen arabalar var. Keşke olmasalar. Kaptırmışsın bir de onlara yer aç.

Bayağı tırmandık. Gelen düzlükte dinleniyoruz Emre’yle. İyi geldi. Tazelenip devam. Hafif iniş. Aman ne güzel. Ancak sevinemiyorum. İnersek gene daha çok çıkacağız. Sonunda 800 metreyi bulmalıyız.

Levent’i merak ediyoruz. Görünmez oldu. Ne yaptı, nasıl gelecek? Bir telefon edelim diyor Firuzan. Aaaa durumu iyi, iterek o da düzlüğe ulaşmış. Zaten pedalla 4,5-5 km gidiyorsun yürüyerek 3,4. Çok fazla fark yok.

Birazdan Levent de bize yetişti. Gene dörtlü olarak devam ediyoruz. Ama bu iniş sonrası gene çıkışlar başlıyor. Sarıağıl köyü. Bir mola düşünüyorduk ama köy biraz içerlek. Üstelik de yokuşla oraya inmek sonra çıkmak yerine kuvvetimizi devam için kullanmaya tercih ediyoruz. Köyün kenarından geçerken bir traktör römorku. Yanında kasalara erik dolduran bir köylü. Elma gibi erikler. Adamın gözü takılıyor. Bir tane tadacağım. Avuçla veriyor. Olmazdı, almayayım ama koy yan cebime gibi bir durum oluyor. Böyle erik uzundur yemedim. Sulu, tatlı papaz eriği. Meğerse bu köyün eriği meşhurmuş. Mehmet Ali ve oğlu Emre, cömert insanlar. Bize torba dolusu erik veriyorlar. Yiye yiye çıkıyoruz yokuşu.

“Köy mezarlığını geçince 3 yol gelir, düz devam edin” denildi. Sağdan Mecidiye üzerinden giden yol daha dik ve uzunmuş. Peki deyip ve kavşaktaki çeşmeden sularımızı doldurup toprak yola giriyoruz.

Hiç sevmiyorum toprak rampayı. Teker patinaj atıyor, gücünü veremiyorsun, zorlanıp duruyorsun. Gözüm yemiyor bu durumu ve itiyorum. Bu da ayrı bir sıkıntı. Kaslar farklı çalışıp sonra bindiğimde bir garip oluyorum. Pedallayamıyorum, adalelerim ağrıyor, tembelliğe meylediyorum. Kızdım kendime indiğim için. Yola da kızdım, ne güzel pedal pedal geliyordum, nereden çıktı bu toprak?

750 m’deyiz. Daha var. Ama hiç olmazsa buraya ulaştık. İznik gölü altımızda kaldı. Mavi suya vuran güneş, üzerinde oyunlar, yansımalar yapmakta. Hava aşağıdaki gibi bayıltıcı değil. Pedallamaya devam.

Şimdi uzatmayayım. Zor bir yol. Çıktık, düzeldik, çıktık. Yol toprak oldu. Hatta kumlu bir toprak. Teker için keyifsiz. Tutunacak yer yok, geziniyor. Bağıracağım, artık bitsin bu tırmanış. 839 metredeyiz. Solda bir yalak, suyu buz gibi. Yüzümü yıkadım, buz gibi ellerimi enseme, şakaklarıma yapıştırdım. Nasıl iyi geldi. Yudum yudum da içtim. Sadece ben değil, Firu da, Levent de.

Sonunda Mercimek köyü, yeni adıyla Osmaniye geldi (18.25). Burası adı gibi minnacık. Az sayıda hane var. Halil Amca ve Nazmiye Teyze hazırlanmış bizi bekliyorlar. Velespitleri park edip, çadırlık yer seçip, kurduktan sonra sofralarına oturuyoruz. Firu’nun da yardımıyla hazırlanmış bezelye, kızartma, salata, sarımsak, soğan, yoğurt, peynir, zeytin, reçel, çay ve nefis bir ekmekle karnımızı bir doyuruyoruz ki yerimizden zor kalktık. Bunların hepsi de bahçeden ve köyden. Bir de çilekler var, bizi bekleyen :))

