22 Haziran 2017

[bisikletle]Türkiye: Hititlerin İzinde (Malatya II)

Bugün Malatya’daki ikinci günüm olacak. Sabah acelem yok, rahat rahat kahvaltı salonuna çıkıyorum. 2 kat üstümde. Benim oda 5. katta. Asansör arızalanmış, dün akşam gece yarısı sürekli tak tuk sesler geliyordu. Asansör sebep oluyormuş, diyor Hasan Bey. Hasan Bey ile geldiğim gün tanıştım. Bana gezeceğim yerlere ilişkin bilgiler vermişti.

Kahvaltıyı kuvvetlice yapıyorum. Bir de omlet ısmarladım kendime. Tulum peyniri falan iyi gidiyor.

Malatya turuna devam. Önce Battalgazi Turizm Ofisi’ne gidip Türkçe dilli Malatya broşürünü istiyorum, ama yokmuş. Sonra bakanlığın turizm ofisinden soruyorum, onlarda da yok. Öğleden sonra gelmemi istiyorlar. Ardından yakındaki Etnografya Müzesi ve Geleneksel Malatya Evi’ni geziyorum. Alt kat gündelik kullanım eşyaları, takı, silah... Üst katta ise günlük yaşama dair mekanları mankenlerle canlandırmışlar. Burası Beşkonaklar denilen bölge.

Beşkonaklar’da geçmişte Malatya’nın önde gelen aileleri oturmuştur. Yaklaşık 120 yıl önce Hacı Sait Efendi (Turfanda) tarafından yaptırılan Beşkonaklar, önce bir cihannümalı ev ve ona bitişik dört ev olmak üzere beşi bir bütün olmak üzere inşa edilmiştir. Hacı Sait Turfanda’nın torunu Şerafettin Arpacı’nın verdiği bilgiye göre; evlerden birisini “Elmalı Ailesi” ne satılmış olup, diğer evler kendisinden sonra mirasçılarına intikal etmiştir.

Sinema Caddesi’nde Beşkonaklar diye tabir edilen konaklardan biri Etnografya Müzesi olarak hizmet vermektedir. 1935-40’lı yıllara tarihlenen bahçeli ev iki katlı olup, kerpiçten inşa edilmiştir. Alt kattaki hayat dikdörtgen bir avluya açılır. Hayatın sağ ve solunda 3 oda, ocaklık ve mutfak bölümü bulunur. Üst katta 6 oda yer alır. Bu bölümde Malatya ve yöresine ait etnografik eserler sergilenmektedir.

Ve yürümeye devam. Malatya Arkeoloji Müzesi, yapay şelalenin bulunduğu Kernek mahallesi burası. Müze çok büyük değil ama değerli objelerle dolu. Özellikle çanak-çömlekler çok güzel toparlanmış. Gerçekten insan hayran kalıyor ve sabırlarına şaşıyor. Kırıkları bu kadar başarılı bir araya getirmek...

Malatya Arkeoloji Müzesinin giriş katında 1. Arslantepe Salonunda; tarihi bir kronoloji takip edilerek Kalkolitik Çağdan başlayıp Geç Hitit Çağına kadar Arslantepe Höyük kültür katmanlarından çıkartılan çanak çömlekler, kılıç-kamalar, mızrak uçları, mühürler, idoller, kemik, taş ve madeni aletler, takılar sergilenmektedir.

Yine giriş katında bulunan ikinci salonda; Karakaya Barajı Kurtarma Kazıları (Caferhöyük, Pirot, Değirmentepe, İmamoğlu, Köşgerbaba Höyük) çalışmalarında ortaya çıkartılan çanak, çömlek, heykelcikler, taş ve kemik aletler, döküm kalıpları, takılar vb eserlerin yanı sıra diğer kurtarma kazılarından çıkartılan eserler ile derleme yoluyla müzemize kazandırılan Urartu, Roma, Bizans, Selçuklu Dönemlerine ait çanak, çömlek, madeni eserler, heykeller vb buluntular sergilenmektedir.

