14 Mayıs 2017, Pazar / Sarıkaya – Boğazlıyan,
64 km (8. gün)
ÖE biraz lüksten
uzaktı ama iyi uyuduğum ÖE’lerden oldu. Akşam da salondaki masaya yayılıp
işlerimi kolay hallettim, internet bağlantısı da iyiydi. Kahvaltı olmadığından
acelem yok. Biraz oyalanıyorum yatakta, tabletten bazı haberleri okumaktayım.
Her akşam
saçıl sonra sabah toparlan. Göçebelik zor iş. Neyse gün geçtikçe eşyaların yeri
daha netleşiyor. Her gezide bir şeyler, pratik düşünceler çıkıyor. Torbaların
işaretlenmesi. Aklıma iplerine renkli boncuk takmak geliyor. 3 tane sarı var, 1
kırmızı, 1 mavi torba. Bir kere, aynı işe yarayanları aynı torbada tutmak
pratik bir çözüm oldu.
Nejdet Bey
geldi bile. Anahtarı masaya bırakacaktım yoksa. Bisikleti alt kattaki salona almıştı,
daha güvenli diye. Burada daimi kalanlar var. Mutfak, çamaşır makinesi falan
kullanılıyor. Aslında önceki gün Sorgun’da yıkamış olmasaydım, burada da olabilirdi.
Küçük ÖE’lerde bu gibi işler daha kolay. Büyükler hafiften otel olma
durumundalar.
Nejdet Beyl’e
çekilen bir hatıra fotosu ve haydi bastır... Saat 9’u 10 geçiyor. Yokuş aşağı
bıraktım kendimi. Pazar olması nedeniyle fazla hareket yok, aşırı yani. Kayseri
yoluna çıkıyorum. Hava bugün az puslu. Ama gene de soğuk değil. 3,5 km sonra yol ayrımı geliyor. Sağdan düz
gidilirse Boğazlıyan 45 km. Bense biraz yolu uzatıyor (20 km kadar) ve sola köy
yoluna sapıyorum (Çayıralan yönü). Çakırca üzerinden gideceğim. Zaten Felâhiye için
bu yolu seçmiştim, ama malumunuz yer olmadığından Boğazlıyan-Kayseri eklendi
tura. Kayseri güzel bir yer olmalı diyorum. Çok eskiden gitmiştim ama pek bir
şey kalmamış kafamda. Sadece Erciyes macerasını unutmuyorum. Arabayla kara
saplanmıştık. Geceyi içinde geçirip. Ertesi gün çekiciler falan gelmişti... Ne
günlerdi!
Peki
kimlerdir Hititler? (7)
Hititler’de Sanat. Hitit Sanatı, köklü Anadolu kültürünün Suriye,
Mezopotamya ve hatta bir dereceye kadar Mısır etkileriyle, yeni bir sentezi
olarak kabul edilir. Çömlekçilikte, taş oyuntu sanatında, maden döküm,
heykeltıraşlık ürünlerinde ve yine madenden üretilmiş hayvan biçimli kaplarda,
fildişinden üretilmiş nesnelerde ve mühürcülükte Hitit kültürüne özgü
özellikler hemen kendini gösterir. Hititlerde müzik, gerek enstrümantal gerekse
vokal olarak, dinsel törenlerin, özellikle çok sayıdaki dinsel bayramın
ayrılmaz bir parçasını oluşturuyordu. Bu törenlerde sık tekrarlanan, tanrı
heykelleri ya da sunakların önünde katı veya sıvı sunakların sunulması (et,
ekmek vb gıdalar veya içki sunumu), kral ve kraliçenin tanrılarla içmesi gibi
eylemler sırasında çalgılar çalınır, şarkılar ve ilahiler söylenir, daha
görkemli ve etkili bir ortam yaratılarak tanrıların hoşnut olması sağlanırdı.
Dinsel törenlerin en güzel betimleri Eski Hitit dönemine ait kabartmalı ve
boyalı vazolar üzerinde bulunmaktadır. Bunların üzerinde sahnelerde, metinlerde
anlatılanlara uygun olarak çalgıcılar, dansçılar ve akrobatlar yer almaktadır.
Hititler'de Seramik. Kile
şekil vermede ustalık ve beceri sahibi olan Hitit çömlekçilerinin, diğer sanat
dallarında olduğu gibi saraya ve tapınaklara bağlı personel arasında yer aldığı
yazılı kaynaklardan bilinmektedir. Eski Hitit Krallık Dönemi’nde seramik sanatı
ustaları yaratıcı dürtüleriyle son derece yetkin ve göz alıcı formlar
üretmişlerdir. Genelde çömlekçi çarkı kullanılarak üretilen seramikler, tek
renk, et kırmızısı veya açık kahverengi ve parlak perdahlıdır. Kap formları
arasında en çok rastlanan gaga ağızlı testilerdir. Hitit İmparatorluk Çağı
seramiğinde ise renk olarak beyaza yakın açık zemin, gri, toprak renginin ve
bej/kremin bütün tonları egemendir. Eski Hitit Dönemi’nde bilinen formlar devam
etmekle birlikte, büyük küpler, çaydanlıklar ve tabakalar günlük kullanım
kaplarını oluşturmaktadır.
İstanbul
Arkeoloji Müzesi
|
Saptıktan
sonra yol hafif %3-4’lerle yükseliyor. Rüzgar karşıdan esmekte, güneyden. Ben
de güney-güneydoğu yönünde gidiyorum. Fazla araç yoğunluğu yok yolda. Daha çok
karşı yönden gelenler. Tek şerit. Yıpranmış bir asfalt. Sağ sol yemyeşil
tarlalar. Köylüler ilaçlama işiyle meşguller, kaç gündür görüyorum.
Traktörlerin arkasında 2 dev kanat ilaç püskürtüyor. Şeker pancarı ekildiği
söylenmişti. Sorgun’da fabrikası var. Bisiklete en çok çocuklar seviniyor.
Demin geçerken, beni gördüklerinde “bisiklet, bisiklet” diye bağırıyorlardı.
Sabah
meyveli yoğurtla çıktım. Canım çay istiyor şimdi, olsa da içsem, biraz da
yanımdaki peyniri atıştırsam :)) Ama yol üzerinde hiçbir şey yok. Ne benzinci,
ne köy. Babayağmur 17,8 km sonra geliyor (10.13). Dün tembih etmişlerdi, sağdan
parke yol iner, ona gir yoksa düz devam edersen Çayıralan’a gidersin.
Söylenmeseydi herhalde düz giderdim. Ok mok yok ki yolda. Burada da kahve daha
açılmamış, bir de bugün pazar ya, herkes evinde herhalde. Köylüye soruyorum:
kayve nirede? İleride İğdeli Köyü var,
orada bak diyor.
18. km’de
%20’si tükeniyor bataryanın (10.15). Babayağmur’a sapınca yönüm güneybatı oldu.
Şimdi yükseliyoruz, %3-4’lerle başladı, 6 ile devam ediyor. Çok az araba
geçiyor. Etraf müthiş, manzaraya doyamıyorum. Asfaltın durumu pek kötüleşti.
Çok kabalaştı. Bir de zift sıcaktan erimiş, yer yer ortaya çıkmış. Solda
kenarda ancak bir dar alan bulup geçebiliyorum. Şimdiden böyleyse yaz sıcağında
hiç buralara girmemek lazım. Yükselerek 1371 metreye ulaştım. Rüzgar bugün hep
karşımdan veya yanımdan esti. Bayağı zorluyor, hızımı düşürüyor.
İğdeli’ye
güzelce, uçarak indim. Gerçi asfalt çok hız kesiyor, sürtünme fazla, rüzgar da
eklenince pek hızlı diyemeyiz... Sonra gene tırmanış var, önümde görünüyor. 28,8
km geride kaldı ve %40’ı tükendi gücün (11.30).
Burası çok
küçük bir yer, girmemle çıkmam bir oluyor. Soldaki gençlere soruyorum kahveyi,
ama yok burada diyorlar. Ehh artık sağdaki gölgede durup bir şeyler
atıştırayım. Bu arada pazartesi için Kayseri’deki yerimi de garantiye alayım.
Dün akşam sıkı bir araştırma sonucu DSİ (54-) dışında bir de Uygulama Oteli
olduğunu gördüm, daha merkezi konumda. Arıyor ve gecelemenin 60- olduğunu
öğrenmem rezervasyon yaptırmama neden oluyor. 6 lira kahvaltı farkı için fazla
değil. ÖE çok yüksek fiyat çekti, 85- (öğr), 95- (kam), 105- (siv).
İğdeli
sonrası gelen tırmanışta %10’u gösteriyor Garmin. Eco yetmedi Normal’e geçtim.
1399 m oldu rakım. Saat 11.40 ve 31 km geride kalmış.
Nihayet Çandır’dayım.
Burada artık çay bulurum. Simit de olsa, peynirle ne de iyi gider. Simidi
bulamadım ama çay var. Yön sorarken bir beyle tanışıyor ve çay eşliğinde sohbet
ediyoruz. Kocaeli’nde gardiyan. Hep merak
etmişimdir, F tipi, E tipi falan derler. Ne farkı vardır, nereden çıkmıştır?
İzahat veriyor. Geliştikçe harfleriyle anılıyormuş, G de varmış, hiç
duymamıştım. Bey ayrılıyor ben de bir tahinli çörekle 2 çay daha içiyorum.
Kahvede oturanlarla sohbet, haliyle nereden-nereye gidersin durumları...
Türkiye'de cezaevi enflasyonu yaşanıyor.
Değişik suçlara göre ülke genelinde tam 24 tip cezaevi var. Bunlar, alfabenin
A'sından T'sine kadar harflerle tarif ediliyor. En tepki çekeni ise F tipi
cezaevleri.
Osmanlı
Devleti'nde cezaevlerine zindan denirdi. Zindan olarak karanlık,
havasız ve nemli kale kuleleri kullanılırdı. Burada hükümlülerin
gereksinimlerini genellikle iyiliksever kişiler karşılardı. İlk kez cezaevi
olarak 1831'de İstanbul’da Sultanahmet'te Hapishane-i
Umumi (Genel Cezaevi) kuruldu. 1858'de yürürlüğe giren yeni bir
yasayla suçlar ve cezalar sınıflandırıldı. Bu yasada özgürlüğü bağlayıcı ceza
olarak iki ağır ceza vardı: kürek cezası ve kalebentlik. Kürek cezasına
çarptırılan suçlular eskiden gemilerde kürek çekerek cezalarını tamamlarlardı.
Daha sonra “kürek cezası” deyimi yalnızca "ağır ceza" anlamında
kullanıldı. Kalebentlik ise, hapsedilen kişinin bir kalenin içinde çektiği
cezaydı. Hafif cezalarda ise, hüküm giyilen süre normal cezaevlerinde
geçiriliyordu. 1926'da çıkan Türk Ceza Kanunu'yla suçlar ikiye ayrıldı:
cürümlüler ve kabahatliler. Ağır suçlulara cürümlüler, hafif suçlulara
kabahatliler dendi. 1929'da cezaevleri Adalet Bakanlığı'na bağlandı.
Günümüzde cezaevleri niteliklerine göre ikiye ayrılır: Kapalı ve açık
cezaevleri. Kapalı cezaevleri de yapı tipine ve barındıracağı hükümlü sayısına
göre A tipi, B tipi, F tipi gibi birkaç türe ayrılır.
Türkiye'de son dönemde hücre sistemine dayanan F tipi cezaevlerine bir yönelme
olmuştur. F tipi cezaevlerinin koşullarını protesto etmek amacıyla yapılan açlık grevlerinde 100’den
çok kişi yaşamını yitirmiştir. İlk L tipi hapishane,
aralık 2005'te, Sakarya'nın Ferizli ilçesinde açıldı.
Sabah güneş
kremini sürmemiştim, burun palyaço burnuna döndü, kıpkırmızı. Yağlanıp yola
devam. Tam ayrılırken, gardiyan bey bana bir torba içinde yolluk getirmiş. Ne
de çok. Teşekkürler, eksik olmayın...
Çıkışta
solda bir kümbet, iyi durumda. Çandır Kümbeti, okumadım, buna ilişkin bilgim
yoktu. Sürpriz oluyor. Bu türbe Dulkadir
Hükümdarı Alaüddevle Bey’in oğlu Şahruh Bey’in karısı ve Şehsuvar Bey’in kızı
Şah Sultan Hatun’a aittir. Şahruh Bey, 1485-1490 tarihlerindeki
Osmanlı-Memlûk Savaşı sırasında, Osmanlı tarafını tutan amcası Şah Budak’ın, 1489
Mart ayında yaptığı bir baskında esir edilerek gözlerine mil çektirilen
Bey’dir. Mil çekilmesi görmesine engel olmamıştır. Daha sonra Kırşehir beyi
olan Şahruh, yörede birçok sanat eseri yaptırmıştır. Bu kümbet de karısı Şah
Sultan’ın ölümünden sekiz-dokuz yıl sonra yaptırılmıştır. Türbelerin,
ölümden önce veya sonra yapılması, Türk sanatında sık görülen
özelliklerdir.
Yönüm batı
ama güneybatıdan esen rüzgar gene beni karşısına almış oluyor. Geride 38,8 km
bırakmışım. Boğazlıyan’a ise 30 km kalmış. 5 km sonra gelen mermer ocakları
çevreyi perişan etmiş. Dağları bir canavar oymuş. Rüzgardan kurtulamıyoruz,
estikçe esiyor. Solda baraj var. Yol, kenarından kıvrıla kıvrıla gitmekte.
Rüzgar da her yön değiştirmemde farklı esmekte. Bir var bir yok şeklinde. 43.
km’ye geldim ve bataryada %40 enerji kaldı. Saat 13.10. Şimdi 1 km’lik bir iniş
olacağını gösteriyor trafik levhası, %7 demiş (47,2 km/13.25). Fazla sevinme
hemen arkasından %4’lik bir çıkış koymuşlar. Dünya düz olsaydı, eskilerin
sandığı gibi tepsi olsaydı. Hiç yokuş olmasaydı, daha mı iyi olurdu? Yok ya,
çok sıkıcı olurdu! Hep aynı yol, hiç bir değişiklik yok. Sürekli pedal çevirmen
gerekli. Tutmadım bu fikri! Şimdiki durumda kalsın.
Uzunlu
kasabasına geldim. Bir soda iyi gelir şimdi. Sağda bir bakkal. Al iç. Var mı,
kaça? 0,75-. Genelde aynı. Sadece benzinciler 1- çekiyorlar.
Yani, yani!
Ne göreyim, indiğim yerde çiklet varmış, atılmış, yapıştı ayakkabının altına.
İllet bir durum, hiç sevmem ve istemem de. Zaten olduğum olalı çiklet
çiğnemeyi/çiğneyenden hoşlanmadım. Bir de çatlata çatlata çiğnemezler mi? Bu
Amerikan icadı musibet nasıl bizim Müslüman coğrafyamıza gelmiş? Bunlar hep
Menderes’in işleri. Aldı Marshall yardımını, sadece çiklet değil çocuk felci de
bu coğrafyaya geldi.
Oturup
kazıyorum altını ve yola devam. Bir kısa, tamiratta olan yol. Ama öncesinde
Türk hükümdarlarının büstleri, Yeniçeri heykeli, Atatürk falan hepsi bir alana
dizilmiş bir yerden geçtim. Çok milliyetçi mi buradakiler, veya?
Yolda
tarlalarda çalışan kadınlar, çocuklar falan çokça görüyorum. Hatta acaba bunlar
Türk değil mi sorusu aklıma geliyor. Öyle gibi duruyor. Uzun süre çalışıyorlar
ki çadır, 00, su gibi ihtiyaçlara da çözüm getirilmiş.
58 km’yi
geride bıraktım. Saat de 2 buçuğa geliyor. Boğazlıyan’a 10 km daha var.
Bataryanın da sonuna gelindi, %20’lik gücüm kaldı.
65 km yol
nihayetinde bitiyor ve Boğazlıyan geliyor (%56 E’ci). Bir tur atıp ÖE’ye
giriyorum. Yüksek bir merdivenden çıkılıyor. 204 ayrılmış, 34 lira, kahvaltı da
var. Odaya çıkmadan bahçede bir sade (1,5) ile enerjimi kazanmaya çalışıyor,
biraz bankın üzerine uzanıyorum. Sonra velespit merdiven altına, eşyaları 4
postada 2 kat yukarıya çıkartabiliyorum. Bisiklet sonrası merdiven çıkmak ne de
zor geliyor. Bir de çantalar gülle gibi olunca! Oda eh, yani 5 üzerinden 2,5.
Balkonu var, ip gerip eşyaları havalanması için asıyorum. Banyo sırası. Neyse
ki su sıcak, bu iyi. Tuzlar kafamdan akıyor.
Boğazlıyan,
Türkiye'nin en önemli tarihçilerinden Faruk Sümer’in eserlerinde geçen
Dulkadirli Türkmenleri, yani Bozokların içerisinde bulunan Boğazlıyanoğulları
Oymağı tarafından kurulmuştur. İlçenin adı da buradan gelir. Nitekim günümüzde
hâlen Boğazlıyanoğulları varlıklarını sürdürmektedirler. Zaman içerisinde diğer
Bozok Türkmenleri de Boğazlıyan’a gelerek yerleşmişler ve ilçe bulunduğu bölgede
önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Dulkadirli Türkmenlerini oluşturan
Bozoklar çoğunlukla Oğuzların Bayat Boyundan oldukları için ilçemizin de
Bayatların soyundan geldiğini düşünebiliriz. 1402 Ankara Savaşı'ndan sonra
Orta Anadolu’da bulunan Kara Tatarlar, Timur tarafından tekrar Orta
Asya'ya götürülmüşler ve boşalan bu yerlere Bozoklar yerleşmişlerdir. Bozok
Yaylası adı da buradan gelmektedir.
Yemek ve
ilçe turu için çıkıyorum. Lokantaları tek tek geziyor, sulu yemek arıyorum.
Etsiz kuru bir yerde var. Başka bir yerde türlümsü bir şey vardı ama rengini
beğen(e)medim. Sokak aralarından dolandıktan sonra Dünya Lokantası’nda az
kuru+az pilav+az yoğurt+çoban s.+su+kuru soğan+taze acı biber ile doyuyor ve 15
lirayı ödüyorum.
Turlamaya
devam, yeni açılmış bir Tekel dükkanı, içki çeşidi de bayağı iyi, İstanbul’da
bile böylesini fazla bulamazsın. Fiyatlar da liste fiyatının altında. Burada
içiliyor anlaşılan.
Parkta
içilen bir sade (3-), çaycıyla rotaya ilişkin sohbet, yan masadakilere kulak
kabartmaca. Vakti zamanında çokça Ermeni varmış burada. Hepsini kaçırttık.
Düşünsenize evinizden çıkartılıyor-kovuluyorsunuz. Ne acı! Bugün başımıza gelse
nasıl oluruz?
1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu ile
Boğazlıyan’a ilk sevk emri 18 Temmuz 1915’te gelmiş, 21 Temmuz 1915 tarihinde
ilçede yaşayan Ermenilerin bir kısmı Suriye’ye göç ettirilmiştir. Bu emir o
sırada Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Mehmet Kemal Bey
tarafından yerine getirilmiştir. Nakiller esnasında kolluk kuvvetlerinin
tedbirlerine rağmen, iklim şartlarının olumsuzlukları, eşkıya saldırıları,
hastalıklar ve Ermenilerce katledilenlerin yakınlarının intikam almak için
yapmış olduğu ferdi olaylar olmuştur. Bölgeden sevk edilen Ermenilerin
yaşadıkları olaylarla ilgili olarak suiistimalleri ortaya çıkan yetkililer,
bizzat Kaymakam Mehmet Kemal Bey tarafından mahkemeye sevk edilmiştir. Ancak
Kemal Beyin ihmali olduğu da düşünülerek 5 Şubat 1919’da Harp Divanı’nda
yargılanmasına başlanmıştır. 7 Nisan 1919’da sona eren yargılamada mahkeme
heyeti değişikliğe uğramış ve 18 duruşma gerçekleşmiştir. Mahkeme heyeti 8
Nisan 1919’da Yozgat ve Boğazlıyan Ermenilerinin tehciri sırasında suistimal,
öldürme olaylarında gevşek davrandığı gerekçesini ileri sürerek Kemal Bey’i
idama mahkum etmiştir. 10 Nisan 1919‘da İstanbul Bayezid meydanında idam edilen
Kemal Bey’in cenazesi 11 Nisan günü Türk bayrağına sarılı olarak halkın
katıldığı bir törenle Kadıköy’deki Kuşdili Çayırı’nda bulunan kabristana
defnedilmiştir.
Sarıkaya - Boğazlıyan
Tur tarihi:
14 Mayıs 2017
Kat edilen
mesafe: 64,78 km.
Ortalama
hız: 15,7 km/sa.
Bisiklete
biniş süresi 4 sa. 8 dk., dışarıda geçen süre 5 sa. 52 dk.
En yüksek
sıcaklık 34 ˚C, en düşük 21 ˚C, ortalama 28 ˚C
İrtifa
kazancı (çıkış) 544 m, kaybı (iniş) 622 m.
En düşük
irtifa 1067 m., en yüksek 1417 m.
Garmin yol
bilgisi Sarıkaya-Boğazlıyan
Boğazlıyan
ÖE 0354-6451632
Nejdet Bey
ile, Sarıkaya
|
Rüzgar karşıdan esiyor, asfalt yıpranmış
|
1399 m rakım, etrafın güzelliğine doyamıyorum
|
Çandır
Kümbeti
|
Yol kıvrıla kıvrıla sürüyor, rüzgar bir önden bir arkadan
esmekte
|
Uzunlu
kasabası
|
Uzunlu
kasabası
|
Bunları niye dikmişler?
|
Boğazlıyan
|
Dünya Kebap
|
Hanene ay
doğmuş
|
Boğazlıyan
by Night
|
9. gün (devamı)
Boğazlıyan–Kayseri - 7. gün (öncesi) Sorgun-Sarıkaya
[bisikletle]Türkiye: Hititlerin İzinde
Kırıkkale-Sungurlu = 96,77 km
Sungurlu-Alaca = 51,37 km
Alaca-Boğazkale = 49,23 km
Boğazkale-Yozgat = 45,08 km
Yozgat-Sorgun = 38,20 km
Sorgun-Sarıkaya = 49,84 km
Sarıkaya-Boğazlıyan = 64,78 km
Boğazlıyan-Kayseri = 83,59 km
Kayseri-Bünyan = 48,46 km
Bünyan-Pınarbaşı = 62 km
Pınarbaşı-Sarız = 38,17 km
Sarız-Afşin = 71,15 km
Afşin-Elbistan = 45,39 km
Elbistan-Nurhak = 42,64 km
Nurhak-Doğanşehir = 58,78 km
Doğanşehir-Malatya = 55,51 km
Malatya-Kale = 46,47 km
Kale-Sivrice = 66,38 km
Sivrice-Elazığ = 32,60 km
Elazığ-Tunceli = 78,63 km
İlginizi
çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kars-Akyaka-Arpaçay