12 Ağustos 2009

112

Hafta ortasında Sarkis’den aldığım telefonla Cumartesi-Pazar Mete’yle İznik’e gideceğimizin haberini aldım. Of be, çok sevindik tabii buna ama gereken katılım oluşmayınca iptal etti Mete bu turu. Velespit adına yapacaktı organizasyonu ama işte olamadı (başka zamana bıraktı). O zaman biz birşeyler yapalım dedik ve Vedat’ın da güneşe olan alerjisini düşünüp, yolun birazını orman içinden geçirip Kısırkaya’ya gitme fikri doğdu. Kemerburgaz’dan sonra ormana girer ve Gümüşdere kapısından çıkıp Kısırkaya’ya giden çok keyifli bir rotadır. Neyse arkadaşlara duyurduk ve Pazar sabahı (26.07.09) saat 8:30’da 4 Levent’te buluşmak üzere sözleştik.

Havalar hafta sonuna doğru çok sıcaktı, o nedenle Cumartesi evde oturup TdF’in 20. etabını (tırmanış) seyrettik Firuzan’la. Sonra akşam saat 7 buçuk gibi biraz dolaşmak üzere Eyüp taraflarına gidelim istedik ve Balat’ın arka sokaklarından Eyüp Sultan ve çevresini gezip döndük eve. Etsiz çiğ köfte yedik Diyarbakır’lı Mahmut Usta’dan. Hoş sohbet biriydi. Bizi iştah açıcılar konusunda oldukça bilgilendirdi. Meğersem neler varmış da haberimiz yokmuş.

Her neyse eve döndüğümüzde Pazar günü Faresurat’ın da Kilyos’a gideceğini öğrenince aman yolumuza çıkmasın mendebur diye buluşma saatini yarım saat öne çekip sabah 8’de yola koyulduk. Sarkis son anda iptal etmek zorunda kaldı, patronunun acil bir işi çıkmıştı. Bu durumda Vedat, Yasin, Fahri ve İlhan ile 6 kişi olarak pedallara sabahın serinliğinde basmaya başladık. Aslında iyi de oldu erken çıkmamız hiç olmassa günü daha uzun kullanıyorsun. Gerçi bu saatte bile yollar doluydu. Deniz mevsimi, herkes birisiyle buluşmak üzere yollardaydı. Maslak’a doğru tek sıra gittik ve oradan Cendere’ye kendimizi salıverdik. Bir ara arkama baktığımda bisikletli sayısı fazlalaşmıştı. Tanımadığımız 3 arkadaş da aynı yöne doğru hızla yanımızdan selam vererek geçtiler.
Cendere sonrası Kemer’e kadar düz bir yol. Her zamanki köpeklerin bizi karşılamaları ve bir süre yanımızdan koşmaları, bize eşlik etmeleri. Aslında onların havlamalarını yanlış anlıyoruz, sanıyoruz ki bize sinirleniyorlar. Halbuki selamlıyorlar. Neredesiniz epeydir görünmediniz, özledik sizleri diyorlar. Bu özlem gidermelerle artık yolun da uygun olmasından yararlanıp 2’li, hatta bazen 3’lü olup sabah sohbetinin bir bölümünü bisiklet üzerinde başlattık. Vedat ve Yasin’le ne zamandır pedallayalım diyorduk ama Vedat’ın sağlık sorunları nedeniyle bir türlü fırsat bulamamıştık. Öğreniyorum ki geçirdiği ameliyat başarılı geçmiş ve sıkıntısına bir nebze çözüm getirmiş. Tekrar geçmiş olsun dileklerimizi buradan iletiyoruz kendisine.
Bu tempoyla ve muhabbetle Kemerburgaz’a girdik (9:00). Her zamanki uğrak yerimizde böreklerimizle yerlerimizi alıp başladık kahvaltımızı etmeye. Kimimiz limonatayla kimimiz çayla. Bu arada da Fahri’nin son gezide az kalsın 2,5 liraya teslim oluşunun hikayesiyle ve de daha önceki gezilerde yaşananların hatırlanmasıyla 1 saat çabucak geçiverdi. Artık tekrar bisikletlerin üzerine çıkma zamanı gelmişti (9:55). Çayhane sahibiyle vedalaşıp Çiftalan yönüne doğru ilerlemeye başladık.

