15 Mayıs 2024

[bisikletle]Türkiye: Paflagonya’nın derinliğine doğru... (Çankırı II)

 

13 Mayıs 2024, Pazartesi / Çankırı II (9. gün)

 

Bugün Çankırı’da ikinci günüm olacak. O nedenle sabah hazırlanma faslı yok. Biraz rahatım. Tembellik edebilirim ancak fazla da oyalanmayayım. Bazı işleri yapmam lazım. Uyanış hep 5 gibi oluyor ama kalkış 7’yi geçe. İlkin dün yüklemediğim fotolar ve ses kayıtlarını aktarıyor, sonra da gezi notlarını yazıyorum. Bir de dün yıkadığım çamaşırları balkona ip gerip oraya asayım, belki rüzgarda daha çabuk kururlar. Şarj olmuş bataryayı bisiklete takmak için girişe indiğimde ön taraf tamamen güneşli. Benim cephe gölgede. Orada olsaydı oda mutlaka kururdu çamaşırlar.


Uğurludağ Belediyesi’ni aradım, orada bir misafirhane var kalabileceğim. Sungurlu ÖE’de yerimi ayırtıyorum. Kahvaltı niyetine almış olduğum probiyotik yoğurdu mideye indirirken bir yandan da Çankırı’nın tarihini okumaktayım: Çankırı, batıda antik dönemde Bithynia (Bitinya), doğuda ise Pontus diye isimlendirilen bölgeler arasında yer alan Paflagonya Bölgesi’nde bulunmaktadır. Çankırı şehrinin antik ismi Gangra’dır ve bu ismi günümüze kadar korumuştur. Bu isim ilk olarak Grek ve Roma dönemlerinde belgelenmiştir. Gangra isminden bahseden en eski yazılı kaynak MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan çok yönlü bilim adamı Eratosthenes’dir. MÖ 1. yüzyıla gelindiğinde Alexander Polyhistor, Paflagonya ile ilgili kitabında Gangra’yı ele almıştır. Augustus döneminde yaşamış olan ünlü coğrafyacı Strabon, Gangra’yı kısaca betimlemiştir. Ondan sonra ansiklopedi yazarı Plinius “Historia Naturalis”te Gangra’dan bahsetmektedir. Gangra ismi, klasik dönemden Luvi devrine kadar uzanan, Anadolulu yerel bir addır. Ama antik bir Luvi ismi olan "Gangra" halk etimolojisine uygun olarak (halkın anlayamadığı isimlere kendi dilinde bir mana vermeye çalışması) “çan” ve “kırık” kelimeleri kullanılarak Çankırı haline dönüştürülmüştür. Ancak Osmanlı zamanlarında şehrin antik adı korunmuş, Kangırı veya Kângarı olarak kullanılmıştır. MÖ 3. yüzyıldan sonra bölgenin en önemli şehri ve yerli krallara başkentlik etmiş olan Gangra’nın efsanevi kuruluş hikayesini ‘Byzantionlu Stephanos’tan öğrenmekteyiz. Yazar burada Gangra sözcüğünün dişil olduğunu söyledikten sonra efsaneyi özetle şu şekilde anlatmaktadır: “Poseidon’la Aryes’in çocuğu olduğunu söyleyen Nikostratos Paflagonya çevresinde keçilerini otlatmak için bir otlak arar ve sonunda uygun bir yer bulur ve bu geçit vermeyen dağların çobanı, toprak sahibiyle anlaşır. Keçilerini otlatırken arazisine de göz kulak olacağını söyler… Bir gün yüksekçe bir tepe üzerinden çevreyi gözlerken dimdik yükselen fakat öbür tarafa geçit veren bir kayalık görür ve o sırada aşağıda oğlakların melediğini işitir. Orada doğurmuş olan keçiyle yavrusunu taşıyarak geçitten geçip, gördüğü elverişli arazi üstüne bir şehir kurar ve oğlağa taktığı Gangra adını şehre de verir”.