Ayrıca 1. Salonda; Arslantepe Höyüğünün Geç Kalkolitik katmanında ortaya çıkarılmış olan “Kerpiç Sarayın” iki bölümünün aslına uygun olarak (Duvar Resimleri ve Saray Deposu) yapılmış rekonstrüksiyonu yer almaktadır. Yine bu bölümde Geç Kalkolitik Çağa tarihlenen kadın mezar gömüsü de sergilenmektedir.

Malatya Müzesinin ikinci katı, Arslantepe Tematik Salonu olarak düzenlenmiştir. Bu salonun bir bölümünde Kral Mezarı rekonstrüksiyonu yer alır. Kralın mezar içinde yatış biçimi, mezar hediyeleri ve mezarın çevresinde hocker (anne karnındaki yatış pozisyonu) biçiminde gömülmüş kadınların betimlenmesi yapılmıştır.

Belediyenin tesisinde içilen bir kahve (5-) sonrası Kanal Boyu denilen yolda yürümekteyim. Merakla dükkanlara, mekanlara, insanlara bakıyor, inceliyorum. Genç hanımların aşırı dudak boyaları dikkat çekici. Bir de bizim insanımızda olmayan bir alışkanlığı burada da görüyoruz; sokağa çöp atma! Ancak Malatya çok hoşuma gitti, canlı bir şehirmiş. Parkları var, oturan insanlar, kafeler dolu, kadınlı erkekli...

Atatürk Heykeli (1945 yılında yapımına başlanan anıt 1947 yılında tamamlanarak açılmıştır. Anıt, heykeltıraş Hakkı Atamulu tarafından yapılmıştır. Anıt, taş kaide ve bronz heykeller kombinasyonundan oluşmaktadır. Heykeller Atatürk ve genç bir atletten oluşmaktadır) ve Atatürk Evini geziyorum. Çalışma odası, Kurtuluş Savaşı ve sonrasına ilişkin fotolar duvarlarda asılı. Her seferinde Atatürk’ü gördüğümde (fotoları tabii) şıklığı, duruşu, hali-tavrı beni hayran bırakıyor. Ve etrafındakiler, lider ne de önemli değil mi? Bir de bugüne bakın. Arada 100 yıl fark var ve ileriye gideceğimize geriye gittik.

Atatürk Anı Evi ve Etnografya Müzesi olarak işlevlendirilen yapının içerisinde, Atatürk’ün Malatya’yı ziyaretinde oturduğu oda, kitaplık ve kılıç-tüfeklerin sergilendiği oda, Atatürk’ün Malatya’yı ziyaretinde çekilen fotoğrafların sergilendiği oda ve Atatürk ve Kurtuluş Savaşı temalı halıların sergilendiği mekanlar bulunmaktadır.

Kalabalık caddelerinde yürüyorum. Battalgazi otobüsüne alınan ‘Akıllıbilet’le yola çıktım. Durak başından binmediğimden ayaktayım, yarım saatlik bir yolculuktan sonra Malatya’nın ilk kurulduğu yerdeyim, yöre insanının deyimi ile "Aşağı Şeher”.








Bir soda içerken görülecek yerlerin yönlerini öğreniyorum. İlkin Kervansaray. Restore etmişler ama ya daha kullanıma tam açılmadı ya da bu kadar becerdiler. Sanırım bu kadar, çünkü içerdeki büyük mekanı galiba evlendirme dairesine çevirmişler. Kürsüdeki masa ve süsü buna işaret ediyordu.

1637 tarihinde IV. Murat’ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından 68x76 m boyutunda dikdörtgen bir alan üzerine, açık avlu ve kapalı hol olarak inşa edilmiştir. Kemerli olan giriş kapısının her iki yanında bir oda görülür. Bu kapının üstünde duvar içerisinden merdivenle çıkılan bir mescit olduğu sanılan kısma varılır. Holün avluya bakan yüzünde ve girişin her iki yakasında üstleri tonozla örtülü altışar oda sıralanır. Asıl kapalı kısmın üstü ise uzunlamasına uzanan üç sıra tonozla örtülmüştür. Tonozlar sade ayaklar üzerine basmaktadır. Kalın olan duvarların hantal görünümlerini pencereleri yüksekten açmakla giderilmiştir. Ortası avlulu ve çevresi revaklı kervansaraylar grubundandır. Hanın iki kitabesi mevcuttur. Biri hala içhan girişinin kapısının üstünde, diğeri ise kapısının üzerindedir.

