11 Aralık 2010

Suriye: Şam

19 Kasım 2010, Cuma / Şam

Günlerimizi Şam’ı gezmeye, keşfetmeye ayırdık. Bisikletleri otel odasında bırakıp çoğunlukla yürüyerek, bazen minibüs, bazense otobüsle dolaştık. Fazla ayrıntıya girerek anlatmayacağım, fotoğrafların daha iyi anlatacağını biliyorum. Ama biraz kısaca bugün yaptıklarımızı özetleyeyim:

Sabah dinlenerek kalkıp kahvaltı etmek için sokağa çıktığımızda bayram coşkusu halen devam etmekteydi. Yollarda ufak ufak bir şeyler yedik, meyve suyu içtik (koca bardak, bizdekinin 2 katı en az, 60 suriye greyfurt. 50 suriye şeker kamışı) ve ara sokakları gezdik. Sonra turizm bürosuna harita almak için gittik ama bayram nedeniyle kapalıydılar. Bu durumda Dört Seasons Otel’e uğrayıp bir şehir haritasını oradan edindik. Dolandık durduk şehrin içinde. Sabah Hamidiye Çarşısı içindeki 1885 tarihli muhallebici – dondurmacı Bakdash’da (Bektaş gibi) nefis bir muhallebi üzeri dondurma yedik, 75 suriye. Aynı yerde akşam da sadece dondurma yedik, 50 suriye. Peynirler aldık, sandviç yaptırıp karnımızı doyurduk, kahvelerde oturup çay ve kahve içtik, 25 suriye. Burada çay da kahve de aynı para. Emeviye Cami'sini ziyaret ettik. Kadınlar türbanlı bile olsalar üzerlerine cübbemsi bir örtü giymedikçe alınmıyordu.






 



 


Emeviye Cami

Caminin bulunduğu yerde M.Ö. 1. yüzyılda inşa edilen bir pagan tapınağı olduğu, bu tapınağın üzerine yine Romalıların Jüpiter Tapınağı’nı inşa ettiği ve Roma’nın Hıristiyanlığı kabul ettiği yıllarda İmparator Teodosius zamanında (379-395) bu Jüpiter Tapınağı harabelerinin üzerine, Hz. İsa'yı Şeria Nehri'nde vaftiz ettiği için Vaftizci Yahya adı ile bilinen Hz. Yahya namına bir kilise inşa edildiği biliniyor. Zaten bu kilisenin en önemli nişanesi de Emeviye Camii içinde bulunan Hz. Yahya'ya ait olduğuna inanılan türbe.

Vaftizci Yahya Kilisesi'nin yerine Velid b. Abdülmelik zamanında (705-715) Emevi devletinin merkezine yakışır, abidevi bir caminin yapımına karar verilmiş. Bu inşaat için Bizans'tan da en büyük ustalarını göndermesi istenmiş. Sonuç tek kelimeyle harika. Ortaya öyle bir eser çıkmış ki; bu mabet İslâm dünyasındaki üç büyük mescidin hemen ardından (Mekke'deki Mescid-i Haram, Medine'deki Mescid-i Nebevi ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa) dördüncü büyük mabet olarak kabul görüyor. Yine anlatılan odur ki, İslâm dünyasının en büyük ve acı facialarından biri olan Kerbelâ Vakası sonrasında şehit edilen ve başı kesilen Hz. Hüseyin'in mübarek başı da henüz günümüzdeki hâliyle inşa edilmemiş olan bu camideki özel bir bölüme konulmuş.


 

 
 
 



Mimari Yapı

Emeviler devrinde dünyanın kültür ve medeniyet merkezi olması sebebi ile mimari yapısı bir hayli gelişkindi, kent mimarisinde Arap, Yunan ve Roma etkileri görülürdü. Dünyadaki ilk modern park örnekleri burada görülmüştür ve buradan İspanya’ya ve oradan avrupanın tamamına taşınmıştır. Fakat uğradığı Moğol saldırılarından dolayı çoğu eserini kaybetmiştir.
Osmanlılar, şehri ele geçirdikten sonra buraya pek çok tarihi bina kazandırmışlardır. Ve şehrin en güzel yapıtlarından biri olan tren garını Osmanlılar yapmıştır.
Modern Şam, 2000’li yıllarda aşırı gelişme gösteren Şam şu anda iki bölümden oluşmaktadır, Yeni Şam ve Eski Şam. Eski Şam şehir merkezinde tarihi yapıların olduğu klasik kesimdir. Yeni Şam ise merkezin etrafını saran yer yer merkeze biraz uzak modern yapıda binalar ve şehir düzenlemesine sahip yerlerdir.
 
 

 
 
 

Hicaz Demiryolu

Sultan II. Abdülhamid, 2 Mayıs 1900'da çıkardığı irade ile Hicaz Demiryolu inşaatını başlatmış ve şahsi bütçesinden 50.000 lira bağışlamıştı. Demiryolu inşaatı süresince, projeyi bizzat Sultan'ın kendisi takip etti. Padişahın talimatıyla inşaat aşamaları fotoğraflanarak Yıldız Sarayı'na gönderiliyordu.

1 Eylül 1908'de resmen faaliyete geçen Hicaz Demiryolu, bu zor coğrafyada on yıl kadar hizmet verdi. Medine'ye ulaşan son tren 26 Mart 1918'de Şam'dan kalkan posta treniydi. Medine'den kuzeye sevk edilen son tren ise Tebuk'ten yukarı geçemedi.

Deve kervanları ile 40 günde aşılan Şam - Medine arası, trenle 3 güne indi. Asıl önemlisi demiryolu sayesinde hacılar Şam - Medine arasında Bedevi saldırılarından kurtuldu.

Hicaz Treni ile hacca giden ilk hacı adayları üstü açık vagonlarda seyahat ediyorlardı. Yolcuların güneş ve kurumdan korunmak için açık vagonlarda çadır kurmalarına izin veriliyordu.

Hicaz Demiryolu’ndaki lokomotifleri kullanacak makinistler başlarda Osmanlı Bahriyesi’nden temin ediliyordu. Gemiciler makinist olarak çalışmalarının yanı sıra Beyrut ve Hayfa limanlarına gelen demiryolu malzeme ve araçlarının nakliyatında çalışıyordu.

İngilizler, Arabistan'daki Osmanlı askeri varlığını sona erdirmek için Hicaz Demiryolu’nu hedef seçmişlerdi. Bedevilerin sabotaj ve saldırıları İngiliz casus Lawrence tarafından organize edildi. Böylece yardımdan yoksun kalan Osmanlı askerleri teslim olmak zorunda kaldı.

İngiliz ajanı Lawrence'in Hicaz Demiryolu’nun tahrip edilmesinde rolü büyüktür. Demiryolunun tahribi sonucu bölgeye asker ve mühimmat sevk edilemeyince asilerin bölgedeki hakimiyeti kolaylaştı.

1. Dünya Savaşı sonunda Medine'deki Osmanlı birliklerinin komutanı Fahreddin Paşa, destanlaşan müdafaasının ardından bugün Topkapı sarayında bulunan kutsal emanetleri ve yaklaşık 40 bin kişilik sivil halkı başarılı bir şekilde Medine'den Hicaz Demiryolu hattı ile tahliye etti.


 



 
 

 

 




Sonra günün en güzel sürprizi oldu. Böyle Şam’ı geziyoruz, merakla bir oraya bir buraya bakarak dolanıyoruz. Derken yan sokakların içinde yürürken bir de baktık köşede Enes ve Elena, bizim GPA dostlarımız. İstesek bu şekilde buluşamazdık. Dünya küçükmüş gerçekten. Koca şehirde gel aynı noktaya. Ne rastlantı değil mi? Ayaküstü sohbet ettik, herkes kendi macerasını özetleyiverdi.

Akşam yemeği için otelin yakınındaki Sahloul Lokantası’nı tercih ettik. Cam kenarındaki masalardan birine yerleşip etrafı seyrederek doyurduk karnımızı. 405 suri, bahşişiyle 450 tuttu. Gayet lezzetliydi her şey. Burada da tuvaletlerde sizinle ilgilenerek bahşiş bekleyen vardı. Ne verilir bilemediğimden boş geçtim.

Fiyatları karşılaştırdık Türkiye’yle. Mesela içki burada çok daha ucuz. Gordons Gin 800 suri, yani 25 lira. Bizde 45 veya daha fazla. Kuruyemiş de ucuz, badem 750, tütsülenmişi 800 suri, 3 krş’la çarpın anlarsınız fiyatını. Elma 50, mandalina 35, domates 10 suri. Yani Türkiye’de pahalılık almış başını gitmiş.

Bir başka konu ise burada dikkatimizi çeken, insanlar birbirleriyle tartışmıyorlar. Trafik de sıkışsa, kalabalık da olsa ortalık, kimse kimseye bağırmıyor, el kol hareketi yapmıyor. Biz de ise tam tersi, birbirimize öfke ve kinle yaklaşıyoruz. Hoşgörümüz yok, sabırsızız. Sokaklar temiz değil ama sidik de kokmuyor. Köpek zaten görmedik ortalıkta, kedi var, ama fazla da değil. Güvercin sadece yetiştiriliyor, yerine kumru çok etrafta. Hayat sokakta geçiyor, yemekler, içecekler, her şey ortalıkta. Kapalı bir toplum değil. Başları örtülü de olsa sokakta oturup nargilesini fokurdatıyor kadınlar. Makyajları çok abartılı ama. Gözler kaşlar iyicene ortaya çıkmış. Sürmeler, allıklar, rujlar ön planda. Ama kara çarşafların içinde dolaşanlar da az değil. Zavallılar, merdivenleri inerken önlerini göremediklerinden düşme raddelerine geliyorlar. Erkek egemen bir toplum ama. Tabii kırsal kesim daha tutucu kentlere nazaran. Ne var ki uyum içinde görünüyorlar. Yalnız bunlar dışarıdan gözlemler, içlerinde yaşamadıkça gerçekleri bilemezsin tabii.
 

 





 
 


 
 

20 Kasım 2010, Cumartesi / Şam

Bugün sokağa çıktığımızda bambaşka bir Şam’la karşılaştık. Geldiğimizden beri ortalıkta çokça olan seyyar satıcılardan eser yoktu. Şehir sakinleşmiş, sanki esas sahipleri geri gelmişti. Dükkanlar açılmakta. Bayram tatili sona ermiş, Suriye için tatil olan cumartesi sonrasında günlük yaşam yarın pazar günü başlayacaktı.

Güvercin yok diyordum, yanılmışım. Emeviye Camii’nin önü doluydu. Demek onlar da seyyar satıcılardan kaçmış, şimdi geri gelmişlerdi. Hani İstanbul’da Eminönü meydanı bayram sırasında işportacılar tarafından istila edilir ya, aynen öyle düşünün. Çarşının ortası onlarla doluydu, mısır satanlar, yemek satanlar, hepsi kaybolmuştu. Bayram ziyaretçileri de gidince bakalım yarın nasıl olacak burası, çok merak ediyorum.

Bugün iki ayrı yöne gittik, kuzeye ve güneye. Dönüşü buradan Halep’e araçla yapmak istiyoruz. Zamanımızın çoğunluğunu Şam ve Halep’e ayırıp yolda kullanmayalım düşüncesiyle. O nedenle ya tren ya da otobüsle gidebilirdik bu 350 km yolu.

Otobüs garajı şehrin kuzeyindeydi. Bulunduğumuz yere 4 km uzaklıkta. Hem de yürümüş oluruz diye o tarafa doğru yöneldik. Hava sıcaktı, dünden kalan bir yorgunluk da eklenince biraz zorlandım yürürken. Evet, otogar bizim Şam’a girdiğimiz bölgedeydi. Ama geldiğimizde ortalık insan kaynıyordu, elbise satıcıları, yemekçiler... İşportacıların hiç biri kalmamıştı. Garaja girip Halep hangisi diye kapıdaki güvenlikçiye sorunca şirketi bulmamız kolay oldu. Yoksa bizim harflerle yazılı hiçbir şey yoktu okunacak. Her yarım saatte bir sefer varmış ve 4,5 saat sürüyormuş Halep. Parası da 150 suri, yani 4,5 lira. Bisikletleri de alırız dediler. Ohh ne ala ;) Mualla.

Otele geri dönmek için gerekli minibüsün durağı hemen yakındaydı. Burada servis deniliyor bu arabalara. Bizi çok yakınına kadar 10 suriye getirdi, 30 krş. Şoförün de annesi Antepliymiş, çat pat Türkçe bile konuşuyordu.

 

 


Şam adının kökeni

Arapça'da tam olarak Dimashq Ash-Shām denir. Genelde Dimashq kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar Ash-Shām tercih ederler. Ash-Shām Arapça'nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād ash-Shām demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos’dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. M.Ö 14. yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir. Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.







 

Otelde bazı ihtiyaçları giderip güney yönüne doğru, tren istasyonuna gitmeye başladık. Yolda karnımızı da falafel ile doyurarak. Ama istasyon çok uzak dediler, 2 saat yürümek gerekirmiş! Peki o zaman buraya da bir servisle gidebilir miyiz diyerek atladık birinin önüne (dolmuşun elbette), yani tabii sağdan soldan aldığımız bilgiler doğrultusunda. Hatta deftere Arapçasını ve okunuşunu yazarak. Neme lazım, kaybolursak!

İstasyonda İngilizce konuşan bir memureden edindiğimiz bilgiler, trenin yanına gidip öğrendiklerimizle örtüşmedi. Memure sabah 6:15’de tren var diyordu ama perondaki memur ve yolcular farklı şeyler söylediler. Hatta beklerken bir tanesi hareket de etti. Sonradan bir başkası da hareket edecekti. Aslında galiba tren Halep üzerinden gittiğinden hepsine binmek mümkündü. Ama bisiklet almadıklarından pek de trene heveslenmedik, üstelik de 240 suri. Yükleriyle bekleyen yolcular olduğuna göre furgon vagonu da olmalıydı. Eeee bisikletleri de oraya niye koyamayasın?!!! Ancak dil bilmeyince işler zor oluyor. Amaaan boş ver treni, ne gereği var şimdi? Zaten otobüs gidiyordu, hem de daha ucuza.

Geri dönmek için araç bakındık. Bizim gibi yol kenarında bekleyen birisine gideceğimiz bölgeyi sorunca, bizi yeşil otobüslerden birisine bindirdi. 10 suriye otelin yakınına kadar geldik. Anlayacağınız Suriye bize göre öyle ucuz ki, şaşarsınız. Kurabiye aldık, küçük bir kesekağıdı dolusu, susamlı falan, 50 suri, yani 1,5 lira. Simidi ancak alıyorsun 75 krş’a bizde.

Eski Şam’ın da dışına çıkmış olduk bugün. Markaların satıldığı muhitlerden geçtik. Bu aynen Sultanahmet – Nişantaşı farkı gibiydi. Arabalar lüksleşti, insanlar şıklaştı, dükkanlarda çeşitler arttı. Çok güzel bir ekmek fırını gördük. Genelde hep lavaş satılıyordu. Bazen sandviç ekmeği olabiliyordu ama nedense hamurları tatlıydı. Manavlardaki sebzelerse enfesti. Çeşit çeşit otlar, kekik, fesleğen, radika, roka, turp, minicik patlıcan ve kabaklar. Muzlar salkım salkım, limonlar küfelerle, domatesler sandık dolusu. Hıyarlar da körpecik. Yani 90 gün kalma izni var, acaba bir ev kiralayıp 3 ay yaşamalı mı burada?
Bundan iyisi Şam’da kayısı.
 


Şam’da çok büyük meydanlar var, ortalarında fıskiyeler çalışıyor. 7 yolun buluştuğu kocaman dairesel kavşaklar. İstanbul’da göremeyeceğimiz büyüklükte. Şehircilik bizden daha iyi ele alınmış gibi (tüm bunlar Fransızların işi mi?). Bizimkiler neden bunu akıl etmemiştir, bilinir ama bir şey değişmez. Biz yıkar yerine çirkinini dikerek övünürüz.

Akşam üstü gene Hamidiye Çarşısı’nın içindeki dondurmacıya (Bakdash) girip kurabiyelerle bir kase dondurmayı paylaştık Firuzan’la. Aynen bizim Maraş dondurması tadında ve sadece 50 suri, 1,5 lira yani. Topunu vermiyorlar Mado’da!!

Bakdash her gelişimizde öyle bir kalabalık ki, resmen izdiham yaşanıyor. İnsanlar sürüler halinde girip çıkıyorlar. Bu çarşıda iki başka dondurmacı daha var ama onlar hep sakindi. Demek ki 1 numara burası.

Firuzan artık daha iyiydi. Sesini geri kazanmış, enerjisi gelmeye başlamıştı. Bu sefer bende biraz yorgunluk belirtileri vardı. Akşam bir aspirin almayı düşünüyorum.

21 Kasım 2010, Pazar / Şam

Bugün hafta başladı Şam’da ve dükkanların tamamı açılmış, insanlar işlerine gidiyorlardı. Alıştığımız bir kent görünümü vardı artık.

Otelden çıkıp turizm ofisine harita almaya gittik. Fark ettik ki, daha önce bayağı bir dolanarak gitmişiz, meğerse otele çok yakınmış ofis. Biz tam bir yay çizerek gidiyormuşuz. Dolan dolan dur durumları!

Kahvaltımsı bir şeyler alabileceğimiz yer aradık yol boyunca. Bir fırın vardı, taze taze kuru soğanlar (Croissant / Krossan demek istedim elbette) tepsilerde. Bir paskalya çöreği alıp turizm ofisine vardık. Ama sadece Almanca birkaç broşür bulabildik. Yarın fazlasının geleceğini söylediler. İster inan ister inanma!!!

Dönüş yolunda bir pideciye rastlayınca aç kalan karnımı doyurdum, kuru soğanlar kesmemişti. 4 parça küçük pideye 39 suri (125 krş.) ödeyerek midedeki boşlukları doldurduk.


 



 








Şam’ın çok ünlü arkeoloji müzesini gezmek için adam başı 150 suri ödedik. Galiba müze ücretleri hep aynı tutulmuş. Ülkenin dört bir yanından gelmiş oldukça zengin eserlerle doluydu (tarih öncesi, Yunan-Roma dönemi ve İslami Ortaçağ’a ait). Hatta içerisine sığmayanları bahçesine koymuşlar (aynen İstanbul’daki arkeoloji müzesi gibi). Güzel sanatlar öğrencileri desen çalışması yapıyorlardı karşılarında. Bir sürpriz rastlantı da Abu Makbara köyünde tanıştığımız ve evinde misafir olduğumuz rehber Mohammed oldu, turist gezdiriyordu. Dünyanın ne kadar küçük olduğunu tekrar ve tekrar gördük.

Müzenin içinde (dikkat çekici bir büyüklükte) asılı olan ve satılan tüm haritalarda bariz bir şekilde, Antakya ilimizi kendi topraklarında göstermekteydi Suriyeliler. Bu haritaların bazıları da 2010 tarihliydi. Yani komşularımızla sıfır problem döneminde basılmıştı. Amma velakin...!! Acaba başbakanımız buraları ziyaret ettiğinde bunları fark etmiyor muydu?

Müze çıkışı, bahçedeki kahvede birer çay eşliğinde biraz dinlenmek ve eldeki broşürleri incelemek üzere mola verdik. Çay başı 75 suri ödeyip sigara dumanından uzak bir köşeye sığıştık. Nedense duman hep içmeyene gelir.
 
 




Müze sonrası herhangi bir otobüse atlayalım ve gittiği yere kadar gidelim, olmaz mı dedi Firuzan. Bakalım karşımıza ne çıkacak? Rus ruleti gibi. Duraklarda bekleyen otobüslerden birini, 99 rakamını taşıması sebebiyle seçip bindik (estetik gözüktü gözümüze iki dokuz yanyana). Biletin adam başı 10 suri olduğunu sandığımdan 25 uzattım 2 kişi için, ama şoför bir şeyler söyledi, anlamadım! Tesadüf, kapı kenarında oturan bir yolcu, İngilizce biliyordu ve bize mütercimlik yaptı. Bu otobüs şehir dışına, 30 km öteye gidiyormuş, Seydnaya isimli yerleşkeye. Orası Hıristiyanların yoğun yaşadığı ve kiliselerin çokça olduğu, kutsal kabul edilen bölgelerden biriymiş. Ehh bundan daha iyisi olabilir miydi? Buralarda, farklı din mensuplarının yaşamlarını görmeyi çok istiyorduk zaten. Ve 40 suri ödeyerek otobüste yerimizi aldık. Tercümanımız Halil Bey yanımıza gelerek yol boyunca bize bilgi verdi. Bununla kalmadı, bizi orada gezdirdi ve baldızının evine davet etti. Amma, şu da bilinsin: Kendisi Hıristiyan Suriyelilerden idi.

Bu bölgede lokantaların çokluğu dikkat çekiciydi. Öğrendik ki, Şam’dan buraya lokantalara içki içmeye gelinirmiş. Hıristiyan bölge ve nüfusundan dolayı olsa. İçki yasağı yoktu Suriye’de ama demek ki daha rahat ediliyordu buralarda.

Seydnaya’nın tepesinde kocaman bir manastır var. Efsaneye göre, Bizans imparatoru 1. Jüstinyen’in (482-565) bu bölgede avlamaya çalıştığı bir ceylan, aniden Meryem ananın görüntüsüne dönüşür ve ona burada bir manastır inşa etmesini söyler. 547 yılında Jüstinyen tarafından yaptırılmış bu manastırı gezmeye başladık. Dik merdivenlerden tırmanarak girdik. Pek çok kutsal sembol vardı içinde, bazılarına adaklar bağlanmış. Rahibeler dolaşıyordu ve ziyaretçileri saygıyla selamlıyorlardı. Aziz Lukas tarafından yapıldığına inanılan Meryem ananın ikonu da buradaymış. Özenle muhafaza altına alınmıştı.

Şehre tepeden bakmak çok güzel. Bolca fotoğraf çekip sohbet ederek Halil Bey’in evine gittik. Kültür farklılığı hemen kendini gösterdi. Adetler değişti. Dekor değişti. Bize et yemediğimizden ıspanaklı börek ve kızarmış karnabahar ikram ettiler, çayla birlikte. Ailenin diğer fertleriyle tanışıp iki ülkenin geleneklerini paylaştık, farklılıklarını gösterdik. Müslim, gayrimüslim meselesini konuştuk. 1 saat boyunca bu hoş insanlarla güzelce vakit geçirip yanlarından ayrıldık.















“Halil Bey’in baldızı bizi çok candan karşıladı. Ayakkabılarımızı çıkartmadan içeri girebileceğimizi söyledi. Suriye gezimiz boyunca bunu ilk defa yaşıyorduk. Birazdan evin kızı Natalou (kulağımıza Natali olarak çalındı) yanımıza geldi. Çok sakin bir tonda konuşuyordu. İngiltere’de bir kaç ay İngilizce kursu aldığını, üniversitede turizm okuduğunu ve şimdi de iş aradığını anlattı. Natali’nin ablası, teyzesinin kocasının küçük erkek kardeşi ile evliymiş. Kafam anlık karıştı ama. Şimdi size sorum şu: Natali’nin eniştesinin adı nedir?

Halil Bey’in eşi Maha’nın güzellik salonu varmış, Şam’a 18 km uzaklıktaki Duma’da. Kendi de gayet bakımlı görünüyordu. Ev sahibi Hayat Hanım ve Azer Bey de evin sakinliğine sakinlik katıyorlardı. Ortalıkta çocuk yoktu da ondan tabii... Arka planda, televizyondaki dini içerikli program vardı. Maha ve Hayat kardeşlerin dini yönlerinin ağır bastığını söyledi Halil Bey. Bu yüzden çoğu zaman bu kanal seyredilirmiş baldızın evinde.”
 


Dönüş için otobüs yoktu, pazar günü tek sefer yapılırmış maalesef. Biz de servise atlayıp adam başı 25 suriye, yani 80 krş’a 30 km’yi geri döndük. Öne de oturunca etrafı seyrede seyrede.

Yol boyunca gördük ki, trafik ne kadar karmaşık da olsa kimse kimseye kızmıyor, yürü lan öküz demiyor, korna çalmıyordu. Her ne kadar yolunu kesse veya önüne atlasa bile.

Şehre vardığımızda, sabah gelirken karşımıza çıkan internet kafeye uğrayıp bir iki mesaj yolladık memleketteki dostlarımıza. Meraklarını hafifletmek gerekiyordu. İnternete girmeyeli epey olmuştu. Bazı basit sitelere burada da bağlanma zorluğu vardı. Engel konulmuş, devletçe. Mesela Amazon’a bile giremiyorsun. Garmin’e girip bilgileri yüklemek mümkün olmadı. Halep’te de olmamıştı. Bu anlamda burası bizden de beter!!

Evet, nihayet diyeceğim, akşam yemeği için geldiğimizden beri açılmasını beklediğimiz lokantaya “Grape Leaves”e gittik. Küçük bir yerdi, yemekleri lezzetli. Birer tabak bize uyanlardan seçip 205 suri ödeyip ayrıldık. Yani 6,5 lira. Gerçi tam doymadık, bize göre de başka şey yoktu. Çoğu etli, maalesef!! O nedenle çıkışta bir porsiyon kızarmış patates, sonra da canımız mısır çekince, birer haşlanmış mısırı kazıklanarak (tanesine 50 suri, başkasına sorduğumuzda 25 dedi!!) alıp karnımızı tam şişirdik. Şimdi bunları hazmetmek için hareket gerekirdi ve “Bab Sharqi”ye, yani şark kapısına doğru yürüdük. Bu bölge, daha çok turistlerin yoğun, Hıristiyan nüfusun fazla, kiliselerin bulunduğu mıntıkaydı. Gençler açık giyimli. Kafasını bağlayan da düşük belli daracık jean giymiş dolanıyordu. İçki satan dükkanlar çokca. Şimdi şaşıracaksınız ama yerli markalarımız burada bizden daha ucuz. Burgaz rakı 450, yani 14 lira, İstanblue votka 350, yani 12 lira. Bacardi Gold da 700 (alsaydım 650’ye verecekti), yani 22 lira. Yeşilköy duty free’de bile bu fiyatın üstünde. Bir kere daha gördüm ki biz ülkemizde ne kadar pahalıya yaşıyormuşuz!!!

Bir olumsuz yandan söz etmem gerekiyor: hava kirliliği! Kullanılan yakıtın kalitesinin düşüklüğünden, çıkan egzoz gazları ciddi bir hava kirliliği yaratmış Şam’da. İkimiz de başımızın ağrıdığını fark ettik, sürekli. Hatta dumana çok yakın olunca mide bulantısı da yapıyor. Nedeni nedir diye düşününce egzozdan olduğu akla geliyor. Sanırım petrolü kuyudan çıktığı gibi kullanıyorlar.


Hamidiye Çarşısı

Son büyük Osmanlı eserlerindendir. Şam, çok değerli ipekleri, atlasları, kılıçları, tatlıları ve dondurmasıyla ünlüdür. 2. Abdülhamit döneminde yapılan Hamidiye Çarşısı; canlı, hareketli, renkli ve büyülü atmosferiyle Şam'a gelen herkesi kendine çeker. Bu çarşıda Şam Kumaşı diye ün salmış el dokuması Dimasko kumaşlar sergilenir. Karayoluyla hac yapıldığı dönemlerde Türk hacılarının en önemli uğrak yerlerinden biridir.

Bu nedenle Şam'da günümüze kadar gelen Roma, Bizans, Osmanlı dönemi eserleri ve yaşam biçimi içiçe geçmiş durumda. Ama Şam deyince akla, şehrin kalbi sayılan eski şehir geliyor. Roma döneminde yapılan duvarlarla çevrili olan eski şehrin merkezinde Hamidiye Çarşısı yer alıyor. Çarşı İstanbul Kapalıçarşı'nın bir benzeri. Ancak çarşının tavanı metal. Ana cadde etrafında yer alan sokaklarda, Kapalıçarşı’da olduğu gibi, farklı farklı ürünler satılıyor.