ÇankırıİlKültürTürizm


Bugün bir kaç yer var görmek istediğim. Öğleden sonra için yine yağış gösteriyordu, o nedenle şemsiye gene yanımda. 10 buçuk gibi ayrılıyorum DSİ.den. Az çok yön duygusu oluşmaya başladı. Google da yardımcı oluyor. 1931 tarihli tren garını görmeye gitmekteyim. Kanal boyunca yürüyorum. Gar için göbekten sola ve fazla derinlere girmeden çıkıyor karşıma. Perona geçiyorum. Bir kenar platformu ve iki ada platformundan oluşan istasyonda yolcu salonu kapalı. Nedeni? Yolcu treni gelmiyormuş artık. Ama dedim hafta sonu Tuz Ekspresi (*) gelecekmiş. O zaman açarız deniliyor. Buranın valisi böyle bir tur düzenletmiş. Ankara’dan kalkan trenle buraya gelinip gezilecek ve dönülecek. Fena fikir değil. Ancak bugün belediyeyi, Beyaz Masayı aradım ve Tuz Mağarasına ulaşımı sordum. Yokmuş! Olur mu, neden belediye olarak böyle bir şey düzenlemiyorsunuz? –“Üzerinde çalışıyoruz.” Ne zaman biter? Cevap yok. Tuz Ekspresi gibi Karaelmas Ekspresi (**) de olacağını okumuştum haberlerde. Ancak o işe tren bulamamışlar, olamayacak gibi deniliyor. Tren olayı bizde çok zayıf. Yani yolcu treni. Halbuki en rahat ulaşım araçlarından ve en ucuzu.

 

(*) Çankırı'da 1934 yılında "Tenezzüh (Gezinti) Treni" adıyla başlatılan seferlerin devamı niteliğinde olan ve 18 Mayıs'ta ilk seferine çıkacak olan "Turistik Tuz Ekspresi", ziyaretçilerine Çankırı'nın tarihi ve turistik yerlerini görme, yöresel yemeklerinden tatma imkanı sunacak.

 

(**) Ankara'dan yola çıkacak olan tren sırasıyla Kalecik, Çankırı, Çerkeş, Karabük istasyonlarına uğrayarak Zonguldak'a ulaşacak. Dönüş yolunda ise Yenice ve Eskipazar'da duracak Karaelmas Ekspresi seferlerinin son durağı da Ankara olacak.

 

Gar sonrası yürümeye devam. ÖE’nin önünden geçiyor yolum. Merkezi bir konumda. Ardından gelen Bilim Merkezi okul binası içinde. Ancak hemen giremiyorum. Hademe yeni paspaslamış, az bekle kurusun diyor. Önce hoppala oluyorum, sonra bir çay ısmarlıyor bana beklerken. Tam adı “Ahmet Mecbur Efendi Bilim ve Sanat Merkezi” (***) olan, aslında bir takım dersliklerin bulunduğu bir yer burası. Yani eğitim veriliyor, özel yetenekli öğrencileri resim, el işi, müzik gibi dallarda yetiştirmek amaçlanmış. Atatürk Odası da var, burada mı kalmış acaba? Evet, Cumhuriyetin ilk yıllarında çıktığı yurt gezilerinde, 23 Ağustos 1925’de.

 

(***) Asıl adı Ahmed olup önceleri Vefdî, daha sonra Mecbûr mahlasını kullanmıştır. Çankırı’nın Alibey Mahallesi’nde, Ahmet Talat Onay’a göre 1853’te, Sicill-i Ahvâl kayıtlarına göre 1856’de doğmuştur. Babası Mehmed Sa'îd Efendi, annesi Sabriye Hanım olup Çankırı’nın Za'îm-zâde sülalesindendir. Klasik medrese eğitimini Çankırı’daki Hâzimiyye medresesinde Müftü Hacı Mustafâ Hâzim Efendi'nin derslerine devam ederek tamamlamış ve 1884’te icazet almıştır. Daha sonra Rüşdiye mektebini bitirip bir müddet ticaret mahkemesinde kâtip olarak çalışmıştır. Mecbûr Efendi medreselerde müderrislik, rüşdiye mektebinde hüsnühat muallimliği yapmıştır. Çankırı Mevlevihanesi mesnevihanlığı ona verilmiş ve Mesnevî-i Şerîf okutmuştur. Çerkeşli Nakşibendî tarikatı şeyhi Mehmed Hilmî’ye intisaplıdır. 1895’te kendi medresesinin yanına bir de kütüphane inşa ettirmiş, buraya da 1200 cilt kadar kitap bağışlamıştır. Ahmet Mecbur Efendi 1919’da Çankırı’da vefat etmiştir.

