6 Mayıs 2024, Pazartesi / Bolu – Kıbrıscık, 63 km (2. gün)
Bolu soğudu gece. Yatağa boynumda Buff, ayaklarımda çorapla girdim. Ama iyi uyudum. Sabah 6 gibi uyanıp biraz yatakta oyalanıp hazırlanmaya başlıyorum. Bugün pedallar dönecek. Kıbrıscık, 66 km gibi. Ama tırmanışı var, 700’lerden 1600’lere, 13 km boyunca. Kahvaltı 8’deydi. Çantaları kullanım sıklığına göre düzenliyor, ardından kahvaltıya geçiyorum. Malum şeylerin yanı sıra kızarmış patates de var. Kendime çok kalabalık olmayan bir tabak hazırlayıp bir bardak çayla mideye indiriyorum.
Hava soğuk olacağından bacaklar ve kollara ısıtıcıları, belliği de giyip 08.14 gibi ilk foto çekilmiş olarak yola çıkıyorum. Tepede güneş var ama 8 derece gösteriyor Garmin havayı. İyi ki uzun parmak eldivenleri almışım. Yoksa donardı parmaklar. Bolu’yu terk ediyor Kıbrıscık-Selen yoluna bağlanıyorum. Dümdüz giden bir asfalttan Karacasu’ya kadar geliyorum. Yol boyunca ılıcalar, apart oteller geçilmekte. Bolu ve çevresi bu anlamda zengin. 7’nci kilometrede tırmanış hafiften kendini göstermeye başladı. Yükseliyoruz, %8’le çıkıyorum. Birazdan da ciddi bölümler geliyor. Çevrem değişiyor, ormanlık olmaya başlıyor. Dev çam ağaçları arasında süren yolum yer yer %10-12 eğim göstermekte. Çok trafiği olmasa da boş sayılmaz. 10’uncu kilometredeyim. Saat 09.15, 1028 m oldu rakım. Hava ise burada 5,4 °C.
Çık çık, takımlar uyuştu, onları bir rahatlatayım. Sağımda küçük bir su akıyor, şırıl şırıl sesi gelmekte. 1600’e ulaşmak için daha bir 10 km yolum var. Yemyeşil etrafım, hava tertemiz. Araçların geçmediği anlarda ağaçlardan yayılan çam ve reçine kokusu kaplıyor ortalığı. Bir ferahlık veriyor insana. Bol bol içime çekiyorum. Çam kokusu deyince aklıma okuduğum bir anekdot geldi. Son kısmını paylaşayım: ... bu Hollandalı beyin İngiltere’de yaşayan akrabaları ziyaretine geliyorlar. O da bir gün, şehrin göbeğinde bir apartmanda doğup büyüyen ve her halleriyle tipik birer apartman çocuğu olan yeğenlerini ormana piknik yapmaya götürüyor. Çocuklar arabadan inip de muhteşem çam ormanına adım atar atmaz, hayretle etraflarını kokluyorlar ve yüzlerini buruşturarak “Iıığğ... Tuvalet kokuyor burası” diyorlar. Aman Tanrım! Düşünebiliyor musunuz? O misler gibi çam kokusu onlara ancak, tuvaletlerde klozetin kenarına asılan o kokulu şeyleri çağrıştırıyor. Niye? Çünkü daha önce hiç gerçek bir orman ve çam görmemiş, koklamamışlar. Çam kokusu onlar için tuvalet kokusu gibi bir şey. Ne hazin, değil mi? İnsanoğlu, şehir karmaşasında yaşarken, uzak kaldığımız doğadan büsbütün kopmayalım diye, onu taklit ederek yapay kokular yaratıyor, sonra o kokular o kadar gerçeklik kazanıyor ki asıllarının önüne geçiyor.
Saat 09.33, iki çentik kaldı bataryada. 1192 m.ye çıktım. Hava 4,3 °C.ye düştü. Ama güneş var, pırıl pırıl gökyüzü. Muhteşem güzel buraları. Doğanın en ilham verici müziği, kuş cıvıltıları etrafta. Onları dinlerken içsel bir sakinlik ve sıcacık bir huzurla doluyor insan. Adeta masallar diyarındayım. Derler ki: “Kuş sesleri bizi zihnimizin karanlık düşüncelerinin arasında kaybolmaktan alıp hayatın güzelliklerine doğru açılan bir kapının eşiğine sürükler”. Tam anlamıyla bunu yaşıyorum.
