5 Haziran 2018

[bisikletle]Türkiye: Lidyalıların İzinde (Demre–Karaöz)

4 Haziran 2018, Pazartesi / Demre – Karaöz, 59 km (37. gün)

Gece sivri vardı odada. Yanımdaki ilacı sıkarak uyuyabildim. Balkon penceresini açık bırakmıştım. Burası sıcak, Kaş’ın tepeleri gibi değil. Sabah her zamanki şekilde uyandım. Hazırlandım ve 8 gibi kahvaltıya indim. Zaten kahvaltı bir tabak malzeme. Sadece zeytin, domates, hıyar ve 2 yumurta istedim. Çay sallamaydı. Burası ile Winecity arasında 10 liralık fark var ama odalar arasındaki fark çok büyük. Bu otel 70 lira olarak fazla. Hatta 80 olarak çok çok fazla.

8 buçuk gibi Demre’den ayrılıyorum. Hava nefis, erken saatler en güzel saatler. Yolum doğu yönünde, Kumluca’ya gidecek, 50 kilometre gibi. Ama Aydın’ın arkadaşı Onur biraz daha ileride, Karaöz’de oturuyor, ona misafir olacağım. Yani yolum uzayacak.

Dün gördüğüm turcu ileride pedallıyor. O da erken yola çıkmış. Yanından geçerken “Turkish?” mi diye soruyorum.  “No, are you?” diyor.  “I am.” diye cevaplıyorum. Fazla takılmadan hızla pedallamaya devam ediyorum. Desteği olmadığından daha yavaş gidiyor.

Dümdüz sürüyor yol. Demre’den 7 kilometre sonra bir lagün geldi, Beymelek. Kıyısını dönüyorum. Balık tutmak yasaklanmış, defalarca uyarı levhaları dikmişler. Sağda solda lokantalar var, bir de ‘Mavi yengeç yediniz mi?’ levhaları. Lagün tatlı tuzlu karışıkmış. Bu yengeçler herhalde tatlı su kısmında yaşıyorlar.

Lagünün kuzey ve doğusunu Gülmez Dağı çevreler. Demre Ovası ile Lagünün batı kıyılarına kadar sokulan alan kum-kil alüvyonla kaplıdır. Güney sahili kum ve mille denizden ayrılmış olup tabanı siyah bir mil ile kaplıdır. Boyu 2,5 km, eni 2,1 km olan üçgen şeklindedir. Gölün derinliği 2,5-3 m kadardır. 355 ha alana sahip olan göl Türkiye'nin önemli doğal yaşam alanlarından biridir. Göl içinde iki adet küçük ada vardır. Göçmen kuşların kışlama ve yaşam alanı konumundaki dalyanda 30'un üzerinde kuş türü yaşamaktadır. Türkiye'de canlılığını koruyan ender sulak alanlardan biri olan Beymelek Dalyanı'nda çipura, levrek, sargoz, 6 kefal türü, mırmır, yılan balığı başta olmak üzere 20'nin üzerinde balık türü yaşamaktadır. Beymelek Dalyanı'nda yaşayan en özel canlı ise 'mavi yengeç'tir. 

Lagün sonrası yükseliyor ve kıyıya paralel devam ediyorum. Bu yol da bir harika, tam filmlik. Deniz yanı başımda, kıyı dimdik iniyor, yolun durumu süper, hafif iniyor hafif çıkıyorum, devamlı dönüyor kıvrılıyor. Tam keyif hali. Su pırıl pırıl. Minik koylara inen merdivenler var. Kıyıda plajlar, tekneler, dinlenme tesisleri, Antalya belediyesinin yapılmakta olan ‘Hatun Kadınlar Plajı’ (Ne isim ama?). Dış cephesi bitişik düzen ağaçlarla kaplanmış, içerisi görünmesin diye. Uçkuruna hakim olamayan erkeklere karşı tedbir!

Dünyaca meşhur portakalı, doğası ve tarihiyle Torosların eteğiyle Akdeniz’in arasında konumlanmış Finike geliyor. Yat limanı sağımda, güzel gözüküyor. Bir hayli fazla demirli tekne var.

