23 Temmuz 2010, Cuma / Arpaçay – Çıldır
Erkenciyiz, 5:45. İlk işim havaya bakmak. Pek iç açıcı değil. Haydi hayırlısı.
Sabah ihtiyaçlarını giderip, hemen eşyaları toparlıyoruz, ses cihazı bulunamıyor. Çantayı tekrar boşaltıp bakıyorum, ama yok. Sinir oluyorum, nereye soktum bu aleti gene? Derken müthiş bir yağmur başlıyor. Mümkün değil gitmemiz. Değil gitmek, kafanı çıkartamazsın pencereden. Moralimiz bozuk tabii, burada bir gün daha mı geçireceğiz yoksa?! Fırsat bu fırsat, ben de, Firuzan da, çantada ses kayıt cihazını tekrar arıyoruz. Amma... Yoktur alet. Acaba birisi mi yürüttü? Hani dün bisikleti aşağıda bırakmıştık ya! Bu arada sağanak hafifliyor. Bizden anahtarı teslim alacak çaycı beye soruyorum: “Ne dersiniz, yağar mı?” Şöyle kafasını camdan uzatıp “Yağmayacaktır” diyor. Bize de yol boyunca kontrol edebilmemiz için havanın geldiği yönü gösteriyor. Bu taraf temizse korkmayın. Tamam diyoruz, muhakkak bir bildiği vardır ve belediyeden ayrılıyoruz.
Saat 7:40. Yollar ıslak ve çukurlar su dolu. Yandan geçecek araçlara dikkat etmeliyiz. Hava serin, ama bisiklet için ideal bir gün. Yollar dümdüz, zorlanmadan gidiyoruz. Geniş bir platodayız. Kars–Tiflis–Batum demiryolu inşaat şantiyesinin yakınından geçiyoruz. Çok ileride sağda bir tünel yapılıyor. Yoğun olmayan bir trafik var. Arada sırada 34 plakalı araçlar geçse de artık 75’liler çoğunlukta. Ne var ki yolun evsafı biraz bozulma gösterdi. Yamanmış çukurlar ve toprak banket. Asfaltın kenarı zaman zaman pek de düzgün değil. Daha dikkatli olmalıyız.
Yol üzerinde, mezarlıktaki taşlar çok ilgimizi çekiyor. Daha önce hiçbir yerde benzerlerine rastlamadım. Bu şekilde giderken 2017 m rakımını geçiyoruz (Taşlıyarma Geçidi). Durup bir kanıt almadan gider miyiz... Hazır durmuşken de biraz pestil ile enerjimizi tamamlıyoruz. Pestiller nasıl da lezzetli. Bisiklet üzerindeyken en güzel yiyeceklerden; fazla şişirmeden enerji veren cinsten.
Taşlıyarma’dan sonra artık inişteyiz. Köprü geçişi ve Çıldır Gölü önümüzde. Çok etkileyici bir manzara. Van’dan sonra bu bölgenin en büyük gölü, 123 km2’lik bir alanı kaplıyor. Deniz seviyesinden yüksekliği 1959 m. Bugün en derin yeri 42 m. Bir çok yaban kuşlarının yanı sıra sazan ve alabalık türleri yaşar. Ancak kurak geçen mevsimlerde, göl seviyesi hızla çekildiğinden sazan gibi türlerin üremesi için gerekli sazlıklar daralmakta. Yasak avlanma ise en büyük sorun denilmiş.
Yolumuz göl kenarından devam ediyor, iki yanı çiçeklerle bezeli. Çok keyifli bir görünüm. Sanki sizin için bir hazırlık yapılmış, karşılama töreni gibi. Solumuzda sözü edilen “Alaattin’in Yeri”. Önünde birkaç araba görünüyor. Balık yemediğimizden hiç merak etmedik burasını. Yolun durumu oldukça iyi, ancak bazı yerlerde yamalar iyicene geniş. Hatta çukurlar da var. Dikkatli olmak lazım etrafa bakarken. Neyse ki trafik öyle yoğun değil. Ara sıra otobüsler geçiyor, Kars–Ardahan arası sefer yapan.