16,2 km.de 2’nci bataryaya geçiyorum. Saat 09.57, rakım 1368 m, hava 4 °C. Sağımda Gölcük Gölü var, biraz içerlek, yoldan görünmüyor, Milli Parkmış. Fotoğraflar görmüştüm, çok güzele benziyordu. Çevresini dönen yürüyüş yolu, mesire yeri ve bir iki işletme ile kır evi vardı.
Devam ediyorum yükselmeye. Aladağ Orman İşletme Şefliği, soldan Örencik Yaylası’na gidildiği gösterilmiş. Şimdi 1607 m rakımdayım, geride 18,76 km bırakmışım. Saat 10.23, hava 8 °C, ortalamam 11,4 km/s, güney yönündeyim. İnanılmaz, hem çevre hem hava. Işıltılı bir gökyüzü, tepemde güneş, beni hem ısıtıyor hem aydınlatıyor. Buralarda derinlere doğru gidildikçe çadır, karavan veya otel gibi konaklama olanakları mevcut olduğunu biliyorum. Aslında tam bisiklet etkinliği için uygun yerler. 5-6 günlük bir kamp. Kapadokya’da yaptıkları gibi bir merkeze çadır kurup, günü birlik çıkışlarla etrafı dolaşmak; göletler, dizi dizi yaylalar...
Ve bu tırmanış 1615 m ile zirve oluyor. 900 m yükselmişim. Saat 10.26. Tam 2 saatte geldim. Hava 9,5 °C, güneşin altındayken. Şöyle biraz nefeslenip devam. Yolum düz. Solumda biçilmiş ağaçlar, soymuşlar, odun kokusu kaplamış ortalığı. Tepelerde orman işletmesinin ağaç budadıkları yerler görülüyor. %10’luk bir inişin işareti geldi. Dimdik bir yokuş var burada, sonra hafif inişli çıkışlı devam edecek. Daha Seben ayrımına gelmedim bile. Yaylalar başlıyor. Her iki yanda farklı yaylara gidildiğini gösteren yön levhaları çakılmış, yürüyüş yolları işaretlenmiş. Etraf daha da güzel oldu. Adya diye bir kır lokantası ve konaklama yeri geçilip gelen jandarma kontrolü beni durdurmuyor devam ediyorum. Kızık Yaylası sanırım burası. Seben’e bağlı. Çevrede yerleşim var, yakınlarda uzaklarda dizili yayla evleri, ahırlar, inekler, koyunlar… Olağanüstü, gerçekten çok güzelmiş buraları.
Ve jandarma kontrolünden 3 km sonra Kıbrıscık diye soldan ayrılıyorum. Seben için düz devam ediliyor. Geçen sene oradan geçmek istemiştim ama merkezde konaklayacak mekan yoktu. Sadece 4 km dışında Oba Kütük Evleri diye beni aşan fiyatta, ama fotoğraflarda güzel görünen bir yer vardı. Ne var ki Mudurnu’da dinlediğim, çok tutucu bir ilçe olduğu, bira bile satılmadığı, insanların içmek için Nallıhan’a gittiği... Yani ne desem ki?
Hava 18 derece oldu, yayladayım ama rüzgar var. 1442 m.de sürüyor yolum. Hafif iniyorum -1 gibi. Asfalt burada daha iyi. Tırmanış bölümünde delik ve yamalar vardı. Bomboş değil yolum, ara sıra geçen araçlar oluyor. Buradan Beypazarı’na da gidiliyor. Ufak tefek göletler, kıvrılarak akan dereler, yaylara giden yollar, evler, Aladağ Orman İşletmesine ait Alabarda İş Merkezi diye bir yer sağımda. Son derece keyifli bir yolculuk oluyor.
Durup bir köyün videosunu çekerken buzağının biri bana doğru mööö’leyerek koşup gelmez mi? Ne sandı acaba? Tepki miydi selamlama mıydı anlamadım! Daha yakına gelir diye tedirgin olmadım değil. Sonra geriledi, hatta asfaltın üzerinde köpeklerden kaçarken neredeyse kayıyordu.
Saat 12.29, 61,4 km.de 3’üncü bataryayı takıyorum. 1166 m rakım, 20,4 °C, ortalamam 16,8 km/s oldu. Buradaki kasabada köpekler biraz tedirgin etseler de fazla ciddiye almadılar beni ve kovalamadılar.