Finike, MÖ 5. yy’da Aykırıçay (Arykandos) ağzında Phoinikos adıyla kurulmuş eski bir yerleşim yeridir. Bu yönüyledir ki Finike birçok tarihi ören ve antik yerler ile doğal güzellikleri vardır. Bunlar arasında Limyra, Arikanda ve İdebessos gibi yerleşim yerleri önemlidir. Yine Suluin Mağarası ve 5 km uzunluktaki Gökbük Kanyonu görülmeye değer doğal güzelliklerdir.

Tarihte palmiyeli şehir olarak bilinen Finike’nin iç taraflarına bir gireyim bakayım diye sahil yolundan ayrılıyorum. Akan çay boyu dizili dükkanlar, lokantalar var. Gözüme nedense hiç otel ilişmedi, yat limanın oradaki hariç. Tepede bir tane görüyorum, Simena Pansiyon. Yolu var mı acaba? (Sonra öğreniyorum ki; 1'i 5 yıldızlı olmak üzere 3 otel, 2 apart otel, 12 pansiyon, 10 ad. motel olmak üzere toplam 27 tesis faaliyet göstermekte.) [e] 30,1 km/10.08/%20 harcandı. 

Finike çıkışında Artukbey Dibek Kahvesi dikkatimi çekiyor. Bir küçük mola, bir fincan kahve iyi gider diye yerleşiyorum. İki güzel hanım kız servis yapıyor. Önce bir “special” kahve geliyor, 5-6 çeşit kahvenin karışımı, daha hafif olduğunu söylüyorlar. Önce onu, sonra daha sert olduğu söylenen Süryani kahvesini tadıyorum. Doğrusu ikisinde de pek bir şey bulamadım. Derken turcu önümden geçmekte, yetişmiş bana. Çağırıyor, kahveye davet ediyorum. Tanışıyoruz, İngiliz, adı Cody. Londra’dan çıkmış Yeni Zelanda’ya gidiyor. Hatta bir dünya turu da atmak istiyor. Yani Kuzey-Güney Amerika... Süper değil mi?
  
Bolca bisiklet, tur gibi konuları paylaşıyor Kumluca’ya kadar yol düz, birlikte pedallayalım teklifini kabul ediyor, bataryayı açmayarak refakat ediyorum. Yol boyunca dünya siyaseti, ülke siyaseti, kapitalizm, kadın erkek ilişkisi, evlilik, vegan-vejetaryen... Pek çok konuyu konuşarak Kumluca’ya vardık. Buradan ilçeye girmeyip Mavikent yönüne dönüyoruz. Yol üzerindeki bir kahvede, çay, soda, tost ısmarlayarak geleneksel Türk misafirperverliğinden örnekler sunarak vazifemi yerine getiriyor, biraz dinlenmek, hava serinleyince Olympos’a gitmek istediğinden ağaçlık bir bölgede ayrılıyoruz. (Buradan sitesine bakabilirsiniz.)

Ben Karaöz’e gitmek için sağdan orman içinden giden yolu tercih etmenin keyfini, günün ikinci, turun favori rotasını pedallıyorum. Çam ağaçlarının reçinesi ve denizin iyodu burnumu yakıyor. Bazı piknik alanları geçiliyor. Ara sıra orman yoğunlaşıyor ara sıra deniz. Bir ara kafam karıştı, reflekslerim durdu herhalde, yolun ortasında karşıma çıkan arabadan kaçamadım. Burun buruna geldik. Adam frenledi ve sağımdan devam etti. Şaşkınlıktan öyle kala kaldım. Tekrar binemedim, az kalmış yokuşu ittim.

Karaöz, Antalya Körfezinin batısında yer alan burnun (yarımadanın) Finike Körfezine bakan kıyısında bulunan, yazlık evlerden oluşmuş küçük bir köy görünümünde. Onur’un yolladığı konumla da oturduğu evi buluyorum. Son kısmında kahvedeki kişiden biraz yardım alarak.

Onur ve Aslı ile tanıştıktan sonra bolca sohbet ederek, passion fruit, köpekler, Ankara, gezi... saymakla bitmez konuları paylaşıyoruz. Aslı bir müddet sonra uçağına yetişmesi gerektiğinden ayrılıyor. Bana sunulan leziz yemekleri afiyetle yiyerek karnımı doyuruyor, sonra Onur’un bir köy turu teklifini kabul ediyor ve arabayla dolanıyoruz köy içinde.

