Karaköy’den yola çıkıp
Eminönü üzerinden Unkapanı kemerlerine varıp Siirt pazarında pideler ve çaylar
eşliğinde kahvaltımızı ediyoruz. Otlu peynirimizi aldıktan sonra Zeyrek Camii’nin
restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyip Fatih Camii avlusundan geçerek, Karagümrük
Çetesi’ne selamlarımızı sunup Sulukule’ye ulaşıyoruz. Mihrimah Camii’yi dıştan
inceledikten sonra Edirnekapı’daki Kuş Pazarı ziyareti ve Tekfur Sarayı. Theodora’nın
halkını selamladığı balkonun altından devam eden yolumuz Anemas Zindanları’ndan
çıkan feryatlara kulaklarımızı tıkayarak Meryem Ana Ayazması’na varıyor. Buradaki
kutsal sudan içtikten sonra Eyüp’te bir mola veriyoruz. Eyüp Sultan türbesinde
adanan adaklar ve toplu kılınan öğle namazını takiben Silahtarağa üzerinden Kâğıthane’ye
vasıl olup tünel heyecanını yaşayarak Dolmabahçe’de kendimizi buluyoruz. Burada,
yolcu yoluna evli evine diyerek ayrılıyoruz... diye anons ettik ama nasıl
oldu / olamadı, şimdi göreceğiz.
8 buçuk vapuruyla Karaköy’e geçerken bisikletçi bir arkadaşla
tanıştık, İlker. Sırtında kocaman bir çanta, bagajın iki yanındaki Ortlieb’ler ,
taşarcasına dolu. Sandık ki uzun yola çıkıyor. Meğerse taşınıyormuş,
Bahçelievler’e. 20 dk’lık sohbette hekim olduğunu, Haseki’de çalışmaya
başlayacağını öğrendik. Datça’dan geliyormuş. Turcu, ABD’de eski eşiyle
Seattle’dan Meksika’ya güzelce pedallamışlar. Bir günceleri varmış internette
ama alan adının kirası ödenmeyince silinip gitmiş. Yazık, bunca emeğin bir
çırpıda yok olması. Gezi yazıları çok
faydalı oluyor. Tura çıkmadan önce yaşanmış tecrübeler, yol durumu, kalınacak
yerler... gibi bilgiler insanın çok işine yarıyor. Her zaman bilmediğim bir
yere gideceksen başkalarının yaşadıklarını okurum.
Karaköy’den çıktık yola; Haldun, Serhan, Levent, Kamil ve
Ali ile. Eminönü’nde Cenap dahil oldu, Unkapanı’nda Hasan. Olduk mu Dokuzlu, daldık
Siirt Pazarı’na. Önce bakkala uğrayıp pidenin malzemelerini aldık; peynir,
domates, biber ve yumurta. Levent bir de kavurma ekletti kendine. Serhan evden
getirmişti kavurmasını. Anlaşılan çok istenen bir malzeme ‘kavurma’. Suriye’de
dönere ‘çevirme’ diyorlar. Aslında ne matrak. Olumsuzluk da anlatabiliyor.
Danışma, yani sen gidiyorsun danışmaya ama danışmaman isteniyor. Yapma, etme...
Sayıda yanlışlık yapınca 9 kişi sekiz pideyi paylaşıyoruz.
Neyse ki pideler büyük, fazla fazla yetiyor. Adam başı 3 lira iyi değil mi
pidelere, 10 liraya yiyemezsin buralarda bunu. Çaylar pidelerden pahalı,
bardağı 1 lira.
Kahvaltı sonrası, daha önceki peynirci kapalı olunca daha
daha öncekine gidiyoruz, Hacı Seyfioğulları. Otlu dışında Kurut da alıyoruz.
Bilirsiniz bu peyniri. Yağsız sütten yapılan, yoğurt ya da yağı alınmış ayran
çökeleğinin kurutulmuşu diyebiliriz. Kilosu 15 lira. Makarnanın üzerine çok
yakışıyor. Çorbaya da iyi gider. Rendeyle ufalayıp, bolca döküyorsun. Tavsiye
olunur. Bakalım Haldun ve Kamil beğendiler mi merak ediyorum.