Öğle sonrası 13 gibi Köroğlu Dağı eteklerinde kurulu ve pirinciyle (*) ünlü Kıbrıscık’a vardım. İsminin kökeninin yakınlardaki Aladağ çayının Antik dönemdeki adı Siberis’den, diğer bir söylenişle Kyberis’den geldiği sanılıyor. İlçeye ait ilk bulgular MS 100’üncü yıla kadar uzanmakta. Anadolu Selçuklu Sultanlığı sırasında doğudan göç edip gelen Oğuz boylarının Bizans sınırına yerleştirilmeleriyle bu bölge Türklerin yeni yurtları olmuş. Bolu'nun alınmasıyla da (1324) yöre Osmanlı yönetimine geçiyor.
(*) Kıbrıscık Pirinci: Kıbrıscık pirinci esmer pirinç olup, normal pirinçlere nazaran daha fazla besin maddesi içerir ve pişirme sırasında diğer pirinçlere göre daha fazla şişer. Diğer pirinçlerde şişme oranı 1:2 olarak gözlemlenirken, bu oran Kıbrıscık pirincinde 1:3 civarında seyreder. Bu pirinç türü sadece bu yöreye özgü olup başka hiçbir yörede yetişmemektedir. Çömlek patlatan ve karakılçık olarak adlandırılır.
Kısa bir şehir turu atıp kaymakamlığa giderken telefonda tanıştığım Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü Vekili Orhan Bey ile karşılaşıyorum. Daha doğrusu bisikletten dolayı o beni tanıdı ve seslendi. Öğle tatilinde berbere gidiyormuş. Bir kahvede çay eşliğinde tanışıp sohbet etmekteyiz. Aslen Adıyamanlı. Oraya ilişkin yaşadıklarımı bildiklerimi aktarıyorum. 1-2 kişi daha sohbetimize katılıyor. İstanbul Kurtköy tarafında çok Kıbrıscıklı olduğu anlatılıyor. 13 bin denildi. Dernekleri bile varmış.
Orhan Beyin tıraştan dönmesiyle odasına çıkıp kahve eşliğinde -Halk Eğitim’den bir hanımın da (Mine hn.) katılmasıyla, daha sonra Orman İşletmeleri Müdürü Osman Beyin de gelmesiyle- güzel bir sohbet oluyor. Mine Hanımdan oğlunun kazandığı liseyi, havacılık okuma isteğini dinliyoruz. İlgili bir anne olduğu anlaşılıyor. Orhan Bey bana kalacak yer olarak Orman İşletmeleri Misafirhanesi ayarlanmış. Yerleşmeden önce Osman Beyin odasında piyano hocası Alper Beyin de dahil olmasıyla oturup sohbet ediyor, ilçeye ait bilgiler ediniyorum. Küçük yerlerde bazı işler kolay oluyor herhalde. Herkes birbirini tanımakta. Ricalar kırılmıyor.
Gösterilen odaya eşyaları taşıyor, bisikleti girişte duvar dibine dayıyor, üstümü değiştirip çıkıyorum. Kültür Derneği’ne ait Etnografya Evi’ni belediyeden Dursun Bey, aynı zamanda dernek başkanı, açarak gezdiriyor. Çevreden toplanmış, bağışlanmış çeşitli objeler, tarım aletleri, kanı arabası, giyim kuşam örnekleriyle dolu.Ayriyeten ilçeye özgü kalsedon taşından üretilen takılar ve objeler. Kıbrıscık çok küçük bir yer. Bu derneği iyi kurmuşlar. Mekan eskiden sinema salonuymuş. İlçenin nüfusunun eskilerde çok daha kalabalık olduğu söyleniyor. Bugün yaşlılar kalmış, gençler haliyle işsizlik nedeniyle göçmüşler.
Yemek yiyecek bir yer bulamıyorum. Kapalılar. Zaten üç yer var. Bunun üzerine A101’den Yayla’nın barbunya pilakisi ile bir ayran alıp, odadan kaşığımı kapıp, dün lokantadan aldığım iki dilim ekmekle (demek bugün için gerekecekmiş) Kadir Usta 100. Yıl Parkı’nda, güneş alan bir kamelyada karnımı doyuruyorum. Çektiğim inekli videoyu eşe dosta yollarken Firu arıyor ve sohbet ediyoruz.