Bulutlar, evet bulutlar öylesine yakın duruyorlar ki, hani uzanabilirsen, dokunacakmışsın gibi. Bu şekilde uçarken, köy sapaklarını geride bırakıp bu bölgenin en kalabalık yerleşim yeri olan Doğruyol’a geliyoruz. Gördüğümüz en büyük köy. Benzincisi bile var, hatta marketi de. Çıkışında sağda askeriye. Göl üzerinde tek tük tekneler. Ama ben daha fazla tekne beklerdim.
Hafif eğimle çıkıp (%6) iniyoruz. Buralarını görmek lazım, anlatmakla olmaz. O nedenle fotoğraflara bakın, çok daha fazlasını anlatıyorlar.
Merakla beklediğimiz Akçakale nihayet geliyor. Burasını çok dinledik. Bir ada, sit alanı. Karayla bağlanıp yarımadaya dönüştürülmüş, Adakent olmuş. Sola sapıyoruz, köye kadar yokuş aşağı. Bir kaç köylü oturmuş konuşuyorlar. Yollarda çamur var. Adayı bağlayan yoldan geçiyoruz. İki gezgine rastlıyoruz, kısa bir selamlaşma. Firuzan önlerde, balıkçı kadınla sohbette. Av yasağı devam ediyormuş, ancak onlar kerevit avlıyormuş. Yasağa dahil değil mi ki?
Rüzgar var. Güneş eşliğinde rüzgar güzel. Yemek için bir yer beğenmeye çalışıyoruz. Mümkün olan en uca gitmek amacımız. Sonunda karar kılıp bisikletleri devirip karnımızı doyurduktan sonra güneşe uzanıyor, dalgaların, kuşların sesiyle... uykuya dalmışız. Huzur veren bir yer, in cin yok.
Bir saat geçmiş. Artık yolumuza devam edelim. Geri dönüyoruz. Birden bir şey dikkatimi çekiyor. Ön çamurluğum yok. Firuzan’a söylüyorum. Aynı yolu geriye dönüp bakıyoruz, ama yok. Nerede düşmüş de bu çamurluk, haberim bile olmamış... Şaşkın şaşkın düşünüyorum.
Bir taksi birilerini taşımış buraya, yanımızdan tozutarak geçiyor. Bağlantı yolunda geçerken rüzgar dalgaları yola savurmakta. Bana mısın diyerek geldiğimiz yokuşu çıkıp, anayola bağlanıyoruz. İnişler - çıkışlar pek de öyle abartılı değil.
İşteee... Uzaktan gördüğümüz bu binalar herhalde Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün sözü edilen tesisi olsa gerek. İçeriye girip, “Kimse yok mu?” diye sesleniyoruz. Bir süre çıkan olmuyor, sonra bekçi olduğunu öğrendiğimiz bir vatandaşımız buranın kapalı olduğunu ve Ardahan Üniversitesi’ne devredilmek üzere imza beklediğini söylüyor. Evet, bu durumu okumuş ve duymuştuk da, zamanını bilemiyorduk. Burada konaklama olanağı yoktur. Çıldır’a devam... Bu noktadan sonra yol kıyıdan uzaklaşıyor. Biraz çıkıp sonra uzunca bir inişle önümüzde beliren 1950 m rakımdaki Çıldır’a doğru serbest bırakıyoruz velespitleri.
Akçakale Adası,
Çıldır Gölü’nün kuzeyinde yer alan bu küçük ada, üzerinde barındırdığı tarih öncesi bulguları ile Çıldır Gölü’nü sadece doğa tutkunları için değil tarih meraklıları için de cazip kılar. Çıldır Gölü’nün içerisinde yer alan Akçakale Adası, doğal güzelliklerinin yanı sıra, birinci derecede arkeolojik sit alanıdır. Kromlek (Cromlech) adı verilen bu yapılar, ortada duran bir taşın çevresine diğer taşların dikilmesiyle oluşturulmuş çember biçimindeki megalitik anıtlardır. Kaynaklar, Avrupa kültürüne özgü kabul edilen bu tip ‘taş anıtlara’ doğuda ilk kez rastlanıldığını anlatır.
