Yıl 2007, aylardan Haziran. Annem Çapa Hastanesinde yatıyor, tedavide. Ben de refakatçı olarak her gün gidip geliyorum. Gazetede bisiklet ilanları var, karne zamanı olduğundan. 150-200 gibi bir fiyattan satılmakta, Migros’ta. Hevesleniyorum. 80’lerin ortasında bırakmıştım bu tutkuyu. Neden yeniden başlamasın? Yolumun üzerindeki Migros’a uğruyor ama bisikletlerin dandik olduğunu görmemle soluğu Unkapanı Yeraltı Çarşısında alıyorum. Bildiğim bisikletçiler orada. Ama hiç bir bilgim yok. Kafamda tek Shimano lafı var. Merdivenden çarşıya inip alıcısını bekleyen bisikletlere göz gezdiriyorum. Satıcının biri hemen kapıyor beni. “Nasıl bir şey istersiniz?” – Shimano vitesi olsun diyorum. Bana tepede asılı duran bir bisikleti indiriyor. Güzel gözüküyor. Vitesi de Shimano. “Kaç vites bu?” – “27” – “Kaça?” Pazarlıkla 550 gibi bir fiyata iniyor. 6 da taksit yapıyor. 100-100 öderim diye kafamda hesaplayıp alıyorum velespiti. Gidonunu düzeltiyor, selesini ayarlıyor ve elime tutuşturuyor. Ne de çabuk oldu bu iş? Bisiklet sahibi oluverdim birden. Nasıl götüreceğim bunu eve şimdi? Binmekten başka çarem yok. Uzun da bir zaman geçti binmeyeli. Çıkartıyorum merdivenlerden Fatih Parkına. Şöyle biraz parkta turlayıp, vitesi mitesi denedikten sonra salıyorum kendimi Unkapanı Köprüsüne doğru, Tarlabaşı-Taksim-Harbiye derken Nişantaşı. Kolay oldu. Sırtlayıp 2'nci kata, eve çıkartmam da hiç zor gelmedi. Şöyle doya doya, sevinç içinde temaşa ediyorum bisikletimi. Ne mutluyum bilemezsiniz. Çocuklar gibi seviniyorum. Tekrar bir bisikletim var.
Ve bisikletli günler başlıyor. İlkin vapurla Kadıköy’e geçip Bostancı’ya kadar gitmek. Vay be! Dönüş trenle ama. Git gel günleri sonrası artık dönüş de bisikletle, ve artık Pendik, daha sonra Tuzla diye uzatıyorum mesafeleri. Yakın bir arkadaşım da benimle aynı maceraya başladı. İki kafadar takılıyoruz. (...) Bir gün adaya gidelim dedik. Dik rampaları var. Vitesleri de tam kavramamışım. Yani ne zaman değiştirmeli, çapraz kullanmalı mı, yüklenmek doğru mu gibisinden. Ne oluyorsa burada oluyor ve ben orta aktarıcıyı yamultuyor, arkayı eğiyor, vitesleri dağıtıyorum. Öyle tek vitesle Ortaköy’deki tamirciye kadar gidip düzelttirmek niyetindeyim. Düzeliyor da, ama bu vitesin Shimano’nun giriş seviyesi olduğunu, iyisinin Deore’den başladığını öğrenmemle neşem kaçıyor. Demek iyisini alamamışım. Öfkeliyim! (...) Araştırmalarım sonucu Salcano’ya ulaşıyor, pazarlama müdürüne derdimi anlatıyor, bisikleti iade edeceğimi, istemediğimi söylüyorum... Yakınıyorum adama. Anlayışlı çıkıyor. Getirin, çaresine bakarız diyor. (...) Arkadaşımın arabasıyla, ilk defa gittiğim, benim Boğazda bildiğim, ama ilçe olarak da var olan, İstanbul’un bir ucundaki Arnavutköy’deki Salcano’nun atölyesine varıyoruz. (...) Uzatmayayım. Salcano benden, 180 küsur gibi bir fark alarak vitesi Deore’nin bir üstü LX yapıyor, üstüne de bagajı hediye ediyor. Sevinçten uçuyorum, tahmin edersiniz.
İşte Salcano’yla tanışmam bu şekilde oldu. Yıllarca bisikletimi severek kullandım. Uzun turlara çıktım, sayesinde yeni dostlar edindim, hayatıma bir renk kattım.
Salcano, Salko Bisiklet adıyla 1975 yılında İstanbul’da bir aile şirketi olarak kurulmuş. Bugün 16 bin metrekare kapalı alanda günlük 600 adet, yıllık 150 bin adeti aşan üretim kapasitesine ulaşmış. Üretiminin 100 bin adedini başta İngiltere olmak üzere Hollanda, Almanya, Afrika ve Balkan ülkelerine ihraç ettiğini internet sitesinden öğreniyorum. Bu övünülecek bir başarı. Alttaki videoda Salih Akgül, Salcano’yu nasıl kurduğunu ayrıntısıyla anlatmış. Kutlarım kendisini.
Katkıları için Gülsevil’e teşekkürler.
İlginizi çekebilir e-Bisiklet 120 Yıl Önce Vardı, Bisiklet: Elektrikli Devinim ve İkiteker Üzerindeki Gelecek, Neden Otomobil Üreticileri Şimdi Bisiklet Üretmekte?