İlçenin içinde dolaşıyor, sokak aralarına giriyor, göz kamaştıran geleneksel ahşap mimari örneklerini fotoluyorum. Ancak içinde yaşanmayan evler hızla harabe olma yolunda, ne yazık ki. Mine Hanıma rastlıyor, bisikletçi oğlu Çınar ile bisiklet üzerine sohbet ediyor, havanın soğumasıyla odaya dönüp ses-foto gibi kayıtları aktarıyorum. Kaldığım oda küçük, daracık. Pek öyle oyalanacak gibi değil. İnternet de yok, telefondakini de video izlemek için harcamak istemiyorum. Derken Orhan Bey arıyor ve jandarma komutanının bana bildirmek istediği bir durumun/yazının imzalanmasını istediğini söylüyor. Anlam veremediğim bu gerekçeye, ardından komutanın aramasıyla yanlış bir anlaşılmanın neden olduğu ortaya çıkıyor. Dağlara çıkacağım sanılmış. Daha önce çıkan birileri kaybolmuş vs. O nedenle anladığım sorumluluk almamak için böyle bir bildiri düşünülmüş. Neyse, imzaya mimzaya gerek kalmıyor ama biz gene de komutana gidiyor ve çay+bisküvi eşliğinde tanışıp sohbet ediyoruz. Boylu poslu yakışıklı genç bir subay. Bana yarınki yolumda mola verebileceğim köyleri not ettiriyor. Bir saat kadar yanında kalıp dönüşte havanın ne denli soğuduğuna şaşıyorum. Kısa pantolonla falan dolaşılmaz burada : ))
Gözleri yummadan; Estetizm akımının temsilcilerinden biri olan ve hayatı sanata yaklaştırmayı ilke edinen, İrlandalı oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair Oscar Wilde (1854-1900), sivri dili, cesur yaşam tarzı ve hayata bakışıyla, bir şair olmasının yanı sıra oyun, öykü ve roman yazarıdır. Geç Victoria Dönemine damgasını vuran Oscar Wilde, uzun saçları, giyim tarzı, dekorasyonda kullandığı çiçekler ve eril sporları reddedişi gibi yaşadığı dönemde aykırı görülen düşünce ve tavırlarıyla hem sanat çevrelerinde hem de halk arasında oldukça fazla dikkat çekti.
Wilde çoğu yerde biseksüel olarak nitelendirilmesine rağmen kendini Yunan kültüründen gelen bir erkek aşkı geleneğine bağlıyor ve Sokratik olduğunu iddia ediyordu. Drama ve trajedi Wilde'ın özel hayatını gölgeledi. 1884'te Constance Lloyd ile evlendi ve iki oğlu oldu, ancak 1891'de Wilde, 'Bosie' lakaplı Lord Alfred Douglas ile tanıştı. Kısa süre içinde çift dört yıl sürecek bir aşk yaşamaya başladı. Ancak bu durum dönemin toplum kurallarına göre kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle Wilde hakkında soruşturma başlatıldı ve 1895 yılında ahlaksızlık suçu nedeniyle iki yıl kürek hapsine çarptırıldı.
İlk başta Pentonville’de ve sonra Wandsworth’te yatan Wilde en sonunda Reading Zindanı'na transfer edildi. Bundan sonra mahkum C.3.3. olarak bilinen Wilde’a ilk başta kalem kağıt bile verilmemişti; fakat daha sonra bu ihtiyacı karşılandı. Hapis günlerinde Douglas’a 50 bin kelimelik bir mektup yazdıysa da gönderme izni verilmedi. Ölümünden sonra mektup Robbie Ross tarafından kısaltılarak ‘De Profundis’ adıyla basıldı. 1962’de tam haliyle ‘Oscar Wilde’ın Mektupları’ adı altında yayımlandı.
Wilde 1897'de hapisten çıktı, fiziksel olarak tükenmiş, duygusal olarak yorgun ve tamamen iflas etmiş bir durumdaydı. Fransa’ya geçti. Son yıllarını Paris’te sürgünde geçiren Wilde, 1900 yılında kaldığı otel odasında menenjitten öldü. Ölümünün ardından Cimetiere de Bagneur mezarlığına gömüldüyse de, daha sonra yine Paris’teki ünlü Pere Lachaise’e taşındı ve Sir Jacob Epstein tarafından tasarlanan ve üzerinde erkek melekler olan mezar taşının altına gömüldü.
Bugün Londra ve Dublin'de anısına heykeller dikilmiş olan Wilde, eşcinsel hakları hareketi, sosyalizm ve popüler kültür tarafından kucaklandı.