Çıldır’a girişte tak dikilmiş. Üzerinde “Hoş geldiniz” yazıyor. Sonra askeriye ve ilçe çıkıyor önümüze.
Öğretmenevi de hemen sağda. Çıldır’ı gezmeden, şu geceleme işini bir soralım. Müdür yerinde değil, ama gelecekmiş. O zaman şehir turumuzu atalım!
Merkeze girerken Aşık Şenlik‘in büyükçe bir heykeli var. Sonra uzunca bir ana cadde. Sırasıyla emniyet, kaymakamlık ve belediye.
İlginç bir tarım aleti dikkatimi çekiyor. 2 tekerli, biçerdöverimsi bir şey. Önünde bıçakları var, otları biçiyor (hem de dövüyor mu bilemiyorum). Yeni almışlar herhalde, başında 3 kişi montajda. 12 bin liraymış. Traktörden daha rahat diyor sahibi.
Yağmur başlıyor gene. Hızla öğretmenevine dönüp oda işini hallediyoruz. 5 numara bizim. Bisikletler girişte bırakılıyor. Sıcak suyumuz var. İlk iş üzerimizdeki tozu yıkamak. Kendimize geldikten sonra da kaymakam ve belediye başkanına gideceğiz.
Yağmurlukları giyip çıktık. Yolları su altında. Dağdan inen yağmur tezekleri de önüne katmış. Sanki lağım patlamış gibi bir koku etrafta.
Güler yüzlü, samimi bir kaymakamın karşısındayız. Çaylar eşliğinde gezimizin nedenini anlatıyor, yaşadıklarımızı özetliyoruz. Kravatsız olması hoşuma gidiyor. Önder Bey de bize burada görülmesi ve yapılması gerekenler konusunda oldukça yararlı bilgiler veriyor. Aktaş’a mutlaka gidin diyor, yolun düzgün olduğunu belirtiyor. Dinlenme tesislerinin üniversiteye devri, Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün işletememesi ile ilgili değerlendirmeler yapıyor. Çıldır Gölü’nü çok severmiş, oradaki festivalden söz ediyor. Arpaçay kaymakamı Fatih Bey’in selamlarını iletiyoruz. Damal kaymakamının gelmesi üzerine, aceleyle ayrılmak zorunda kalıyor.
Sırada belediye var. Başkan Nurettin Bey açık sözlü, konuşkan biri. Amacımızı çok beğeniyor. Bisikletle ilgili Çıldır Gölü çevresindeki tekliflerinden söz ediyor: Düşünsenize gölü çevreleyen bir bisiklet yolu ne kadar da hoş olur. Belediyenin imkansızlıklarından ve personel sıkıntılarından bahsediyor. Bilinçli ve çevreye duyarlı. Görüşlerinden etkileniyoruz.
Geldiğimize başlayan yağmur dinmiş, güneş açmıştı. Öyle güzel bir ışık vardı ki, görmelisiniz. Bu havada çok güzel fotoğraflar çekilir her zaman. Gök gridir ama etraf pırıl pırıl. Aklınızda olsun, sonucu aşağıda görebilirsiniz :))
Karnımızı doyurmak için lokanta ararken Kartal Market’e uğruyoruz. Elma (3- TL), domates / biber / salatalık (1,5 TL). Fiyatlara dikkatinizi çekerim. Sodalar müesseseden. İçeride İstanbul’da oturan yeğenleri var, Koşuyolu’ndan. Çocuklarla sohbet ediyoruz. İki şirin velet. Yarın Ani’yi ziyarete gideceklermiş babalarıyla.
Sonra da karın doyurma durumları. Solda “Aşık Şenlik Lokantası”, bakalım bari diye dalıyoruz. Ne var yiyecek? Fazla bir şey kalmamış, sadece et cinsinden bir şeyler. Yemeyiz, başka? Menemen. Uyar, masaya yerleşiyoruz. Beklerken yerel bir gazetede, buralarıyla ilgili haberleri karıştırıyoruz. Birazdan görünüşü ve tadı da müthiş bir menemen geliyor önümüze. Büyükçe bir sahanda, çok ince de kıyılmamış iri iri domatesler biberler, soğanlar. İsteğimiz üzerine temin edilen bir pideyle dalıp, menemene girişiyoruz (pideler Ardahan’dan başkasına gelmiş, ısrarımız üzerine kırmadılar - belirteyim). Acı biberler de müthiş yakışmış. 5 lira ödeyip pideyi de kapıp ayrılıyoruz.