TürkEdebiyatı


Ardından bazı konakları dıştan, sonra Büyük Cami dedikleri Sultan Süleyman Camii’nin içine de giriyor, fotoluyorum. Mimar Sinan Dönemi yapılarından olan cami, Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile Sadık Kalfa tarafından inşa edilmiş. Şöyle tanıtılmış: 1522 yılında başlayan inşaatın 1558 yılında tamamlandığı bilinmekle birlikte neden bu kadar uzun sürdüğü konusunda bilgi bulunmamaktadır. Kare planlı olan cami üzerinde ortada bir büyük tam kubbe ile bu kubbenin dört tarafında birer yarım kubbe bulunmaktadır. Bu kubbeler dört paye ve duvarlar arasındaki kemerlere oturmaktadır. Duvarları ve minaresi kesme taş, kubbe üstleri kurşunla kaplıdır. Caminin içi rokoko üslubu ile süslenmiş, bunların araları hat örnekleriyle bezenmiştir. Mihrab istalaktitlidir (*4), zengin bir görünümü vardır. Minber'i taştan yapılmıştır. Kürsüsü köşeli ve gövdesi yuvarlaktır. Kapı söveleri mermer olup kemerleri kilit taşı, içleri oluklu konsol halinde çıkarılmıştır. Son cemaat yeri, dört sütuna dayanan üç kubbe ile örtülü ve iki tarafında istalaktitli mihrap nişleri bulunmaktadır. Merkez İlçe Mimar Sinan Mahallesinde bulunan cami 1992 ve 2015 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilmiştir. 

ÇankırıValiliği


(*4) Yunanca "stalaktos" kelimesinden gelir ve "damla damla sarkan" anlamındadır. Mimari yapı elemanı olarak ise "sarkıtlarla yapılmış mukarnas" demektir.


Sırada Çivitçioğlu Medresesi var. Büyük Camiye yakın, kuzeydoğusunda. Bunları işaretlemiştin haritada. Hepsi Eski Çankırı’da. Ama medrese ziyarete kapalı. Oldu mu bu şimdi? En gıcık olduğum şey. O kadar yoldan gel ve göremeden git. Şöyle tanıtılmış: Çivitcioğlu Medresesi il merkezinde Büyük Cami'nin doğu cephesinde yer alan ve 17'nci yüzyıldan günümüze ulaşan eser avlu içerisinde, iki katlı, doğu batı yönünde sıralanmış tek sıra hücrelerden oluşmakta. Hücrelerin önünde her iki katta da ahşap revak sırası bulunmaktadır. Eser günümüzde geleneksel Türk süsleme sanatlarının üretildiği ve sergilendiği bir kültür ve sanat merkezi olarak hizmet vermektedir.

KültürPortalı


Firuzan arıyor ve konuşuyoruz uzun uzun. Anneye dün Anneler Günü için mesaj yollamıştım ama herhalde bakmadı WA’ya, o nedenle arayıp kutluyorum. Bayramda adada olacağız herhalde. 

 

Tarihi sokakların içinden keşif turumu sürdürüyorum. Halen traktörle açık kasada bidonlarla çöp toplandığını görmek şaşkınlık yaratıyor. Bu işe temiz bir çözüm bulamamışlar mı? Çok çok eskiden hatırlarım, Ankara’da da  İstanbul’da da böyle toplanırdı. Kamyon kasasının içinde bir adam, gelen bidonları boşaltıp geri verirdi. Bir yandan da çöpleri kasanın içinde dağıtırdı. Bazen de haberlerde okurduk, çöpçünün bidonu kaldırıp atarken altında kaldığını.