22 Kasım 2010, Pazartesi / Şam

Tekrar turizm ofisine gittik. Sözde haritalar gelecekti bugün. Ama aradığımız yoktu. Ancak bölgesel haritalarımızı tamamlamış olduk. Bugün Şam’da son günümüz. Yarın otobüsle Halep’e gideceğiz. Artık dönüş yolundayız. O nedenle bazı alışverişler yaptık bugün, kahve ve kuruyemiş, hediyelik birkaç şey. Firuzan bir şal seçti. Ben de dün bir topaç görmüştüm, onu aldım. Etrafa ışık saçıyor dönerken, 50 suriye. Akşam üstü şehrin Avrupai kesimine gidip gezdik. Pek çok marka vardı ve bize göre yarı fiyatına satılıyordu. Bir otobüs şirketi İstanbul’a kadar gidiyordu, 2200 suriye. TL karşılığını bulmak için 3,2 ile çarpın.

Çekirdek kahvenin kilosunu 300’den (suri) aldık. İçinde kakule olanı ise 400’dü. Gerçi daha ucuzları da vardı. Kuruyemişi ise daha önce de gittiğimiz ve dostluk kurduğumuz Al Birakdar’dan. Bademler 750, tütsülü badem ve kaju ise 800 suriydi.

Sigara fiyatları benim için önemli değil ama karşılaştırmak için Marlboro 85 suri. Uzun süreli kalmak için ev fiyatlarını araştırdık. Yeni kesimde 2 odalı mobilyalı bir ev için 888 $, eski Şam evinde 2 kişinin kalabileceği oda ise 400 $’mış aylık. Şehirde pek çok yabancı gördük, sanırım bu şekilde kalıyorlardı. O nedenle fiyatlar almış başını yürümüş.

Trafik polisleri vazifelerini büyük bir ciddiyetle yapıyorlar. Park yasağını ihlal edene aman yoktu. Tekeri kilitlenmiş, camına cezası yapıştırılmış çok araç gördük.



 








Ama, bu ülkede soda içilmiyordu. Hayret mi desem? O nedenle soda fiyatlı. Uludağ sodası 1 liraya, Perrier ise 1,5 liraya geliyordu. Ama kola gibi gazozlu meşrubatlar 25 suriydi. Raflarda pek çok Türk ürünü var, özellikle Eti ve Ülker.

Yemekler için ortalama 400 suri ödendi. Fiyatlar çoğu yerde aynıydı. Yani bizdeki gibi her köşede ayrı fiyat yoktu. Bir çantayı 6 ayrı yere sorduk, hepsi de 300 suri dedi. Ama biz aradık taradık 200’e aldık, azimle betonu deldik :)

Gene de bir şeyi almadan önce fiyatını sormak en doğrusu. Peynir olsun, ekmek olsun, çay olsun istemeden önce sorun ve paranın üstünü sayın. Küçük miktarlara tenezzül edenler oluyor. Mesela 6 çay 175 diyor. Böldüğünde küsuratlı bir sayı çıkıyor. Sonra bir tanesi kaça dediğinde zar zor 25 diyor. Çarp altıyla, 150 eder. Veya garson paranın üstünü kendine göre yuvarlıyor. Küsuratları cebe alıyor. Üsteleyince geri getiriyor. Bu da bir Suriye tarzı olsa gerek. Bahşişi sizin adınıza belirliyor!!

Akşam yemeği için gündüzden gözümüze kestirdiğimiz güzel bir lokantayı seçtik, dekoru çok hoştu. Yemekler ve sunum da. Buna benzer pek çok yer, hatta çok daha güzellerini gördük, ama sadece baktık. Temkinli hareket ettik. Neme lazım, kazık olmasın çekincesiyle!! Eski Şam’da pek çok evi restore edip lokanta / otel olarak kullanıma kazandırmışlar.

İlginç: Öfkenin sonucu bir sokağın zeminine teneke üzerine çizilmiş İsrail bayrağını çakmışlar ve gelen geçen basarak çiğniyor. İsrail’e kızgınlık hat safhada. Türkiye’ye ise sevgi taşıyorlar.

Şam keyifli, yaşam dolu bir şehir. Osmanlının izleri her yerde. Görülmesi gereken yerlerden.
Bakalım, yarınki otobüs yolculuğu Halep’e nasıl olacak?