- Kıbrıscık Kaymakamlığı 0374 4412001 Yaz. İşl. Md. v. Orhan bey (0538 8509479)
- Kıbrıscık Orman İşletmesi 0374 4412029 Md. Osman bey
Bolu – Kıbrıscık
Tur tarihi: 6 Mayıs 2024
Alınan yol: 63,04 km
Ortalama hız: 16,7 km/s
En yüksek hız: 53,1 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 46 dk, dışarıda geçen süre 4 s 32 dk
En yüksek sıcaklık 23 ˚C, en düşük 3 ˚C, ortalama 12,8 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1574,4 m, kaybı (iniş) 1155,1 m
En düşük yükselti 704 m, en yüksek 1617,6 m
Garmin yol bilgileri Bolu–Kıbrıscık
Relive yol bilgileri Bolu–Kıbrıscık
08.14 hareket saatim. |
Tepede güneş var ama hava 8 °C. |
Bolu’yu terk ediyor Kıbrıscık-Selen yoluna bağlanıyorum. Dümdüz giden bir asfalttan Karacasu’ya kadar geliyorum. |
Yol boyunca ılıcalar, apart oteller geçilmekte. |
7. km.de tırmanış hafiften kendini göstermeye başladı. |
Yükseliyoruz, %8’le çıkıyorum. |
Birazdan da ciddi bölümler geliyor. Çevrem değişiyor, ormanlık olmaya başlıyor. |
Dev çam ağaçları arasında süren yolum yer yer %10-12 eğim göstermekte. |
Hava 4,3 °C.ye düştü. Ama güneş var, pırıl pırı l gökyüzü. Muhteşem güzel buraları. Doğanın en ilham verici müziği, kuş cıvıltıları etrafta. |
Sağımda Gölcük Gölü var, biraz içerlek, yoldan görünmüyor, Milli Parkmış. |
%10’luk bir inişin işareti geldi. Dimdik bir yokuş var burada, sonra hafif inişli çıkışlı devam edecek. Daha Seben ayrımına gelmedim bile. |
İnanılmaz, hem çevre hem hava. Işıltılı bir gökyüzü, tepemde güneş, beni hem ısıtıyor hem aydınlatıyor. |
Etraf daha da güzel oldu. Adya diye bir kır lokantası ve konaklama yeri geçilip gelen jandarma kontrolü beni durdurmuyor devam ediyorum. |
Çevrede yerleşim var, yakınlarda uzaklarda dizili yayla evleri, ahırlar, inekler, koyunlar… Olağanüstü, gerçekten çok güzelmiş buraları. |
Jandarma kontrolünden 3 km sonra Kıbrıscık diye soldan ayrılıyorum. Seben için düz devam ediliyor. |
Hava 18 °C oldu, yayladayım ama rüzgar var. 1442 m.de sürüyor yolum. |
Hafif iniyorum -1 gibi. Asfalt burada daha iyi. Tırmanış bölümünde delik ve yamalar vardı. |
Ufak tefek göletler, kıvrılarak akan dereler, yaylara giden yollar, evler... |
Aladağ Orman İşletmesine ait Alabarda İş Merkezi diye bir yer sağımda. |
Son derece keyifli bir yolculuk oluyor. Bu yayla evlerinde aslında bir gece geçirmek nasıl olur acaba? |
12.36 Kıbrıscık’tayım. |
Orman İşletmeleri Misafirhanesi |
Kıbrıscık |
Kıbrıscık Etnografya Evi |
Kadir Usta 100. Yıl Parkı |
İlçenin içinde dolaşıyor, sokak aralarına giriyor, göz kamaştıran geleneksel ahşap mimari örneklerini fotoluyorum. |
Ancak içinde yaşanmayan evler hızla harabe olma yolunda, ne yazık ki. |
3. gün (devamı) Kıbrıscık-Beypazarı - 1. gün (öncesi) İstanbul-Bolu
[bisikletle]Türkiye: Paflagonya’nın derinliğine doğru...
İstanbul-Bolu, 5 km
Bolu-Kıbrıscık, 63 km
Kıbrıscık-Beypazarı, 54 km
Beypazarı-Güdül, 35 km
Güdül-Kızılcahamam, 58 km
Kızılcahamam-Atkaracalar, 68 km
Atkaracalar-Ilgaz, 55 km
Ilgaz-Çankırı, 57 km
Çankırı-Kızılırmak, 55 km
Kızılırmak-Sungurlu, 46 km
Sungurlu-Uğurludağ, 49 km
Uğurludağ-Çorum, 74 km
Çorum-Aydıncık, 85 km
Aydıncık-Saraykent, 60 km
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Misya’dan Karya’ya (Ödemiş-Tire)