Yolumuzun üzerinde sağ tarafta traşlanmış bölgeler görmek bizi ürküttü. Buraları villalar için mi hazırlanıyordu? Sonunda hiçbir yeşil alan kalmayana kadar kesecekler ağaçları. 2 km gibi sonra sağdaki orman idaresinden mataralarımızı doldurup orman girişindeki gişeden transit geçmek istediğimizi ifade edip serbest giriş müsadesini alıp daldık yeşilliklerin içine. Yolumuz hafif hafif dikleşiyordu ama öyle bunaltıcı değildi. Hava da garipti. Sabah baktığımda yağmurdan laf yoktu ama gökyüzü o kadar kapanmıştı ki her an yağabilirim diyordu sanki. Gerçi çılgın güneşe tercih edilecek bir durumdu. Hiç olmazsa serindi, aşırı terlemiyorduk. Ama yağış tabii istediğimiz birşey değildi.
Gene yokuşu ikili tekli sıralar halinde çıkmaya başladık. En önde Firuzan gitmişti bile, arkasından Fahri ve Yasin, onları İlhan takip ediyordu. Ben de Vedat’la en sondan geliyordum. Kemer’den ayrılalı 1 saat daha olmamıştı, tertemiz bir hava, yemyeşil bir çevre içinden geçerken telefonumun çaldığını duydum. Öndeki çantamda taşıdığımdan çıkartmak bazen zaman alıyor. Tek elle kılıfından almak falan, neyse ki yetiştim. Baktım Firuzan arıyor, açtım. O an beni şok edici sözlerin kulağıma nasıl teker teker düştüğünü halen hissediyorum “ben kaza geçirdim, bileğim yırtıldı-kanıyor…”. Aman dedim, hemen Vedat’a durumu anlatıp bastım öne doğru. İlhan’ı da geçip yanına vardığımda Fahri ve Yasin başındaydılar. Firuzan öyle yerde duruyordu. Sağ bileği kan içinde, yırtılmış. Bisiklet bir tarafta. Feci bir durum. Ne olmuştu ki? Sonra öğreniyoruz ki dönüşte mıcır üzerinde kaymış bisiklet ve soluna düşmüş, ama sağ bileği aynakola girmiş. Dişliler de bileği kesmişti. Off be, ne şans (şansızlık mi demeli yoksa). Fakat Firuzan büyük bir soğukkanlılıkla davranıyordu. Biz gelene kadar sakin sakin bekleyip ayakkabısını çıkartmıştı. Hemen 112’yi aradık. Yerimizi tarif ettik ve acil cankurtaran istedik. Derhal bizi Göktürk İlk Yardım’a yönlendirdiler ve bulunduğumuz mevkiyi öğrenip (Ceylan çiftliği tabelasının yakınındaydık) arabayı yola çıkarttılar. Bu arada Firuzan da gülüyordu. Olayın şoku olmalıydı. Durum hiç de iyi görünmüyordu. Bilek yırtılmış, tendonlar ve kemik görünüyordu. Hiçbirimizin yanında ilk yardım malzemesi yoktu, İlhan hariç. Hemencecik bir hekim gibi İlhan gereken ilk müdaheleyi yaptı ve yarayı temizleyip sardı (eline sağlık dostum). Hepimiz etrafına dizilmiş öyle endişe içinde bakıyor, cankurtaranı bekliyorduk.
Az sonra cankurtaranın sesini duyduk ve sağlık ekibi yanımızdaydı. Hemen yarayı açtılar ve ilk rahatlatıcı sözleri duyduk: kırık yoktu ve tendonlar yırtık değildi. Bu bir teselliydi şimdilik. Ama mutlaka uzman bir hekimin görmesi gerektiğini o nedenle nereye gitmek istediğimizi sordular. Benim de aklıma her zaman ilk gelen isim doktor arkadaşım Orhan oldu, Çapa Plastik Cerrahi. Hemen Orhan’ı aradım ve durumu anlattım. İstanbul dışındaydı ama derhal Acil’i arayıp gerekli kişileri seferber etti (iyi ki varsın dostum). Bu arada Firuzan yola çıkmıştı bile.