Lokanta çıkışı gene yağmur... Koşarak evimize dönüyor ve 5 no’lu odamıza geçiyoruz. Ücretler peşin, toplar meşin. Adam başı 12,5 lira (memur indirimli). Müdür olmadığından makbuzu alamıyoruz. Ertesi gün burada kalıp Aktaş Gölü’ne gideceğimizden, çamaşırlarımızı yıkayıp asıyoruz. Fotoğrafları ve Garmin bilgilerini yüklemek, postalara bakmak ve bir kaç hatıra fotoğrafı yollamak için öğretmenevinin televizyon odasında internete bağlanıyoruz. Marketten aldığımız kahveden, ikişer fincan içiyoruz. Yanına da Eti Tutku. Uzun zamandır kahve içmemiştik.
Çıldır, en eski Türk yerleşim merkezlerinden biridir. Herodot Tarihi’nde de bahsedildiği gibi, M.Ö. 650-700 yılları arasında bölgeye gelen Sakalar, Çıldır’a ebedi damgasını vurmuşlardır. Zaten Çıldır adı da oradan gelmektedir.
Çıldır, Oğuz Han’ın Çavuldur Boyundan gelmekte olup; Çavuldur>Çaldur>Çıldır şeklinde fonetik bir değişikliğe uğramış biçimdir.
Çavuldur, Oğuz’un Gökhan’dan olma ikinci torunudur. Yöre halkının yerleşimi, böylece 1071 Zaferi’nden çok daha gerilere gider. Öyle ki, Anadolu kapılarını ebedi olarak Türklere açacak olan Sultan Alpaslan’ın ordusu, Çıldır’a geldiğinde, Akçakale mevkiinde üç gün misafir edilir ve ordusuna takviye birlikler verilir.
14 Temmuz 1878’de yapılan Berlin anlaşmasıyla Ruslara savaş borcu olarak verilecek olan 245 milyon Osmanlı altınının 200 milyonunu karşılamak üzere 3 sancak denilen Kars, Çıldır ve Batum sancakları Ruslara teslim edildi.
Merkezi Erzurum’da olan 15. Kolordu, Kazım Karabekir komutasında Milli Şura kuvvetlerinin yardımı ile önce Ermenilerin sonrada Gürcülerin üzerine yürüdü. 25 Şubat 1921 günü Çıldır düşman işgalinden kurtularak Türk topraklarına katılmıştır.
Arpaçay-Çıldır
Uzaklık: 64,6 km
Süre: 4 h 17'
Ortalama hız: 13,7 km/h
Rakım: 1695 - 2036 m
Hava sıcaklığı: 23 – 32 °C
Garmin yol bilgileri için: Arpaçay-Çıldır
24 Temmuz 2010, Cumartesi / Aktaş Gölü
Sabah 6’da kalkıyoruz. Bugünkü gezimizde (Aktaş Gölü) bize tek bir çanta yetecek, onu dolduruyoruz. Biraz kahvaltılık, biraz üst baş. Belki yağmur yağar diye.
Öğretmenevinden ayrılışımız 7:15. Hava serin, üzerimde yelek var. Ağır ağır pedallayarak zorlanmadan yükseliyoruz. Karşımızdan bir kaç minibüs, arkamızdan bir iki iş makinası geliyor. Uzaklarda sürüler otluyor. Oldukça büyük bir sürüye benziyor.
“Adeta sinekten bir battaniye örülmeye başlanmıştı Mustafa’nın üzerine. Hayır, biri kalkıp diğeri konmuyordu. Aksine, konan orada aynen öyle kalıyordu. Battaniyenin tamamıyla örülmesine izin vermedim, yanına yaklaşıp onları sırtından kışkışlamaya başladım: Pist iniş-kalkışa bir süreliğine kapatılmıştı.”