Ve geldim Buğdaypazarı Camii avlusunda yer alan Buğday Pazarı (Hazımiye) Medresesi’ne (*5). Burası da kapalı. Pazartesi bir yere gelmemek lazım anlaşılan. Müze, medrese, kültür evi vb. her yer kapalı oluyor. Böyle giremediğim-göremediğim çok yer oldu turlarımda. 

 

(*5) 18'inci yüzyılda inşa edilmiştir. Taş subasman üzerine ahşaptan iki katlı olarak inşa edilen yapı, kuzey güney yönünde sıralanmış tek sıra hücrelerden oluşmaktadır. ‘El Sanatları Merkezi’ olarak düzenlenen eserde Çankırı yöresine ait giyim, kuşam, mutfak eşyaları ile el sanatlarına yönelik malzemeler sergilenmektedir.

KültürPortalı


İşte, yakında bir “Gazozhanem” daha görüyorum. Anlaşılan Çankırı’da bu işi çok seviyorlar. Evet, öyleymiş. Haberin başlığı “Tozu, Tuzu, Şimdi de Gazozu” ve şöyle devam ediyor: Özellikle 60 ve 70’li yılların bir numaralı içeceği gazoz, son yıllarda tekrardan revaçta olmaya başladı. Gazoz kimi zaman eşsiz bir tat arayanlar için, kimi zaman ise koleksiyoncuların vazgeçilmeziydi. Kimi zaman gazozuna maçlar yapılırken kimi zaman da aile arasındaki hoş sohbetlerde yerini alırdı gazoz. Özellikle 60 ve 70’li yıllarda yaşayanlar için birçok anı oluşturuyordu gazoz. Kapağı bile çocukluk yıllarımızın en büyük oyun aracıydı mahallede.Şimdi ise anılar yeniden canlanıyor. Çankırı’da Aybars ve Mustafa Şentürk kardeşler, Çankırı’nın gazozunu üreterek eski anıları yeniden canlandırdılar. Yerel gazoz konsepti ile ‘Çankırı Gazozu’ markası altında gazoz üretimine başladılar. 

YeniGün


Gazoz, Fransızca gaseuse/gazeux (karbonatlı/gazlı) sözcüklerinden türetilmiş ve yaşantımızda ortaya çıkışı, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına rast gelir. Gazoz bazı kaynaklara göre maden suyu ile birlikte ithal malı olarak girmiştir... sonra yerlisi üretildi... 1001 çeşidi çıktı... ve geldik günümüze; soyadı oldu, okçuluk şampiyonu oldu, altın madalya oldu: Mete Gazoz. Bir gün okuldan ağlayarak geldim. “Neden benim soyadım gazoz, istemiyorum bu soyadı” diye evde tepiniyorum. Babam da “Sınıftaki arkadaşın Mehmet’in soyadını söyler misin?” dedi, bir an durup düşündüm “Bilmiyorum” dedim. Bu sefer de “Peki, Ayşe’nin soyadını hatırlıyor musun?” deyince bende yine ses yok. “Bak seni herkes tanıyor. Mete Gazoz diye çağırıyor” dedi. Sonra sonra ben de kabullendim hatta şimdi hoşuma bile gidiyor. Aile büyüklerimiz Bosna-Hersek'ten Sakarya'ya göç etmiş. Önceleri "Askeroğlu" anlamına gelen "Gazazoviç" soyadı kullanılıyormuş, sonra "Gazaz" daha sonra da "Gazoz" olarak zaman içinde değişime uğramış.