Levent üşüme korkusundan dışarda yatmaktan vaz geçiyor. Halil Amca da ona odayı veriyor. Hatta altına da bir eşofman. Emre duşa girdi. Ben olduğum gibiyim. Yıkanmak falan yok. Sadece pamukluları giyiyorum. Yorgun olanlar yattıktan sonra biz, Halil Amca ve Nazmiye Teyze’yle biraz daha sohbet edip, resim çekip çadırımıza çekiliyoruz. Hava serinlemiş. Hatta soğumuş. Hafif bir rüzgar. Uzaklardan gelen köpek havlamaları. Rüzgarın çadırda yarattığı hışırtı falan derken artık uykuya geçmek gerekir. Firu çoktan dalmış gitmiş bile. Ben de notlarıma burada ara verip tulumun içine girip uyuyayım bari.




























































İznik Gölü – Osmaniye

İznik Gölü (Yeniköy Yalı)-Boyalıca-Orhaniye (Akköy)-Sarıağıl-Osmaniye (Mercimek)

Garmin yol bilgileri İznikGölü-Osmaniye

Tur tarihi: 26 Mayıs 2013
Kat edilen mesafe 43,85 km.
Ortalama hız 10,8 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 3 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 29 dk. 
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 30,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1063 m, kaybı (iniş) 372 m.



27 Mayıs 2013, Pazartesi / Osmaniye – Yalova / 3. gün

Gece, esen rüzgarla sallanan çadırda uzaktaki köpeklerin havlaması, kuşların sesleriyle karışarak geçti. Sabah güneşin çadırı ısıtmasıyla kalktık. Saat daha 7 olmamıştı. Levent uyanmış bile. Kerevette yerini almış etrafı temaşa ediyor. Rotada yaptığımız değişiklik sonucu yolu biraz kısaya çektik. O nedenle hareket saatini de öteledik. Bu da bize bu güzel yerde biraz daha kalmamıza olanak verecek.

Ben eşyaları toplarken Firuzan da kahvaltı için Nazmiye Teyze’yle mutfakta hazırlık yapıyor. Emre halen kalkmadı. Çadırı biraz daha ağaçların gölgesinden yararlanıyor.

Çaylar da demlenince Emre de yanımıza geliyor, zengin soframızda kahvaltımıza başlıyoruz. Teyzenin hazırladığı salçalı karışımın tadı çok nefis. Ekmeği yağına bana bana yutuyoruz. Her şey bahçeden diyor Firuzan. Zeytinler Orhaniye’deki ağaçlardan. Süt, yumurta köyden. Halil Amca’yla Levent de sohbetteler. Sabahtan, yok dünden başlamışlardı, devam ediyor.

Bu yükseklikte hava çok temiz. Zaten kirletecek bir şey de yok. Güneş ve rüzgar bir arada güzel oluyor. Göz alabildiğine bir yeşillik, sanki yeşil bir deniz gibi etrafımız.

Her güzel şeyin bir sonu geliyor. Zaman hızla geçmekte. Artık bu güzel insanlardan ayrılma vakti. Herkes bisikletinin son rötuşlarını bitirip dönüş yoluna hazırlıyor. 17.45’de Yalova’dan gemimiz var. Telaşsız ona yetişmeliyiz. Son bir foto çekilip vedalaştıktan sonra Osmaniye köyünü geride bırakarak toprak yolda pedal basıyoruz. Saat 10’a gelmekte.

Dün de durduğumuz çeşmede suları doldurup Tahtalı’ya devam. Ne olmuş burada, köyün yolu kazılmış, kapatılmış, etrafta toprak yığınları. Beter etmişler ortalığı. Soruyoruz, künk döşenmiş, sonra bırakmışlar. Tipik numara, işi bitirmeyi bir tülü akla getirmezler. Ama öyle olmalı. Her şeyi düzgün yaparsan kıymeti kalmaz. Biraz sıkıntı yaşatacaksın ki değerini bilsinler. Zaten şu sıralar her yerde bir çalışma var. Eee seneye seçimler var ya, nasıl oy isteyeceksin?

842 m’den artık alçalmaktayız. Ama esas inişi şimdi Tahtalı sonrası yapacağız. Köyden çıkınca yol 2’ye ayrılır. Düz gitsen Fulacık gelir. Ama sağdan gidersen Avcıköy üzerinden Yalakdere’ye varırsın ki bizim de yolumuz budur.

Yokuşun başında rüzgarlıklarımızı giyip bırakıyoruz kendimizi yer çekimine. Sağ sol yemyeşil, bir asfaltın üzerinden akıyoruz. Bu kadar çabuk da bitsin istemiyor insan. Ne zahmetlerle çıktık, biraz daha tadına varalım diye arada frenleyerek yavaşlatıyoruz ama çare yok. Sırayla yokuşun sonuna ulaşıyoruz.
























 























Avcıköy’den geçip Yalakdere’de bir çay molası (12.00). Köyün ortasında akan, suyu pek bol olmayan derenin kenarındaki çayevinde insanlarla sohbetteyiz. Güzel bir tekerleme dinliyoruz. Bir zamanlar bir köylü Kaymakam’a şöyle demiş:
Burası Yalakdere
Ekmek istersen Allah vere
Yatak istersen geldiğin yere
Su istersen aha dere

Laf dönüp dolaşıp günümüze geldi. Hiç memnun değiller iktidardan. Yapılan, edilen şeylerden rahatsızlar. “Ben de buna şaşıyorum” diyorum, “nereye gitsem kimse memnun değil, peki nereden çıkıyor bu %50?” “Hile yapılıyor” diyorlar. “Oylarla oynanıyor, sandıklar saklanıyor.” “Az kaldı, seneye gidecekler”, “Bayram edeceğim” diyor birisi.

Çayların parasını ödeyemiyoruz, ısmarlanmış. Teşekkür ederek Valideköprü-Semetler yönüne pedal basıyoruz (12.40).

Valideköprü eski bir köprü. 17. yy’da kimin tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ama Kösem Sultan, Turhan Sultan veya Emetullah Sultan’dan birinin yaptırdığı rivayet olunurmuş. Daha önceki gelişimizde dökülmek üzereydi. Üzerinden geçen TIR’ların ağırlığına dayanamayıp çökmekteydi. Şimdi restorasyon başlamış, onarmışlar. Buna ne çok sevindim bilemezsiniz. Çünkü çalışmayan benzincinin orada dükkanı olan Saim Bey bu konuda çok hassas ve endişeliydi. Kendisini de aradık ama kapatmış Karamürsel’e taşınmış. Çok duyarlı bir kişiliği vardı. Zaten benzinci kapanınca işler de düşmüş, değmez diyordu.

Semetler’e tırmanıp indik ve Fevziye’ye gene tırmanıyoruz. Burada bir mola vermek, hatta biraz da karnımızı doyurmak üzere (13.50).

Kocaman bir ağacın altındaki masaya yerleşip içeceklerimizi ısmarlıyoruz: dut çayı, soda, çay... ekmekleri, peynirleri, domates ve hıyarları da ekleyince, hatta zeytin de vardı, soframız kuruldu. Yanda oturanlarla da sohbet başladı. İhtiyaç, mihtiyaç derken 40 dk geçmiş bile. Saat 3’e gelmekte. 2 saat 45 dakika sonra gemi kalkacak. Fazla da rahata gelmeyelim arkadaşlar. Önümüze ne çıkar bilmiyoruz.

Fevziye’den bir yokuşla inip tırmandık ve Altınova’dan gelen yola bağlanıyoruz. Sağa sapsan Ahmediye üzerinden Altınova, sol Örendik. Bize de karşıya doğru devam edin demişlerdi. Biraz çapraz karşıyla biz de İlyasköy’e giriyoruz (15.20). Çeşmesinde suyumuzu doldurup artık Yalova’ya varalım da telaş olmasın diye devam ediyoruz Denizçalı-Kabaklı yönüne.

Bu bölgeye eylül gibi geldiğinizde böğürtlen yiyebilirsiniz, yol boyunca. İnanılmaz lezzette. Yalova ve çevresi her mevsim bisiklet için biçilmiş kaftan. Mutlaka yiyecek bir şeyler olur: elma, çilek, incir, böğürtlen, ceviz...

Denizçalı’yı ve Kabaklı’yı geride bırakıp Yalova-Karamürsel ana yolundayız. Zaten gittikçe ağırlaşan yol trafiği burada en yüksek boyutunda. Artık yolun sağındaki güvenlik şeridinden (iyi ki var, yoksa halin harap) araba gibi gitmekteyiz. Yol düz olduğundan tempo yaparak. Kalkışa 1 saat kala iskeledeyiz. Zamanımızı yakındaki bir parkta dinlenerek geçirme fikri hepimize cazip geliyor.

Parkta, Bahane Kafe’de biraz atıştırdık. Sigara böreği Emre’ye, elma dilim patates bize ve Levent’e. Yanına da ayran, soda ve çay. Etraf da güzeldi, sakin ve gölgelik. Servis de mükemmeldi. Vakit dolunca da gemiye geçip 45 dakikalık deniz yolculuğunu bitirip artık Pendik’ten Kadıköy’e pedallamaktayız.

Saat 6 buçuk, hava daha tam soğumadı. Pazartesi olmasına rağmen mangalcılar gene var. Yelleye yelleye yanık et kokularını etrafa salmaktalar. Ne etidir bu, bu kadar ağır kokan?

Bir saattir basıyoruz ancak Bostancıya gelebildik. Biraz oturalım nefeslenelim. Beltur’ların birisine yerleşmek üzereyiz ki Erim’e rastlıyoruz. Ne güzel sürpriz. Hemen bir masaya oturup sohbetteyiz. Levent ve Emre son vapur 8.45’e yetişmek için ayrılıyorlar. Biz biraz daha oturup bisikletler devrilince dönüyoruz. Kızıltoprak’ta Bafra Pide’de patlıcanlı birer pideyle karnımızı doyurup Erim’den ayrılıp evin yolundayız.

Yorgunluk artık kendini belli ediyor. Sessizce eve kadar arabayı sürdüm, eşyaları salonun ortasına bıraktığımız gibi sırayla duşun altında tozu toprağı akıtıp yatıyoruz.

























Osmaniye – Yalova

Osmaniye (Mercimek)-Tahtalı-Avcıköy-Yalakdere-Valideköprü-Semetler-Fevziye-İlyasköy-Denizçalı-Kabaklı-Taşköprü-Yalova-(gemi) Pendik-Kadıköy

Tur tarihi: 27 Mayıs 2013
Kat edilen mesafe 83 km.
Ortalama hız 14,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 44 dk., dışarıda geçen süre 11 sa. 58 dk. 
En yüksek sıcaklık 30 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 24,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1168 m, kaybı (iniş) 1916 m.
















3 günlük ‘Minitur’umuzda Yalova etrafında bir daire çizmiş, 100 metreden 800 metrelere tırmanmış, göl kenarında-dağda çadır kurmuş, kiraz ve erik’e doymuş, dostları ziyaret etmiş, 165 km pedallamıştık.

Tur bilgisi: Pendik-Yalova-Pendik tarifeleri İDO’nun sayfasında var. Bisikletlere ücret almıyorlar, 10 ad. ile sınırlamışlar. Yalova-Safran yolu asfalt. Safran-Güneyköy yolu toprak. Taşocağı nedeniyle damperli kamyon trafiği çok. Toz duman ortalık.

Yalova-Güneyköy tırmanış ağırlıklı. Güneyköy-Hamzalı tırmanış sonrasında Orhangazi’ye iniş. Yol asfalt.

Orhangazi-İznik yolu asfalt ve düz. Güvenlik şeridi var. Orhaniye-Osmaniye tırmanış, 20 km. 100  m’den 800 m’ye çıkılıyor. Osmaniye-Taşköprü iniş, yer yer tırmanışlar var, köy giriş ve çıkışlarında. Yol büyük çoğunlukta asfalt. Yer yer çalışma nedeniyle toprak. Taşköprü-Yalova düz, yoğun trafik var. Güvenlik şeridi mevcut ve asfalt.

Konaklama çadırda. Yiyecekler yanınızda. Güneyköy’de Dağıstan Sofrası tavsiye edilir. Çeşme rota boyunca bolca.