Bu şekilde devam ederek ağaçlandırılmış bir bölgeden geçiyoruz, 220 ha diye yazmışlar tabelaya. Yıldırım Tepe burası. Zirvenin 2154 m olduğunu okuyoruz. Aktaş Gölü altımızda gözüküyor, 27 km2’lik alanıyla cam gibi parlıyor. Karşı yaka Gürcistan. Sınır gölün tam ortasından geçiyor.
Burası güzel, kahvaltımızı etmek için duruyor, yol kenarında manzaralı bir yer seçiyoruz kendimize. Göle bakarak yanımızdakileri tüketiyoruz. Yarım saatimizi geçirdikten sonra tekrar bisikletlere atlayıp bizi göle ulaştıracak yokuşa bırakıyoruz kendimizi. Tepede kartallar uçuyor, dürbünü nasıl da unuttuk gene!!! Sabah içtimaına dizili askerlerin önünden devam eden yolumuz bizi Kenarbel Köyü’ne getiriyor. Sağımızda dev damızlık boğalar otluyor. Firuzan’a poz veriyorlar. Yönümüzü sağa, göle doğru çeviriyoruz. Kenarda bekleşen köylülerle selamlaşıp kıyıya gelmeden bir çay daveti alıyor, suya kadar gidelim dönüşte uğramak üzere diyerek kabul ediyoruz.
Gölde pelikanlar, kazlar, ördekler, çeşitli balıkçıllar. Burası da Ramsar’a aday. Türkiye’de ak pelikan ve tepeli pelikanın bir arada üredikleri tek sulak alanmış. Birkaç küçük dere tarafından beslendiği ve ancak su seviyesinin çok yüksek olduğu bahar aylarında Kura Nehri’ne boşaldığı söylendi. Daha fazlasını araştırdığımızda 2700 Ha’lık bir alan kapladığını, 1798 m yükseklikte ve içerisinde 12 tane irili ufaklı ada bulunduğunu öğreniyoruz.
Bolca fotoğraf alınıyor tabii. Köpekler bizi büyük bir coşkuyla karşılıyor, heyecandan yerlerinde duramıyorlar.
Göktaş ailesi ve komşularıyla tanışma. İstanbul’u biliyorlar. Ailenin bazı fertleri orada yaşıyormuş. Derken bastıran yağmurdan korunmak için, bisikletlerle ailenin evine sığınıyor, çay eşliğinde peynir yapımını izliyoruz. Odadaki ışık ve dekor arasan bulamayacağın gibi, tam bir sahne resmen. Video bunun kanıtı. Taze peynirin tadı da pek güzel. Evin küçük kızı ise şirinlik harikası, güler yüzüyle.
Duvarda asılı duran bir demet ot var. Nedir bu? “Kaymak çiçeği” diyorlar. Kansere iyi gelirmiş. Birer fincan tadıyoruz. Çok özel bir tadı yok ama nahoş da değil.
Daha önceki komşulara da uğramak istediğimizden aileyle vedalaşarak yana geçiyoruz. Hafif hafif tekrar başlayan yağmurdan korumak için bisikletleri gene çatının altına bir yere dayayıp eve giriyoruz. Aslen bu köyden olan Güney ailesi 32 yıldır İstanbul’un Bağcılar mevkiinde oturuyor. Geçimlerini marketçilikle sağlamışlar. Ama buranın suyunu ve havasını özlediklerinden her yıl 2 ay kalıyorlar. Sohbetimize katılan komşu kadın bize pide, kendi yağ ve peynirinden tattırıyor. Güneş Hanım pideyi ısıtıp önümüze getiriyor, içine sürülen yağ ve peynirle nefis oluyor. İçilen hazır kahve sonrasında, ayarı bozulmuş çanak antene yapılan tüm uğraşmalarımız sonuç vermiyor. Yolluğumuzu da alıp yanlarından ayrılıyoruz.