Facebook


Gene sokak aralarından gidiyor, kiminin doğramaları sökülmüş, kiminin sıvaları dökülmüş evlerin önünden bir yokuşu çıktığımda karşıma Saat Kulesi çıkıyor. Bahçesine girilemiyor, kilitli. Buradaki insanların Çan Saati dedikleri esere ilişkin iki farklı bilgi okudum. Valiliğin sayfasında: II. Abdülhamit Döneminde yaygınlaşan saat kulesi uygulamalarından birisi de şehrimizde yer almaktadır. Yalın bir yapı olan eser için İsviçre’de yapılan saat 1866 yılında İnebolu yolu üzerinden Çankırı’ya getirilmiştir. Kare planlı ve dikdörtgen gövdeli olan kule bir platform üzerine oturtulmuştur. Şehre hakim bir noktada bulunan saat kulesinin yüksekliği 15 metredir. Üst kısmında balkon ve dört yönünde saat kadranları bulunmaktadır... denilmekte. Vikipedi ise: Kulenin bulunduğu noktadaki ilk saat kulesi 1869 yılında yapılmış, 1901 yılında dikilen mevcut saat kulesi ise 1948 yılında bugün bulunduğu noktaya taşınmıştır. İlk saat kulesinin akıbeti belirsizdir… demekte. Kafam karıştı. Ama şu bir gerçek ki saat çalışmıyor. O kadar restore ettik diye belediye sayfasında övünerek anlatmış olmasına karşın.

ÇankırıValiliği, Vikipedi, ÇankırıBelediyesi


Bulunduğum yer Mimar Sinan Mahallesi. Şöyle kafamı kaldırıp tepelere baktığımda Çankırı Kalesi Cam Teras gözüküyor. Nasıl çıkılır oraya acaba? Dik midir yolu? Büyük Caminin hemen üstünde bir yerdeyim. Şahane bir yapı çıkıyor karşıma, köşeyi dönünce; Askerağa Konağı. 1928 tarihli, kültür varlığı olarak tescilli. Yapıldığı ilk yıllarda ‘Askeri Kolordu’ binası olarak hizmet eden konak daha sonraki yıllarda şahsi mülkiyet olarak kullanılmış ve çokça el değiştirmiş. (...) Hava güneşliydi ama dönmeye başladı. Kara bulutlar geliyor. İnceden damlalar düşmekte. Hızla DSİ.ye gidip balkona astıklarımı içeri almak istiyorum. Yürü yürü durumları, DSİ.ler pek merkezde olmuyor. Büyükçe bir alan içinde olduklarından genelde dışta oluyorlar. Ama gene de Karayolları kadar değil. Onlar genelde hep şehir girişlerinde. Yani kaldın mı merkeze yürünecek gibi olamıyor.


Odadaki işleri bitirip gene merkeze yürümekteyim, yeni yollar keşfederek. Artık iyicene yön duygusuna sahibim. Burada çokça bu minik arabalardan var. Belki arkaya zorla bir ikinci kişi alabiliyordur ama genellikle tek kişilik. Herhalde elektrik motorlu. Yola dik olarak park edebiliyor. Yani yer kaplamıyor. Duymadığım markalar ama bilinen markaların da böyle araçları var. Oyuncak gibi duruyor : )) Karnımı nerede doyurayım diye bakınıyorum. Eski Çankırı’da dolanırken bir lokanta görmüştüm. 4 kap 150 lira yazıyordu. Bulabilir miyim derken buluyor ve giriyorum, Ayyıldız Ev Yemekleri. Etsiz ne var? Bu her zaman ilk sorum oluyor : )) Kuru. Süper. Yanına da bulgur. Az az, ve de cacık. İşleten bir hanım. Sohbete başlıyoruz. Nereden geldin, niçin buradasın gibisinden sorularla. 20 sene İstanbul’da bu işi yapmış. Yani bazı isimler sayıyor, onlara çalışmış. Başıbüyük’ün altında bir semt ismi söylüyor. Bilmiyorum ama bölgeyi kestiriyorum. Sohbete PTT emeklisi bey de dahil oluyor. Tuz mağarasını şiddetle görmem gerektiği söyleniyor. Herkes söyledi de ulaşım yok oraya. 13 km uzaklıkta. Onlar da hayret ediyorlar belediyenin bu işi yapmamasına. O kadar da reklamı yapıldığı söyleniyor. Evet Çankırı tuz diyarı. Her yerde satılıyor, lambalar, hediyelik eşyalar şeklinde. Hatta buraya gelirken Ilgaz tarafında bile yollarda tuzla ilgili reklam-duyuru falan vardı. Kaya tuzunun faydaları nedir acaba? Kaya tuzu insan sağlığı için en önemli bileşenleri bünyesinde toplayan doğal mineral kaynağıdır. Vücudumuzda bulunan 92 mineralden 84 tanesi bu tuzun içeriğinde yer alır. Kalsiyum, potasyum, magnezyum, bakır, çinko ve selenyum gibi en önemli mineralleri içerir. Rafine tuzlar vücutta ödeme neden olurken doğal kaya tuzu ödem oluşumunu engeller. Radyasyon emici özelliği vardır. Bu özel tuz genellikle kirli beyaz, esmer, gri ya da nadiren saydam görünümlüdür. Deniz ve göl tuzları gibi ağır metalleri bünyesinde barındırmaz. Onun için en saf tuzdur veya rafine edilmeyen tuzdur şeklinde tanımlamalar da yapılır.

NefisYemek


Kaleye kolay gidilir deniliyor. Sabah sorduğum bir kişi 1-2 saat demişti, yürüyerek. Bunlar yarım saat diyor, yemeğe gelen bir bey de teyit ediyor. Hangisi doğru acaba? Laf lafı açıyor konu haliyle hayat pahalılığına geliyor. Herkes şikayetçi. Kimse bu iktidardan memnun değil. Sonu geldi ama ülkenin de sonunu getirdi. Yazık etti ve etmeye devam etmekte. Düşündükçe afakanlar basıyor (*6). Yemeğe 150 lira ödüyorum. Hanım bana bir sade kahve ve yanında şekerpare ikram ediyor.

 

(*6) Eskiler "afakanlar" bastı diye kullandıkları tabir Osmanlıda "hafakanlar" adında bir hastalıktır. Özellikle genç kadınlarda görülen rahatsızlık kalp ritminin bozulması, ateş yükselmesi ve ani terleme gibi belirtilerle kendini gösterir. Günümüzdeki kırık kalp sendromuna benzer özellikleri vardır. Bu hastalığın tedavisinde Osmanlı zamanında reyhan bitkisinin kullanıldığı biliniyor. Reyhan ve limon karıştırılarak hazırlanan içecekle hasta rahatlatılmaya çalışılırmış. Bir diğer kullanılan bitki ise naneymiş. Nane de içerdiği çözücü ve rahatlatıcı madde sayesinde kan düzeyini dengeleyerek kalp çarpıntısını önlemiş olur.

 

Kalenin (*7) yolunu tutuyorum, alınan tarifle mahalle aralarından, 1397 tarihli İmaret Camii yanından, fakir kesimlerin içinden. Bir parka (Şehir Korusu olarak haritada gösterilmiş), kenardan açılmış gedikten girip tepe noktasına doğru yürüyüp, oturan gençlere yön sorup: “Ama nasıl çıkarsınız, çok dik” diyorlar. Çıkılır denilmişti. Hayretle yüzüme bakıyorlar. Haklılar ama. Parktan çıkıp kale yokuşunu görünce ben de vaz geçiyorum şimdi burayı tırmanmaya, tembellik üstümde. Otostop çekiyorum ama kimse almayınca dönüşe geçmekteyim.


(*7) Çankırı Kalesi: Şehrin kuzeyinde küçük bir tepe üzerinde kurulmuştur. Romalılar, Bizanslılar, Danişmentliler, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde sağlamlığıyla ünlü olan kale geçen yüzyıla kadar iskan edilmiş olup yapıdan zamanımıza birkaç sur kalıntısından başka bir şey kalmamıştır. Dörtgen planlı olan kalenin surları moloz taş ve tuğla karışımıdır. Eteklerinde bulunan dereden itibaren yüksekliği 150 m kadardır. Kale içinde Roma Dönemi'nden kalma kaya mezarı, iskan kalıntıları ve pişmiş toprak kap parçaları ile Çankırı Fatihi Emir Karatekin Bey'in türbesi bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ağaçlandırılan Kale, ziyaretgah ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır

ÇankırıİlKültürTürizm


Dikkatimi çeken bir tabela; ‘Serhendi’ yazmakta. Girenler ayakkabılarını çıkarıyorlar girişte. Neymiş diye merak ettim. Menzil tarikatına bağlı bir vakıfmış. Şöyle ki; tarikat şeyhinin ölümü sonrası üçe bölünen Menzilciler birbirlerine düşünce, büyük oğul Serhendi Vakfı’nı kurmuş ve diğerleriyle ilişkisini kesmiş. Vakfının başına da oğlunu koymuş. DW’deki habere göre: Türkiye’de aktif 30 tarikat ve cemaat bulunuyor. Bunlarla organik bağı olan vatandaş sayısı 2,6 milyon. Başlıca gelir kaynakları, bünyelerindeki işletmeler ve bağışlar olan bu oluşumların "şirketleştiği" görüşü hâkim. 10 bin özel okulun üçte biri tarikatlarla ilişkili.Peki, tarikat ve cemaatler İslam dinine uygun mu? Sorunun yanıtını ilahiyatçı veriyor ve: "Kuran’da kesin ve net olarak ‘Sakın fırkalaşmayın, grup grup ayrılmayın, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, gruplaşanlardan olmayın’ diye ayet var" diyor. Gruplaşmak, cemaatleşmek aslında Kuran’ın kabul etmediği, reddettiği bir yol.

DW


Burada araçların yayalara yol vermesi, çok iyi öğrenilmiş. İstanbullu sürücüler halen bunu beceremediler! Merkezde kafelerin vs.lerin olduğu kesimde sokak aralarında dolanıyor, 1001 çeşit satan büyükçe bir mağazada bakınıyor, sonra Yemen Kahvesi’ne gidip bir filtre kahve ısmarlıyorum, 49 lira. Dünkü 95 idi. Gerçi güzeldi dünkünün kahvesi ama “tu maç!” Figen arıyor ve uzunca konuşuyoruz. Bu esnada yağmur şiddetle bastırıyor. Sokalar suyla doluyor, işletmeler dışarıdaki masalarını örtüyor, insanlar saçakların altına kaçışıyorlar. Ben de saatin 6’yı geçtiğini görünce şemsiyemi açıp dönüşe geçiyorum. Kafam ıslanmıyor ama ayaklarım suyun içinde. Odada eşyaları biraz topluyor, tam kurumamış çamaşırları fönle kurutuyor, yazı ve foto aktarma işini yapıp, müzik dinleyip oyalanıyorum. 


Ryuichi Sakamoto (17.01.1952 – 28.03.2023), solo sanatçı ve Yellow Magic Orchestra'nın (YMO) bir üyesi olarak çeşitli tarzların peşinde koşan bir Japon besteci, plak yapımcısı ve aktördü. Grup arkadaşları Haruomi Hosono ve Yukihiro Takahashi ile birlikte, bir dizi elektronik müzik türünü etkiledi ve öncülük etti. 

Vikipedi


1992 tarihli, beni bugün de duygulandıran Ryuichi Sakamoto, David Sylvian ve Ingrid Chavez'le birlikte: Heartbeat



"Heartbeat (Tainai Kaiki II) - Returning to the Womb", Ryuichi Sakamoto ve David Sylvian'ın ortak çalışması olup müziği Arto Lindsay tarafından yazılmış şarkıda Ingrid Chavez'in vokalleri ve John Cage'in sözleri yer alıyor. Mini albüm, Sakamoto ve Sylvian arasında daha önce yapılan bir işbirliğini, yapımcılığını Steve Nye'nin üstlendiği, Sylvian'ın Red Guitar adlı teklisinin B yüzü olan ve 1987 "Secrets of the Beehive" albümünde bonus parça olarak yer alan "Forbidden Colours"un 1984'te yeniden kaydını içeriyor. 