Sümerlerden insanlığa kalan pek çok miras var ve bu sadece mitolojiyle de sınırlı değil. İşte MÖ 4000-MÖ 2000 arası var olmuş, yazıyı icat eden topluluk olarak kabul edilen, Mezopotamya'da ilk uygarlığı oluşturan Sümerlerin günümüze kadar gelen etkileri (devamı):

Domuzun haram olması: Tammuz'un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi'dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir. Domuzu mitolojide günahkar, dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan 'Tanrı katili' sıfatıdır. 
Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.

Yere düşen ekmeğin öpülmesi: Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz'un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz'un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi.

Sabiilere göre, ekmek Tammuz'un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı. Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez. Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz'un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti. 

(Ek olarak, Sabiiler'e göre ekmek Tammuz'un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysos'un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya'sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)

Kurban ritüeli: Sümer'de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak,
hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi. Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.
  
Mitolojideki ilk tek Tanrı, Marduk: Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer'deki Tammuz'un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.)

Marduk, MÖ 2000'de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olara, MÖ 1600'lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi. 

Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk'a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk'un 50 kadar ismi olur. Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür.

Babil'in zayıflaması ve Asur'un güçlenmesiyle Marduk'un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.

14 Şubat sevgililer günü: Sevgililer günü günümüzden çok daha evvel Antik Yunan'da kutlanıyordu!

Sümer'deki Tammuz-İnanna ve Anadolu'daki Attis-Kibele evlilikleri gibi Antik Yunan'da da Tanrıça Hera ile Tanrı Zeus'un kutsal evliliği yüzyıllardır kutlanıyor.

Zeus genel olarak partnerlerini aldatan çapkın bir yapısı vardır ve bir gün şekil değiştirerek Hera ile birlikte olur. Aldatıldığı ve gururuyla oynadığı için Zeus'u sadece onunla evlendiği takdirde affedebileceğini söyler ve kutsal evlilik gerçekleşir. Antik Yunan'da Tanrıların Tanrısı olan Zeus evlenince Tanrıça Hera'da Tanrıların Tanrıçası olmuştur.

Antik Yunan'daki Hera, Roma'da Juno ismini alır. Roma'da kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak bilinen Juno'ya duyulan saygı sebebiyle 14 Şubat tatil ilan edilir ve bu tarihte çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Böylelikle 14 Şubat, Antik Yunan tanrıçası Hera'nın sevgililere hediyesi olmuş oluyor.
  
Baş örtüsü: Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz-İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi). Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı). 

Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı. 
MÖ 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.

Kartal: Sümer'de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır.

Sümer'deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir. Sümer'den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur. (Roma, Selçuklu, günümüzde ABD vs.)

Kutsal sayılar: Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır).

Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir. Sümerlerde sayı sistemi 10'luk değil, 60'lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60'tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30'dur. (Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar).














Demre - Karaöz
Tur tarihi: 4 Haziran 2018
Kat edilen mesafe: 59,64 km
Ortalama hız: 15,7 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 48 dk., dışarıda geçen süre 6 sa. 12 dk.
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 27 ˚C, ortalama 32,7 ˚C 
İrtifa kazancı (çıkış) 740 m, kaybı (iniş) 717 m
En düşük irtifa 0 m, en yüksek irtifa 90 m

Garmin yol bilgileri Demre-Karaöz

Relive yol bilgileri Demre-Karaöz



Kıyak Otel



Demre’den ayrılışım 8.30.

Hava nefis, erken saatler en güzel saatler. Yolum
 doğu yönünde, Kumluca’ya gidecek

Dün gördüğüm turcu ileride
 pedallıyor. O da erken yola çıkmış. 




Dümdüz sürüyor yol. Demre’den 7 km sonra bir lagün geliyor.


355 hektar ile pek çok canlının doğal yaşam alanı. 


Lagünün kıyısını dönüyorum. Balık tutmak yasaklanmış,
 defalarca uyarı levhaları dikmişler. 





Sağda solda lokantalar var, bir de ‘Mavi yengeç yediniz mi?’
 levhaları. Lagün tatlı tuzlu karışıkmış. Bu yengeçler
 herhalde tatlı su kısmında yaşıyorlar.




Buradaki dalyan, çupra, levrek, kefal, mırmır, lahos (grida),
 yılan balığı başta olmak üzere toplam 32 tür
 balığın doğal yaşam alanı. 

Balıkların yanında mavi yengeçler ve kuşlar da dalyanda
 doğal olarak yaşamalarını sürdürüyor.


Lagün sonrası yükseliyor ve kıyıya paralel devam ediyorum. 


Bu yol da bir harika, tam filmlik. Deniz yanı başımda, kıyı
 dimdik iniyor, yolun durumu süper, hafif iniyor hafif
 çıkıyorum, devamlı dönüyor kıvrılıyor. Tam keyif hali. 


Su pırıl pırıl. Minik koylara inen merdivenler var. Kıyıda
 plajlar, tekneler, dinlenme tesisleri...


Yeşil ve mavi doğanın rengidir. Bu iki güçlü rengin bir araya
 gelmesi huzur ve güven uyandırır. Bu renklerden yeşil, güzel
 ormanların ve tabiatın simgesi olarak kabul edilirken, mavi kimi
 zaman engin bir denizin ihtişamını, kimi zaman da ucu bucağı
 görünmeyen gökyüzünün büyüleyici rengini temsil etmiştir.

Antalya belediyesinin yapılmakta olan ‘Hatun Kadınlar
 Plajı’ (Ne isim ama?). Dış cephesi bitişik düzen ağaçlarla
 kaplanmış, içerisi görünmesin diye. Uçkuruna hakim
 olamayan erkeklere karşı tedbir!


Dünyaca meşhur portakalı, doğası ve tarihiyle Torosların
 eteğiyle Akdeniz’in arasında konumlanmış Finike geliyor. 


Yat limanı sağımda, güzel gözüküyor. Bir
 hayli fazla demirli tekne var.


Tarihte palmiyeli şehir olarak bilinen Finike’nin iç taraflarına
 bir gireyim bakayım diye sahil yolundan ayrılıyorum. Akan
 çay boyu dizili dükkanlar, lokantalar...



Artukbey Dibek Kahvesi; önce bir “special” kahve geliyor,
 5-6 çeşit kahvenin karışımı, daha hafif olduğunu söylüyorlar...

... sonra daha sert olduğu söylenen Süryani kahvesini tadıyorum.

İçin kabarmış, bu kadar fazla düşünmen doğru değil.

Cody ile.

Finike çıkışında bisiklet yolu bile var.

Cody; İngiliz, Londra’dan çıkmış Yeni Zelanda’ya gidiyor. 

Cody ile birlikte pedallayarak ve pek çok
 konuyu konuşarak Kumluca’ya vardık. 

İlçeye girmeyip Mavikent yönüne dönüyoruz.

Sera Atığı ve Çöp Dökmek Yasaktır!


Karaöz’e gitmek için sağdan orman içinden giden yolu tercih
 etmenin keyfini, günün ikinci, turun favori rotasını pedallıyorum. 

Çam ağaçlarının reçinesi ve denizin iyodu burnumu yakıyor.

Ara sıra orman yoğunlaşıyor ara sıra deniz.

Papaz Koyu; kamp yapmanın mümkün olduğu, su, tuvalet, plajda
 duş, soyunma kabinleri ve piknik masalarının bulunduğu anlatılıyor.

Karaöz, yazlık evlerden oluşmuş küçük bir köy görünümünde.





















































































(devamı) 38. gün Karaöz–Tekirova - (öncesi) 35. gün Kaş III



[bisikletle]Türkiye: Lidyalıların İzinde

Mudanya–Görükle = 43,09 km






Akhisar–Manisa = 51,81 km

Manisa–Salihli = 76,51 km

Salihli–Kula = 48,22 km

Kula–Uşak = 76,59 km

Uşak–Eşme = 67,73 km

Eşme–Buldan = 75,10 km

Buldan–Nazilli = 84,89 km

Nazilli–Aydın = 47,20 km

Aydın–Bozdoğan = 72,83 km

Bozdoğan-Yatağan = 57,03 km

Yatağan–Muğla = 32,63 km


Çıtlık–Dalyan = 59,50 km

Dalyan–Fethiye = 63,62 km

Fethiye–Gelemiş = 81,12 km

Gelemiş–Kaş = 52,43 km

Kaş–Demre = 67,61 km

Demre–Karaöz = 59,64 km

Karaöz–Tekirova = 47,55 km

Tekirova–Antalya = 53,37 km