Kaymak Çiçeği (Helichrysum Plicatum - Compositae), Koyungözü, Savran, Altın Otu, Ölmez Çiçek, Kalisar Çiçeği ve Yayla Çiçeği
olarak da adlandırılıyor. Böbrek kumu ve taşlarını düşürücü etkisi olan çiçek, karın ağrısı, soğuk algınlığı, idrar yolları, gırtlak kanseri ve prostat hastalığı tedavisinde etkilidir.
Bunların dışında, damar hastalıklarını gidermede ve nefes darlığı çeken hastaların tedavisinde kullanılmaktadır.
Daha fazla bilgi için: Helichrysum Plicatum-Compositae
Göl dönüşü bizi bekleyen bir rampa var. Askeriyeyi geçince başlayan yağmurdan korunmak için üzerimize yağmurlukları ve çantaya da bir büyük poşet geçirip devam ediyoruz. İndiğimiz yokuşu çıkıyor, çıktığımızı da keyifle iniyoruz. Sonunda tekrar öğretmenevindeyiz. Bisikletleri biraz kurulamak gerekiyor. Bu şekilde bırakmak iyi değil.
Üzerimizi değiştirip aşağıya Garmin bilgilerini aktarmak için TV/oyun odasına iniyor, kahve içiyor, pestil yiyor ve sonrasında yemek aramaya çıkıyoruz. Dün yediğimiz lokanta da zaten bir şey olmayacaktı. İkinci baktığımız lokantanın sahibi düğündeymiş, kapısına yazmış kapalı diye. Son sansımız Şirin Lokantası’na gidiyoruz. Yoğurdun tadı çok güzel. Pilav da fena sayılmaz. Ortaya gelen çoban salata da lezzetli. Her biri üçer lira, toplam 15- TL verip çıkıyoruz.
Çantalara, yağmurda kullanmak için lastik ihtiyacı içindeyiz (torbaları sarmak için). Dünkü marketten hem yol alışverişi (zeytin, kahve yanında bisküvi, cevizli sucuk, Arko krem) hem de kalın 2,5 m don lastiği alıp ayrılıyoruz. Lastiklerin uçlarını birbirine diktirmemiz lazım, terzi arıyoruz. Birincisi kapalı. Diğeri, belediye yakınındaki, dikime 1, lastiği de 1, maliyet oluyor 2- TL. Dikiş makinası kahvenin içinde çünkü terzi aynı zamanda kahve ocağının da sahibi.
Yine yağmur başladı. Koşarak öğretmenevine gidiyoruz.
Bir makbuz sorunu var çözülemeyen. Muhatabımız Serkan Bey kesmeye yetkili olmadığını söylüyor. Müdür Kars’a gitmiş, yardımcısı da izinde. Bizimse belgeye ihtiyacımız var. Müdürü arıyoruz; bir şekilde sorunu çözecek. Nitekim akşam üzeri bulunan makbuzu ben dolduruyorum, personel de imzalıyor. Mesele halloluyor.
Aldıklarımızı odaya, kendimizi de kahvemizi içmek için dinlenme odasına bırakıyoruz. Buradaki kablosuz ağ sistemi ağır çalışıyor, bazı sitelere erişim de kapalı. Vınn ile denemeler yapıyoruz biz de. O da zaman zaman kesiliyor. İnternet bağlantısı çok sağlıklı değil. Günün özetini yazmaya başlıyoruz. Sonrasında bilardo oynuyorum, Göleli müteahhit Vural Öztürk, rakibim. Burada bir inşaat işi varmış, Göle’de de lokantası: “Göle Sofrası”. Yolumuz belki oradan geçer diye bilgilerini not ediyoruz.
Yağmur şiddetleniyor dışarıda. Karnımızı doyurmak için, yanımızdakilerden bir şeyler hazırlıyor, bir ara da çektiğimiz fotoğrafları yüklüyoruz.
Yarın sabah için çantaları hazırladıktan sonra uyku durumları başlıyor.
Çıldır-Aktaş-Çıldır
Uzaklık: 28,6 km
Süre: 2 h 7'
Ortalama hız: 13,5 km/h
Rakım: 1803 – 2154 m
Hava sıcaklığı: 16 – 25 °C
Kaynakça: