Bugün
Malatya’daki ikinci günüm olacak. Sabah acelem yok, rahat rahat kahvaltı
salonuna çıkıyorum. 2 kat üstümde. Benim oda 5. katta. Asansör arızalanmış, dün
akşam gece yarısı sürekli tak tuk sesler geliyordu. Asansör sebep oluyormuş,
diyor Hasan Bey. Hasan Bey ile geldiğim gün tanıştım. Bana gezeceğim yerlere
ilişkin bilgiler vermişti.
Kahvaltıyı
kuvvetlice yapıyorum. Bir de omlet ısmarladım kendime. Tulum peyniri falan iyi
gidiyor.
Malatya
turuna devam. Önce Battalgazi Turizm Ofisi’ne gidip Türkçe dilli Malatya
broşürünü istiyorum, ama yokmuş. Sonra bakanlığın turizm ofisinden soruyorum,
onlarda da yok. Öğleden sonra gelmemi istiyorlar. Ardından yakındaki Etnografya
Müzesi ve Geleneksel Malatya Evi’ni geziyorum. Alt kat gündelik kullanım
eşyaları, takı, silah... Üst katta ise günlük yaşama dair mekanları mankenlerle
canlandırmışlar. Burası Beşkonaklar denilen bölge.
Beşkonaklar’da geçmişte Malatya’nın önde
gelen aileleri oturmuştur. Yaklaşık 120 yıl önce Hacı Sait Efendi (Turfanda)
tarafından yaptırılan Beşkonaklar, önce bir cihannümalı ev ve ona bitişik dört
ev olmak üzere beşi bir bütün olmak üzere inşa edilmiştir. Hacı Sait
Turfanda’nın torunu Şerafettin Arpacı’nın verdiği bilgiye göre; evlerden
birisini “Elmalı Ailesi” ne satılmış olup, diğer evler kendisinden sonra mirasçılarına
intikal etmiştir.
Sinema Caddesi’nde Beşkonaklar diye tabir
edilen konaklardan biri Etnografya Müzesi olarak hizmet vermektedir. 1935-40’lı
yıllara tarihlenen bahçeli ev iki katlı olup, kerpiçten inşa edilmiştir. Alt
kattaki hayat dikdörtgen bir avluya açılır. Hayatın sağ ve solunda 3 oda,
ocaklık ve mutfak bölümü bulunur. Üst katta 6 oda yer alır. Bu bölümde Malatya
ve yöresine ait etnografik eserler sergilenmektedir.
Ve yürümeye
devam. Malatya Arkeoloji Müzesi, yapay şelalenin bulunduğu Kernek mahallesi
burası. Müze çok büyük değil ama değerli objelerle dolu. Özellikle
çanak-çömlekler çok güzel toparlanmış. Gerçekten insan hayran kalıyor ve
sabırlarına şaşıyor. Kırıkları bu kadar başarılı bir araya getirmek...
Malatya Arkeoloji Müzesinin giriş katında 1.
Arslantepe Salonunda; tarihi bir kronoloji takip edilerek Kalkolitik Çağdan
başlayıp Geç Hitit Çağına kadar Arslantepe Höyük kültür katmanlarından
çıkartılan çanak çömlekler, kılıç-kamalar, mızrak uçları, mühürler,
idoller, kemik, taş ve madeni aletler, takılar sergilenmektedir.
Yine giriş katında bulunan ikinci salonda;
Karakaya Barajı Kurtarma Kazıları (Caferhöyük, Pirot, Değirmentepe, İmamoğlu,
Köşgerbaba Höyük) çalışmalarında ortaya çıkartılan çanak, çömlek, heykelcikler,
taş ve kemik aletler, döküm kalıpları, takılar vb eserlerin yanı sıra diğer
kurtarma kazılarından çıkartılan eserler ile derleme yoluyla müzemize
kazandırılan Urartu, Roma, Bizans, Selçuklu Dönemlerine ait çanak, çömlek,
madeni eserler, heykeller vb buluntular sergilenmektedir.
Ayrıca 1. Salonda; Arslantepe Höyüğünün Geç
Kalkolitik katmanında ortaya çıkarılmış olan “Kerpiç Sarayın” iki
bölümünün aslına uygun olarak (Duvar Resimleri ve Saray Deposu) yapılmış
rekonstrüksiyonu yer almaktadır. Yine bu bölümde Geç Kalkolitik Çağa tarihlenen
kadın mezar gömüsü de sergilenmektedir.