Daha sonra Kanlı Kümbet’e giderken, arabasıyla, belediyede çalışan bir bey beni oraya kadar bırakıyor. Eski perişan halinden restorasyon görüp doğru dürüst bir şeye benzemiş, eski fotosunu da koymuşlar yanına.

Kanlı Kümbet, 12.-13. yüzyıl Selçuklu yapısı olduğu düşünülmektedir. Halk arasında cellathane olarak bilinse de bu yapı aslında kripta odası bulunan bir anıt mezardır. Kare bir plan üzerine inşa edilen yapıt iki kısımdan meydan gelmiştir. Birinci kısımda cenazenin gömülü olduğu yer, yani kripta görülür. Burası taş örülerek yapılmıştır. Ağırlıklı olarak tuğla kullanılan ikinci kısım ise türbe denilen, halkın bir zamanlar ziyaret ettiği üst kısımdır.

Ve Ulu Camii’yi görmek üzere geri yürüyorum. Tam da cumaya denk geldiğimden dağılması için bahçesinde beklemekteyim. Cemaat içeriye sığmamış olacak ki bahçesinde de kılanlar vardı. Ve de küçükler büyüklerin arasında safta durmuşlar. Tabii sosyolojik bir durum da söz konusu.  Aralarında olmak, kabul görmek, dahil olmak, büyümüş olmak gibi getirileri var bu işlerin.

Cemaat yavaş yavaş dağılmakta. Caminin içinin sadeliği hoş. Kapıda camiye yardım toplayan, çıkışta çocuğuyla dilenen bir kadın... Tipik cami durumları. Hazır cemaat toplanmışken...

Ulu Camii, Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat zamanında 1224 yılında inşa edilmiştir. Kitabesine göre mimarları Yakup bin Ebubekir el-Malati ve Mansur bin Yakup’tur. Tuğladan yapılmış kısımlar ilk cami şeklini, taş olanlar ise daha sonra yapılan ilaveleri gösterir. Dört eyvanlı plan ile İran’daki Büyük Selçuklu camilerinin Anadolu’daki ilk ve tek örneğidir. Mihrap önü kubbesine bitişik, ortasında bahçesi ve havuzu ile iç avlu, planın esasını meydana getirmektedir.

Firuze ve patlıcan moru çini mozaiklerden geometrik yıldız ve geçmeler, kemer yüzünde kalmış olan kitabe ve yine zikzak biçiminde çini mozaiklerle kaplı sütunlar caminin göz alıcı süslemeleridir. Kubbe iç yüzeyi tuğla kaplamalı muazzam bir çini süslemeye sahiptir. Kubbe etekleri ise üçgenlerin geometrik sanatı şeklinde örgü tuğlalar ile süslenmiştir.

Düzenlenmiş sokakları da dolaştıktan sonra dönüş için Hasan Basri’den dolanan bir otobüse biniyor, bu sefer atak davranıp yer de kapıyorum.

Malatya’nın Bisiklet Evi, adaşım Mustafa Ekinci’ye uğramak üzere dükkanın yolunu tutuyorum. Dün tanıştık ama 40 yıllık dost gibi oluverdik. Dükkan süper, kendisi daha da süper. Hem burada yaptıkları hem de başarılı sporcu (bisikletçi) olan kızının öyküleri... Belediye başkanıyla toplantısı varmış. Temmuz 5-9 arası Uluslararası Malatya Yeşilyurt Bisiklet Festivali hazırlığı için.

Otele dönüp biraz ayaklarımı uzatıyorum, bir iki telefon konuşması sonrası tekrar turlamak üzere çıkıyorum. Hasan Bey bana bazı dergiler getirmiş, Malatya’yla ilgili, BİLSAM tarafından yayınlanmış. Bugün de İstanbullu Konağına gittiğimde BİLSAM’a uğramıştım. Konak onlarca kullanılıyor.