Wikipedia



1931 tarihli tren garını görmeye
gitmekteyim. Kanal boyunca yürüyorum.
 



Gar için göbekten sola ve fazla derinlere girmeden çıkıyor karşıma. 



Bir kenar platformu ve iki ada platformundan
 oluşan istasyonda yolcu salonu kapalı.




Gar sonrası yürümeye devam. ÖE’nin önünden

 geçiyor yolum. Merkezi bir konumda. 


Ardından gelen Bilim Merkezi okul binası içinde.


Bir takım dersliklerin bulunduğu bir yer burası. 


Yani eğitim veriliyor, özel yetenekli öğrencileri resim, el işi...


... ve müzik gibi dallarda yetiştirmek amaçlanmış.



Atatürk Odası da var. Cumhuriyetin ilk

 yıllarında çıktığı yurt gezilerinde,

 23 Ağustos 1925’de kalmış.



Tam adı “Ahmet Mecbur Efendi Bilim ve Sanat Merkezi”.



Çankırı Evi



Ahmet Mecbur Efendi Bilim ve Sanat Merkezi (arka cephesi)



Sultan Süleyman Camii



Sultan Süleyman Camii (içi)





Sultan Süleyman Camii


Çivitçioğlu Medresesi




Halen traktörle açık kasada bidonlarla çöp
 toplandığını görmek şaşkınlık yaratıyor. 

Buğday Pazarı (Hazımiye) Medresesi



Buğday Pazarı Camii (17-18. yy)


Bir gazozcu da burada; Gazozhanem


Gene sokak aralarından gidiyor, kiminin doğramaları sökülmüş,...


... kiminin sıvaları dökülmüş evlerin önünden bir yokuşu çıktığımda...


... karşıma Saat Kulesi çıkıyor.


Bahçesine girilemiyor, kilitli. 

Buradaki insanların Çan Saati dedikleri

 eser 2012’de restore edilmiş.




Kafamı kaldırıp tepelere baktığımda

 Çankırı Kalesi Cam Teras gözüküyor.


Askerağa Konağı


Burada çokça bu minik arabalardan var.




Ayyıldız Ev Yemekleri



İmaret Camii (1397)



Karataş Hamamı


Kalenin yolunu tutuyorum, alınan tarifle

 mahalle aralarından, fakir kesimlerin içinden. 


Bir parka girip tepe noktasında oturan gençlere yön

 sorup: “Ama nasıl çıkarsınız, çok dik” diyorlar. Çıkılır

 denilmişti. Hayretle yüzüme bakıyorlar.


Haklılar ama. Parktan çıkıp kale yokuşunu görünce

 ben de vaz geçiyor geri dönüyorum.



İşte budur; Çankırı’nın abisi...


Serhendi; Menzil tarikatına bağlı bir vakıfmış. Tarikat

 şeyhinin ölümü sonrası üçe bölünen Menzilcilerden birisi.

























10. gün (devamı) Çankırı-Kızılırmak - 8. gün (öncesi) Ilgaz-Çankırı






[bisikletle]Türkiye: Paflagonya’nın derinliğine doğru...


İstanbul-Bolu, 5 km

 

Bolu-Kıbrıscık, 63 km

 

Kıbrıscık-Beypazarı, 54 km

 

Beypazarı-Güdül, 35 km

 

Güdül-Kızılcahamam, 58 km

 

Kızılcahamam-Atkaracalar, 68 km

 

Atkaracalar-Ilgaz, 55 km

 

Ilgaz-Çankırı, 57 km

 

Çankırı II

 

Çankırı-Kızılırmak, 55 km

 

Kızılırmak-Sungurlu, 46 km

 

Sungurlu-Uğurludağ, 49 km

 

Uğurludağ-Çorum, 74 km

 

Çorum II

 

Çorum-Aydıncık, 85 km

 

Aydıncık-Saraykent, 60 km

 

Saraykent-Yozgat-İstanbul







İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Misya’dan Karya’ya (Bergama-Kırkağaç)