Malatya Müzesinin ikinci katı, Arslantepe
Tematik Salonu olarak düzenlenmiştir. Bu salonun bir bölümünde Kral Mezarı
rekonstrüksiyonu yer alır. Kralın mezar içinde yatış biçimi, mezar hediyeleri
ve mezarın çevresinde hocker (anne karnındaki yatış pozisyonu) biçiminde
gömülmüş kadınların betimlenmesi yapılmıştır.
Belediyenin
tesisinde içilen bir kahve (5-) sonrası Kanal Boyu denilen yolda yürümekteyim.
Merakla dükkanlara, mekanlara, insanlara bakıyor, inceliyorum. Genç hanımların
aşırı dudak boyaları dikkat çekici. Bir de bizim insanımızda olmayan bir
alışkanlığı burada da görüyoruz; sokağa çöp atma! Ancak Malatya çok hoşuma
gitti, canlı bir şehirmiş. Parkları var, oturan insanlar, kafeler dolu, kadınlı
erkekli...
Atatürk
Heykeli (1945 yılında yapımına başlanan
anıt 1947 yılında tamamlanarak açılmıştır. Anıt, heykeltıraş Hakkı Atamulu
tarafından yapılmıştır. Anıt, taş kaide ve bronz heykeller kombinasyonundan
oluşmaktadır. Heykeller Atatürk ve genç bir atletten oluşmaktadır) ve
Atatürk Evini geziyorum. Çalışma odası, Kurtuluş Savaşı ve sonrasına ilişkin
fotolar duvarlarda asılı. Her seferinde Atatürk’ü gördüğümde (fotoları tabii)
şıklığı, duruşu, hali-tavrı beni hayran bırakıyor. Ve etrafındakiler, lider ne
de önemli değil mi? Bir de bugüne bakın. Arada 100 yıl fark var ve ileriye
gideceğimize geriye gittik.
Atatürk Anı Evi ve
Etnografya Müzesi olarak işlevlendirilen yapının
içerisinde, Atatürk’ün Malatya’yı ziyaretinde oturduğu oda, kitaplık ve
kılıç-tüfeklerin sergilendiği oda, Atatürk’ün Malatya’yı ziyaretinde çekilen
fotoğrafların sergilendiği oda ve Atatürk ve Kurtuluş Savaşı temalı halıların
sergilendiği mekanlar bulunmaktadır.
Kalabalık
caddelerinde yürüyorum. Battalgazi otobüsüne alınan ‘Akıllıbilet’le yola
çıktım. Durak başından binmediğimden ayaktayım, yarım saatlik bir yolculuktan
sonra Malatya’nın ilk kurulduğu yerdeyim, yöre
insanının deyimi ile "Aşağı Şeher”.
Bir soda
içerken görülecek yerlerin yönlerini öğreniyorum. İlkin Kervansaray. Restore
etmişler ama ya daha kullanıma tam açılmadı ya da bu kadar becerdiler. Sanırım
bu kadar, çünkü içerdeki büyük mekanı galiba evlendirme dairesine çevirmişler.
Kürsüdeki masa ve süsü buna işaret ediyordu.
1637 tarihinde IV. Murat’ın silahtarı
Bosnalı Mustafa Paşa tarafından 68x76 m boyutunda dikdörtgen bir alan üzerine,
açık avlu ve kapalı hol olarak inşa edilmiştir. Kemerli olan giriş kapısının
her iki yanında bir oda görülür. Bu kapının üstünde duvar içerisinden
merdivenle çıkılan bir mescit olduğu sanılan kısma varılır. Holün avluya bakan
yüzünde ve girişin her iki yakasında üstleri tonozla örtülü altışar oda
sıralanır. Asıl kapalı kısmın üstü ise uzunlamasına uzanan üç sıra tonozla
örtülmüştür. Tonozlar sade ayaklar üzerine basmaktadır. Kalın olan duvarların
hantal görünümlerini pencereleri yüksekten açmakla giderilmiştir. Ortası avlulu
ve çevresi revaklı kervansaraylar grubundandır. Hanın iki kitabesi mevcuttur.
Biri hala içhan girişinin kapısının üstünde, diğeri ise kapısının üzerindedir.
Daha sonra
Kanlı Kümbet’e giderken, arabasıyla, belediyede çalışan bir bey beni oraya
kadar bırakıyor. Eski perişan halinden restorasyon görüp doğru dürüst bir şeye
benzemiş, eski fotosunu da koymuşlar yanına.
Kanlı Kümbet, 12.-13. yüzyıl Selçuklu yapısı
olduğu düşünülmektedir. Halk arasında cellathane olarak bilinse de bu yapı aslında kripta odası bulunan bir anıt mezardır.
Kare bir plan üzerine inşa edilen yapıt iki kısımdan meydan gelmiştir. Birinci
kısımda cenazenin gömülü olduğu yer, yani kripta görülür. Burası taş örülerek
yapılmıştır. Ağırlıklı olarak tuğla kullanılan ikinci kısım ise türbe denilen,
halkın bir zamanlar ziyaret ettiği üst kısımdır.
Ve Ulu Camii’yi
görmek üzere geri yürüyorum. Tam da cumaya denk geldiğimden dağılması için
bahçesinde beklemekteyim. Cemaat içeriye sığmamış olacak ki bahçesinde de
kılanlar vardı. Ve de küçükler büyüklerin arasında safta durmuşlar. Tabii
sosyolojik bir durum da söz konusu.
Aralarında olmak, kabul görmek, dahil olmak, büyümüş olmak gibi
getirileri var bu işlerin.
Cemaat
yavaş yavaş dağılmakta. Caminin içinin sadeliği hoş. Kapıda camiye yardım
toplayan, çıkışta çocuğuyla dilenen bir kadın... Tipik cami durumları. Hazır
cemaat toplanmışken...
Ulu Camii, Selçuklu hükümdarı Alaaddin
Keykubat zamanında 1224 yılında inşa edilmiştir. Kitabesine göre mimarları
Yakup bin Ebubekir el-Malati ve Mansur bin Yakup’tur. Tuğladan yapılmış
kısımlar ilk cami şeklini, taş olanlar ise daha sonra yapılan ilaveleri
gösterir. Dört eyvanlı plan ile
İran’daki Büyük Selçuklu camilerinin Anadolu’daki ilk ve tek örneğidir. Mihrap
önü kubbesine bitişik, ortasında bahçesi ve havuzu ile iç avlu, planın esasını
meydana getirmektedir.
Firuze ve patlıcan moru çini mozaiklerden
geometrik yıldız ve geçmeler, kemer yüzünde kalmış olan kitabe ve yine zikzak
biçiminde çini mozaiklerle kaplı sütunlar caminin göz alıcı süslemeleridir.
Kubbe iç yüzeyi tuğla kaplamalı muazzam bir çini süslemeye sahiptir. Kubbe
etekleri ise üçgenlerin geometrik sanatı şeklinde örgü tuğlalar ile
süslenmiştir.
Düzenlenmiş
sokakları da dolaştıktan sonra dönüş için Hasan Basri’den dolanan bir otobüse
biniyor, bu sefer atak davranıp yer de kapıyorum.
Malatya’nın
Bisiklet Evi, adaşım Mustafa Ekinci’ye uğramak üzere dükkanın yolunu tutuyorum.
Dün tanıştık ama 40 yıllık dost gibi oluverdik. Dükkan süper, kendisi daha da
süper. Hem burada yaptıkları hem de başarılı sporcu (bisikletçi) olan kızının
öyküleri... Belediye başkanıyla toplantısı varmış. Temmuz 5-9 arası Uluslararası
Malatya Yeşilyurt Bisiklet Festivali hazırlığı için.
Otele dönüp
biraz ayaklarımı uzatıyorum, bir iki telefon konuşması sonrası tekrar turlamak
üzere çıkıyorum. Hasan Bey bana bazı dergiler getirmiş, Malatya’yla ilgili,
BİLSAM tarafından yayınlanmış. Bugün de İstanbullu Konağına gittiğimde BİLSAM’a
uğramıştım. Konak onlarca kullanılıyor.
Dün
gördüğüm Suriyeliler’in minik lokantasına, Şire Pazarı’nın arkasında, falafel
ve ful yemek üzere geldim. Çok tatlı insanlar, Türkçe öğreneni de var. Birden 7
yıl geriye gidiyor zaman. 2010’da Firu’yla Kilis’ten çıkmış Halep-Der Zor-Şam
yapmıştık. Çok çok keyifli geçmişti. Orada yediklerimizi şimdi burada
yiyebilmek... Hemen blogdaki sayfayı açıp onlara fotoları gösteriyorum.
Seviniyorlar, aralarında Halep’ten ve İdlip’ten gelenler var. Fotolar çekiliyor, telefonlar alınıyor. O
kadar tatlı insanlar ki, benden yediklerimin parasını almak istemiyorlar,
bizden diyorlar. Israr ediyorum ve söylemek zorunda bırakıyorum, 5- lira, komik
bir para. Mırra ikramları oluyor, kakuleli.
Yol için
biraz, döner dedikleri kayısı ezmesi, içinde fındık veya fıstık olan. Bir de
muska denilen, pestile sarılı fıstık, ceviz (bilirsiniz çok lezzetlidir)
alıyorum ‘Vitamin’den. Ya Malatya bu konuda bir derya, her yerde var, daha
neler neler, yani süper gıdalar, bisküviden kat kat iyi.
Ve gene
Muko’ya gidiyorum. Bol bol bisiklet konuşuyoruz. Nemrut’un Malatya-Adıyaman
arasında nasıl sıkıştığını, Adıyaman’ın kan davasına dönüştürdüğü... Yani
dinledikçe bu memleket ne zaman bu çekişmelerden kurtulacak diye düşünmeden
edemiyorsun. Ama sanırım hiçbir zaman, çünkü bu tür çekişmeler her alanda var,
buradan bir şey çıkmaz, bu ülkenin insanı bu kıskançlığı sürdürdükçe, biz her
daim geriden geliriz. Çünkü işe yaramayan adamlar partizanlıkla mevkilere
gelmişler ve işe yarayanı göstermemek için akla gelmeyecek cambazlık, pislikle
uğraşmaktalar. Yeter ki kendi beceriksizliği belli olmasın.
Gloria
Jeans Cafe’de bir espresso’yla biraz oyalanıp otel odasına dönüyorum. Yarın
Kale yolcusuyum, 40 km kadar. Umarım geç saatte yağan yağmur yükünü gece
boşaltır da yarın ıslanmam.
Etnografya Müzesi
|
Baş Oda |
Günlük Oda |
Mutfak |
Arkeoloji Müzesi |
İzoli Yazıtı
|
Cam, şişe, vazo, bardak, testi, tüpler, koku ve sıvı kapları;
Roma dönemi (MS 1.-3. yy)
|
Kernek Şelalesi
|
Kanal Boyu
|
Atatürk Anıtı
|
Atatürk Anı Evi
|
İnönü Parkı
|
Atatürk Anıtı
|
Atatürk Anı Evi
|
Atatürk’ün çalışma odası
|
İstanbulluoğlu Konağı (BİLSAM)
|
Battalgazi
|
Kervansaray
|
Kanlı Kümbet
|
Ulu Camii |
Ulu Camii içi
|
Yağmur mu geliyor?
|
Yazım
hatası
|
Battalgazi sokakları
|
Emir Ömer Mescidi ve Türbesi
|
Buhara Bulvarı
|
Muko Bisiklet Evi
|
Suriye Lokantası
|
Özlemişim bu lezzetleri, Suriye Lokantası
|
Hasan Bey ve İsmail ile
|
Hasan Bey, Ammer Bey ve İsmail
|
Bisiklet taşımanın farklı yolu
|
Hmmm, mis gibi kahve kokuyor
|
21. gün (devamı) Malatya–Kale - 18. gün (öncesi) Nurhak-Doğanşehir
[bisikletle]Türkiye: Hititlerin İzinde
Kırıkkale-Sungurlu = 96,77 km
Sungurlu-Alaca = 51,37 km
Alaca-Boğazkale = 49,23 km
Boğazkale-Yozgat = 45,08 km
Yozgat-Sorgun = 38,20 km
Sorgun-Sarıkaya = 49,84 km
Sarıkaya-Boğazlıyan = 64,78 km
Boğazlıyan-Kayseri = 83,59 km
Kayseri-Bünyan = 48,46 km
Bünyan-Pınarbaşı = 62 km
Pınarbaşı-Sarız = 38,17 km
Sarız-Afşin = 71,15 km
Afşin-Elbistan = 45,39 km
Elbistan-Nurhak = 42,64 km
Nurhak-Doğanşehir = 58,78 km
Doğanşehir-Malatya = 55,51 km
Malatya-Kale = 46,47 km
Kale-Sivrice = 66,38 km
Sivrice-Elazığ = 32,60 km
Elazığ-Tunceli = 78,63 km
İlginizi
çekebilir [bisikletle]Türkiye: Trakya/“Fikret Albay’ın İzinden” (Çatalca-Saray)