Dün gördüğüm Suriyeliler’in minik lokantasına, Şire Pazarı’nın arkasında, falafel ve ful yemek üzere geldim. Çok tatlı insanlar, Türkçe öğreneni de var. Birden 7 yıl geriye gidiyor zaman. 2010’da Firu’yla Kilis’ten çıkmış Halep-Der Zor-Şam yapmıştık. Çok çok keyifli geçmişti. Orada yediklerimizi şimdi burada yiyebilmek... Hemen blogdaki sayfayı açıp onlara fotoları gösteriyorum. Seviniyorlar, aralarında Halep’ten ve İdlip’ten gelenler var.  Fotolar çekiliyor, telefonlar alınıyor. O kadar tatlı insanlar ki, benden yediklerimin parasını almak istemiyorlar, bizden diyorlar. Israr ediyorum ve söylemek zorunda bırakıyorum, 5- lira, komik bir para. Mırra ikramları oluyor, kakuleli.

Yol için biraz, döner dedikleri kayısı ezmesi, içinde fındık veya fıstık olan. Bir de muska denilen, pestile sarılı fıstık, ceviz (bilirsiniz çok lezzetlidir) alıyorum ‘Vitamin’den. Ya Malatya bu konuda bir derya, her yerde var, daha neler neler, yani süper gıdalar, bisküviden kat kat iyi.

Ve gene Muko’ya gidiyorum. Bol bol bisiklet konuşuyoruz. Nemrut’un Malatya-Adıyaman arasında nasıl sıkıştığını, Adıyaman’ın kan davasına dönüştürdüğü... Yani dinledikçe bu memleket ne zaman bu çekişmelerden kurtulacak diye düşünmeden edemiyorsun. Ama sanırım hiçbir zaman, çünkü bu tür çekişmeler her alanda var, buradan bir şey çıkmaz, bu ülkenin insanı bu kıskançlığı sürdürdükçe, biz her daim geriden geliriz. Çünkü işe yaramayan adamlar partizanlıkla mevkilere gelmişler ve işe yarayanı göstermemek için akla gelmeyecek cambazlık, pislikle uğraşmaktalar. Yeter ki kendi beceriksizliği belli olmasın.

Gloria Jeans Cafe’de bir espresso’yla biraz oyalanıp otel odasına dönüyorum. Yarın Kale yolcusuyum, 40 km kadar. Umarım geç saatte yağan yağmur yükünü gece boşaltır da yarın ıslanmam.



Etnografya Müzesi


Baş Oda 

Günlük Oda    

Mutfak    


Arkeoloji Müzesi    





İzoli Yazıtı



Cam, şişe, vazo, bardak, testi, tüpler, koku ve sıvı kapları; 
Roma dönemi (MS 1.-3. yy)






Kernek Şelalesi





Kanal Boyu




Atatürk Anıtı


Atatürk Anı Evi


İnönü Parkı



Atatürk Anıtı


Atatürk Anı Evi







Atatürk’ün çalışma odası


İstanbulluoğlu Konağı (BİLSAM)


Battalgazi



Kervansaray




Kanlı Kümbet



Ulu Camii 






Ulu Camii içi







Yağmur mu geliyor?



Yazım hatası


Battalgazi sokakları




Emir Ömer Mescidi ve Türbesi






Buhara Bulvarı


Muko Bisiklet Evi






Suriye Lokantası


Özlemişim bu lezzetleri, Suriye Lokantası


Hasan Bey ve İsmail ile


Hasan Bey, Ammer Bey ve İsmail 


Bisiklet taşımanın farklı yolu


Hmmm, mis gibi kahve kokuyor
















































































































21. gün (devamı) Malatya–Kale - 18. gün (öncesi) Nurhak-Doğanşehir




[bisikletle]Türkiye: Hititlerin İzinde


Sungurlu-Alaca = 51,37 km

Alaca-Boğazkale = 49,23 km

Boğazkale-Yozgat = 45,08 km

Yozgat-Sorgun = 38,20 km

Sorgun-Sarıkaya = 49,84 km



Kayseri-Bünyan = 48,46 km


Pınarbaşı-Sarız = 38,17 km

Sarız-Afşin = 71,15 km

Afşin-Elbistan = 45,39 km

Elbistan-Nurhak = 42,64 km

Nurhak-Doğanşehir = 58,78 km


Malatya-Kale = 46,47 km

Kale-Sivrice = 66,38 km

Sivrice-Elazığ = 32,60 km

Elazığ-Tunceli = 78,63 km