 
Aksilik bu ya cep telefonun pili son demlerini gösteriyordu. Kalan pille Orhan-Firuzan arası telefonlaşıp hastaneye vardığının ve müdahelenin başladığının öğrenilmesiyle içim biraz ferahladı. Şimdi buradan bisikletlerin taşınması ve hastaneye gidilmesi gerekiyordu. Burada da Fahri imdada yetişti (sağolasın dostum) ve arkadaşının kamyonetini çağırdı. Üçümüzün bisikletlerini yükleyip (Vedat, Yasin ve İlhan ormandan devam ederek gittiler) stüdyonun yolunu tutmaya başladığımızda hepimizde bir sessizlik vardı. Nasıl başlamıştık güne nerelere gelmiştik. Sabah neredeydik, şimdi neredeyiz. Her dakika önünüze yeni birşey çıkıyor. Neyi amaçlıyorsun neyi elde ediyorsun. Bu düşüncelerle Sanayi Mahallesi’ne geldik. Bisikletleri yukarıya çıkarttım, çantalardaki gerekli eşyaları yanıma alıp Fahri’yle vedalaşıp acele taksiye atlayıp hastane yolunu tuttum. Bindiğim şoförün de küçük oğlu yürüteçten düşmüş onun derdindeydi. Azıcık hastane muhabbeti, azıcık şoförlerin bisikletlilere dikkatsiz davranışlarının anlatılmasıyla Acil’in önüne gelmiş olduk (13:15). Süratle içeri girmeye çalışırken Mustafa diyen bir sesle Firuzan’ı dışarıda beklerken gördüm. Nasıl oldu, nedir falan diye merakla sorgu sual ederken gereken herşeyin yapıldığını, yaranın dikildiğini (12 dikiş) bir de tetanoz yaptırması gerektiğini öğrenip biraz olsun rahat bir nefes aldım. Hoplayarak da olsa yürüyebiliyordu Firuzan. Nöbetçi eczaneden tetanozu alıp geri geldik ve onu da tamamlayıp eve doğru dönüş yoluna girdik. Yarım saat sonra salonda oturuyorduk. Herşey öyle çabuk olmuştu ki son 3 saat nasıl geçti bilemiyorum. Antibiyotik de alınmıştı. Şimdi dinlenme zamanıydı. TdF’in son etabı koşulacaktı. 3 haftalık maraton Paris’te son bulacaktı. Tv’yi açıp karşısına kurulduk. Az sonra Fahri aradı ve kahveye uğradı. Daha sonra da Sarkis geldi. Onun olanlardan haberi yoktu. Öğrendiğinde şok oldu. (Fahri ilk görenlerden olduğundan hemen anlattıverdi durumu). Neyse ki Firuzan hastalık hastası tiplerden değil ve herşeyi büyük bir güç ve soğukkanlılıkla kaldırdığından güle oynaya geride bırakıyoruz pazar günkü olayı. Ertesi gün de doğumgünüydü. Bardağın dolusunu görmek en iyisi olduğundan bunu da bir armağan sayıp teselli bulduk. İyi ki doğdun tatlım.
 

Burada şunu eklemek istiyorum. Hep bisikletlerimize yedek malzemeler alıyoruz, lastik, pompa vs. Ciddi bir ilk yardım çantası da taşımak lazım. Bunun gereği görüldü. Oksijenli su, gazlı bez, sargı, yara tozu, tentürdiyot ve hatta arı sokmasına karşı pomat vs. bisikletçinin yanında olmazsa olmazlardan olmalı.

Diğer bir konu da ayna kolun üzerinde dişleri saklayan parçanın (plastik çember) neden her bisiklete takılmaması? Bu bisiklette açıktaydılar. Saklı olsaydı durum farklı olabilir miydi acaba?

Şimdi yaranın iyileşip tekrar pedallayacağımız günleri zincirle çekiyoruz.


Not: 112 sistemi çalışıyormuş. 20 dk gibi bir zamanda bize ulaştı (daha ciddi durum olsaydı bu süre zorlardı). Hastanedeki işlemler ise TC kimlik numarası ile sorunsuzca yürüdü. Yani SGK işledi bizim için.


İlginizi çekebilir RF10