Ama otlu peynir apayrı bir lezzet. Şöyle anlatılmış: Bu peynire has otlar –sirik ve heliz- Doğu
Anadolu’nun sadece bazı yerlerinde yetişiyor. Işkın –yayla muzu-, kerenk
–kenger-,tırşik, kıriş gibi otlar da ismini buraya geldiğimizde
duyduklarımızdan… Yabani otları ve kökleri sıklıkla kullanıyor Siirtliler. (BohçamdaAnadolu)
Kurut
|
Otlu Peynir
|
Zeyrek Camii’nin restorasyon çalışmaları herhalde
bitmeyecek, öyle görünüyor. Zaten UNESCO tarafından tanınan süreyi bile son
dakikada yakaladılar. Yoksa elden gidecekti burası. Tempomuz “aheste çek
kürekleri mehtap uyanmasın” durumu.
Yolumuza devam ediyoruz. Hava nasıl bir sürpriz yaptı
bilemezsiniz. Hani lokum derler ya, aynen. Güneşli, rüzgarsız... müthiş. Levent
haklı çıktı. Anlaşılan yukarıyla iletişimde. Acaba kim kime uyuyor. Belki de
yukarısı Levent’e uyuyordur. Kim bilir? Zaten aramızda en renkli o. Hani
“Bulgaria” diye bağıran da çıkacaktır. İddia ediyorum J Ben de ilerisiyle
iletişimdeyim. Gaipten sesler...
Fatih At Pazarı. Burası için İslamcıların Cihangir’i
denilmekte. Alkol yok, şerbet var. Bu hale gelmeden önce oto tamircileri
varmış. Sonra kurulan bir dernek ve Fatih Belediyesi’nin çevre düzenlemesiyle
bugün kafelerin, nargilecilerin toplandığı bir mekan olmuş. İlk hâli şimdikinden çok büyükmüş.
Saraçhane’den Fatih Meydanı’na kadar uzanırmış bu küçük meydan. Bizans
zamanında sığır pazarıyken fetihten sonra at pazarı hâline gelmiş. At ve
süvariliğe dair ne kadar sanat varsa hepsini içinde toplamış bu küçük pazar.
Semerciler, mutaflar, nalbantlar, arabacı dükkânları... Düşünün yani tam 170
ahır varmış meydanda. Hatta Pertev Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan,
İstanbul’a gelen sipahilerin indikleri bir kervansaray bile mevcutmuş. Tabii
bugün ondan hiçbir eser kalmamış. Bir de meydanın tam ortasında Abdülmecid
Han’ın yaptırdığı dört taraflı meydan çeşmesi varmış; ama bugün onu da bulana
aşk olsun. Atpazarı’nın biraz yukarısında bir de dua meydanı varmış ki her
sabah dükkânlar açılmazdan evvel esnaf ve ahaliden bazısı gelir, mahalle
camiinin imamı güzel bir dua okur, ondan sonra dükkanlar birer ikişer açılmaya,
atlar öteye beriye götürülmeye, pazar hareketlenmeye başlarmış. Atpazarı, Fatih
ve çevresini yok eden büyük yangınların hemen hepsinde yanmış ve yangınlardan
geriye pek bir şey kalmamış. Bakiyeyi ben sayayım isterseniz: Küçük bir meydan,
ortasında iki ağaç ve etrafında irili ufaklı kafeteryalar. (Aksiyon)
Burası, özellikle süvarimizin ilgisini çok çekiyor. Tabii
sadece o değil, hepimiz heykelin etrafına toplanıp resim çektiriyoruz. Ben
yetişene kadar otomatik resmi çekiyor. Sadece pantolonum gözükmekte. Beni pantolonumdan
da tanırsınız, biliyorum.
Fatih Camii’de de tahta perdelerle ayrılmış bir bölümde
inşaat faaliyetleri sürmekte. Biz mollaların yanından geçerken onlar da
“kocaman adamlar bisiklete binmiş” diye bizi süzmekteler. Yolumuz ilerledikçe
Cenap’ın da anıları tazelenmekte. Çocukluğu buralarda geçmiş. Hatta Türkan
Şoray bile Fatihliymiş. Eski Fatih ile Yeni Fatih farkı? Bk: Fatih
Belediyesi’nde skandal yolsuzluk belgelendi! 1,5 milyon dolar karşılığında imar
izni... (Karşı)
Çarşı-pazar-dükkanlar arsından geçen yolumuz Nişanca Mehmet
Paşa Cami’ne gelince Cenap’ın gözleri parlıyor. Eski evi, incir ağacı, çeşme,
bakır kaplar... zaman 60 yıl geriye
gidiyor. Anılar canlanıyor. Çok güzel bir duygudur bu. Her şey gözünüzün önüne
gelir. Bir film şeridi gibi akar.
Karagümrük Çetesi’ni selamlayamıyoruz, hapistelermiş. Es
geçip Sulukule yolunu tutuyoruz. Hello, havaryu, vatsyurneym... Sulukule
gerçekten sulandırılmış. Eskileri atıp yenilerini koymak istediler, Suriyeli
zenginlerin dışında kimse gelmedi. Etraf satılık-kiralık ilanlarıyla dolu.
Mihrimah Camii’ye dıştan bir bakış atıp Edirnekapı
surlarının dibinden Kuş Pazarı’na ulaştık. Amma kalabalık ha.. ne de çok kuş
meraklısı varmış. Hepsi güvercin mi bunların? Girişte bilet kesiyorlar.
Girmedik tabii. Şöyle dıştan bakıp bir Bizans sarayı olan Bleherna Sarayı’ndan
kalan tek bölüm olan Tekfur Sarayı’nın dibinde bir aile fotografı alıp
Theodora’yı aradık. Ama balkonu kapatmışlar. Çok fazla konuşuyormuş,
konuştuklarını da yerine getirmiyormuş. Ona inanmayan halk artık gelmez olmuş.
O da tek başına kalınca balkonu kapatmışlar, örmüşler ki bir daha çıkıp
konuşmasın.
Şimdi biraz bölgeye ait tarihi bilgiler edinelim. İstanbul’u
19,5 kilometrelik bir hat boyunca çepeçevre saran surları ve kapıları var.
Altından su geçen
kapı: Sulukule Kapısı
Ortaçağ’da her kalenin bir su kulesi
bulunurdu. Dışarıdan şehre giren suyun surlardan geçişi bu kule aracılığıyla
sağlanırdı zira. Suyun gireceği yerden insandan girebileceği için bu geçişin
emniyetli olmasına özellikle dikkat edilirdi. Bu emniyeti sağlayan su kulesi
burada bulunduğu için kapı, Sulukule Kapısı olarak adlandırıldı.
Sulukule Kapısı, en erken dönem açılan
kapılardan ama zamanla küçültülmüş. Hem sivil hem de askeri bir kapıydı. Kapı
üzerinde bulunan haç kabartması özellikle dikkate değerdir.
İstanbul’u
Edirne’ye açan kapı: Edirnekapı
Sulukule Kapısı’ndan birkaç yüz metre
yukarıda bulunan Edirnekapı, yedi tepeli İstanbul’un 6. tepesi olup en yüksek
tepesidir. Tam 76 metre. Taksim Meydanı’nın yüksekliğinin yaklaşık 90 metre
olduğunu düşünürsek yedi tepeli İstanbul’un tepelerinin hal-i pür melalini tam
anlamıyla anlamış oluruz.
Kapı, adını Edirne yolu üzerinde
bulunmasından alıyor. Altınkapı’dan sonraki en önemli kapı budur. Kimi Bizans
imparatorları bu kapıyı kullanarak sefere çıkmışlardı. Hatta Osmanlı
padişahları da Eyüp’te kılıç kuşandıktan sonra bu kapıdan İstanbul’a
giriyorlardı.
Neden eğri olduğu
belli olmayan kapı: Eğrikapı
Eğrikapı’nın adının
nereden geldiği sorusu tartışmalı bir sorudur. Lakin, Şeyh’ül Seyyah Evliya
Çelebi’ye sorarsanız, fetihten sonra bu civara Eğirdir’den gelen bir grup
göçmen yerleştirildiği içindir der; aynı dönemin seyyahı ve tarihçisi olan
Eremya Çelebi’ye sorarsanız, kapının iki kanadının tam karşılıklı
olmamasından dolayı kapıya bu ad verilmiştir; modern Evliya Çelebi olarak kabul
edilen John Frelly’e sorarsanız, kapıya giden dar yolun eğriliğinden almıştır.
Rivayetler muhtelif. (BirİstanbulHayali)
Geceden ıslanmış yollar daha kurumamış. Parke taşlar da
bayağı kaygan. Dikkatlice bayır aşağı iniyoruz. Ağır ağır alacaksın bu yolları.
Etrafa baka baka Eğrikapı’yı geçip Anemas Zindanları’na geliyoruz. Anemas
aslında Arap kökenli bir Bizans komutanı olduğunu ve burada tutsak edilmesi
nedeniyle zindanın onun adıyla anıldığını biliyoruz. Birçok tarihi filmde mekan
olarak kullanılan zindanı, restorasyon çalışması yapıldığından gezmek mümkün
değil (bu nedenle feryatları duyamıyoruz). Ama isterseniz arkasındaki Kazasker İvaz
Efendi Camii’yi gezebilirsiniz. Bu da Sinan’ın eseri. 1585 tarihli bu yapı
zamanında külliye halinde imiş, bugün sadece cami ve çeşme kalmış. (Vikipedi)
Kazasker İvaz Efendi Camii
|
Meryem Ana Ayazması geçerken sıkça uğradığımız bir mekan.
Papazı hoş sohbet, güleryüzlü, keyifli
bir insan. Her gelişimizde usanmadan sıkılmadan buranın tarihçesini anlatır.
Kimse susamadığından kutsal sudan içmeden ayrılıyor Eyüp’e yöneliyoruz. Kahvede
verilen bol sohbetli molada Cenap ve Levent fuarda gördükleri e-bisikleti
anlatıyorlar. 3 bin liraya çıkmış. Okul projesi. Önden çekişli ve %12 eğim
tırmanabiliyormuş. Menzili de 100 km. Hiç de fena değil. Kamil ise falımıza
bakarak dağları tepeleri aşan bir yolculuğun müjdesini veriyor. Allah mı
söyletti acaba...? Baharda düşeceğiz yollara.
E-Bisiklet
|
Kağıthane tüneli için olumsuzluklar duyunca (geçen
bisikletlilere anons yapılmış “alırız elinizden, çıkın” diye), saatler de daha
erken, fazla da yol yapılmadı, hava da güzel... ne edelim diye düşünürken Hasan,
İBB’nin fidanlığı önerisi kabul görüyor. Onun rehberliğinde Alibeyköy’e doğru
pedal çeviriyoruz (Eyüp Sultan’da kimsenin adağı olmayıp öğle namazını da
kılmak istemeyince transit geçtik).
Haliç kıyısından devamla, Alibeyköy’ün yeni trafik
düzeninden, yer yer elle atlatarak bu kocaman fidanlığa vardık. Bir zamanlar
eve kaktüs ararken buraya gelmiş o muhteşem kaktüslerin karşısında
hayranlığımızı gizleyememiştik. Az kalsın alıyorduk ama sonra eve çok büyük
gelecek diye başka yerden küçüğünü aldık. Ama sanki o çiçek, veya çok
benzeyenini gene gördük. Bahçede ise daha çokları vardı. Ali evi unutmuyor, hanımına
çiçek alıyor.
İBB’nin ikramı karadut çayı eşliğinde havuz gazetesi
Sabah’ın etrafta bolca görüldüğü kafeteryasında dinlenip dönüş yolunu tuttuk.
Burada yavaş yavaş ayrılanlar oldu. İlkin Ali, sonra Hasan. Evlerine çok
yakındık. Biz de Eyüp üzerinden Balat (içilen salep, ama 9 liraya çıkarmış yeni
sahibi), Fener, Cibali ve Eminönü. Burada bir trafik ki sormayın. Bereket
tıkalı olduğundan yavaşlamışlar-hatta durmuş olduklarından aralarından slalomlayarak,
Cenap’ı Sarayburnu’na yolcu edip, Karaköy’den Kadıköy ekibi olarak ayrılıp,
Beşiktaş-Yeniköy ekibine veda ettik.
Km olarak uzun olmayan, ama keyfine doyum olamayacak
güzellikte yerlerden geçen, lokum gibi bir hava, sıcak bir sohbet... daha ne
olsun?
OtluPeynir Gezisi:
Karaköy-Eminönü-Unkapanı-Fatih-Karagümrük-Sulukule-Edirnekapı-Eğrikapı-Balat-Eyüp-Alibeyköy-Eyüp-Balat-Cibali-Eminönü-Karaköy
Tur tarihi: 7 Aralık 2014
Kat edilen mesafe: 38,29 km.
Ortalama hız: 9,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 11 dk., dışarıda geçen süre 8
sa. 40 dk.
En yüksek sıcaklık 28 °C, en düşük 16 °C, ortalama 18,3 °C
İrtifa kazancı (çıkış) 516 m; kaybı (iniş) 499 m.
Garmin yol bilgisi Otlupeynir
Foto katkıları için Haldun, Ali, Levent ve Cenap’a teşekkürler.
Haydoy’a yapılan bağışlar için tekrar teşekkürler.
Bu bölgeye yapılmış geziler Eyüp'e doğru bir gezi, Alibeyköy’ün Kaktüsler